Bülent Vardar
SİNEMANIN “SERSERİ AŞIĞI” EFSANELER ARASINA KATILDI
Sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jean-Paul Belmondo’nun babası heykeltraş annesi ise ressamdı. Belmondo, Yeni Dalga Akımı’nın çınarı Jean-Luc Godard’ın yönettiği “Serseri Aşıklar” (A Bout de Souffle-1959) filminde canlandırdığı “Michel Poiccard” karakteriyle oyunculuk kariyerinde sinema dünyasında erken dönemde küresel ölçekte tanınan bir oyuncu oldu. Belmondo, aynı zamanda Godard’ın “Kadın Kadındır” (Une Femme est une Femme-1961) ve “Çılgın Pierrot” (Pierrot le Fou-1965) isimli filmlerinde de oynayarak kariyeri boyunca 100’e yakın filmde rol aldı.
Sinemanın bir sanat olarak geniş kitlelerle kurduğu yakın ilişkide şüphesiz oyuncuların, bir dönemin etkili tanımıyla starların önemli rolü olmuştur. Star sistemi başta Amerikan sineması olmak üzere, Avrupa sinemasında da etkili bir rol oynamıştır. Bu bağlamda bu sistemin ayrıksı star kimliklerinden birisi olan Jean-Paul Belmondo, sinema sanatının dikkat çekici figürlerden birisidir.
EĞLENCEDEN SANATA
Sinemanın erken dönemlerinde, ABD’de sinema henüz “entertaiment” olarak etkisini sürdürürken, Avrupa sineması “sanat sineması” kimliğiyle öne çıkmaya başlamıştı. Öncelikle “Sovyet Sineması”, başta büyük ustası Sergei M. Eisenstein olmak üzere ve pek çok nitelikli yönetmeniyle dikkati çekiyordu. Diğer yandan “Dışa Vurumcu Alman Sineması” ve Fransa’da ortaya çıkan “Şairane Gerçekçilik” gibi sinemalar ve akımlar, Avrupa sinemasını popüler kültürün önemli bir temsilcisi olan Amerikan sinemasının bir adım önüne geçirmişti.
2. Dünya Savaşı sonrasında kamerayı sokağa çıkaran ve savaşın yarattığı yıkımı gerçekçi ve etkileyici olarak yansıtan “İtalyan Yeni Gerçekçiliği” ve sinemanın tıpkı edebiyat, müzik gibi büyük ve derinlikli sanatların arasında yerini almasında önemli rolü olan Fransa’da 1950’lerin sonunda ortaya çıkan “Yeni Dalga Sineması”, adı anılması gereken önemli dönemeçlerdir.
SANATÇI BİR AİLENİN ÇOCUĞUYDU
Sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jean-Paul Belmondo’nun babası heykeltraş annesi ise ressamdı. Belmondo, Yeni Dalga Akımı’nın çınarı Jean-Luc Godard’ın yönettiği “Serseri Aşıklar” (A Bout de Souffle-1959) filminde canlandırdığı “Michel Poiccard” karakteriyle oyunculuk kariyerinde sinema dünyasında erken dönemde küresel ölçekte tanınan bir oyuncu oldu. Belmondo, aynı zamanda Godard’ın “Kadın Kadındır” (Une Femme est une Femme-1961) ve “Çılgın Pierrot” (Pierrot le Fou-1965) isimli filmlerinde de oynayarak kariyeri boyunca 100’e yakın filmde rol aldı.
Sinema yazarı Atilla Dorsay’ın belirttiği gibi 1954’de oynadığı bir kısa filmden sonra, 1957’de yeni yetenekler avcısı Marc Allegret’nin “Soi Belle et Tais-Toi-Uslu Bir Kız ol”... “Ve Konuşma” filmiyle oyunculuğa başladı. (...) Marcel Carne’nin “Les Tricheurs-Hilekarlar”, Claude Chabrol’ün “A Double Tour-Tehlikeli Rabıtalar”, Claude Sautet’nin “Classe Tous Risques” filmlerinden sonra, bir yıl önce tanıştığı ve 500 frank karşılığında onun bir odada çektiği “Charlotte et son Jules-Charlotte ve Erkeği” adlı bir kısa filminde oynadığı hevesli bir eleştirmenin, Jean-Luc Godard’ın ilk uzun filminde oynamayı kabul etti. Hemen hemen birkaç yemek parasına!.. İşte “Serseri Aşıklar” böyle doğdu.
STAR FİZİĞİ OLMAYAN STAR
Sinemanın anlatım diline radikal bir ayar veren ve Fransız Yeni Dalga Sineması’nın öncü yönetmeni Jean-Luc Godard ile birlikteliği daha önce vurguladığımız gibi “Çılgın Pierrot” ve “Kadın Kadındır” filmleriyle devam eden Belmondo, bir star olsa da Alain Delon gibi bebek yüzlü ve şablon bir star değildi. Hatta gençliğinde yaptığı boks nedeniyle burnu kırılmış ve kırık burnunun yarattığı fiziği ona çekici bir hava da vermişti.
Jean-Paul Belmondo 60’ların başında yarattığı aura ile büyük ustaları da peşine taktı. Böylece Peter Brook’un “Moderata Cantabile”sinden Mauro Bolognini’nin “La Viaccia-Toy Bir Delikanlı’sına, Vittorio de Sica’nın “La Ciociara”-İki Kadın”ından Jean Becker’in “Un Nomme la Rocca-Parmaklıklar Arkasında”sına, birbirinden iyi filmlerde oynadı.
Belmondo, oyunculuk kariyerinin başlarında ticari sinema dışında adını andığımız filmlerle yol alsa da, oyunculuğunun sonraki yıllarında, özellikle 1960’ların ortalarından itibaren makas değiştirerek geniş kitlelerle ilişki kuran ticari filmlerde oynamayı tercih etmeye başladı; komedi ve aksiyon sineması örneklerinin arananan oyuncularından birisi oldu.
TİCARİ SİNEMA KARİYERİNE ZARAR VERDİ
Bu süreç şüphesiz onun kariyerinin başlarında yarattığı olumlu havanın dağılmasına ve eleştirilerle karşılaşmasına neden oldu. Ticari sinema örnekleri arasında, çağdaşı ve rakibi sayılabilecek Alain Delon ile başrollerinde oynadıkları “Borsalino” (1970) ve cenaze töreninde film müziğinin çalınmasını vasiyet ettiği “Profesyonel” (Le Professionel-1981), “Mağlup Edilmeyen-Le Marginal-1983) ilk akla gelen filmler olarak örnek verilebilir. Profesyonel ve Mağlup Edilmeyen’in, unutulmaz film müziklerine sihirli yaratıcılığıyla imza atan Ennio Morricone’nin adını da anmadan geçmeyelim.
Jean-Paul Belmondo için neredeyse bir paradoks olarak kabul edilen ve eleştirilmesine de neden olan bu duruma ilişkin Belmondo 1980’li yıllarda, “Le Nouvel Observateur” dergisine şöyle demişti: “Bana yalnız başyapıtlar çevirmiş bir aktör göstersenize!... Öyle olmasını beklerseniz, bir odada beklerken yaşlanabilirsiniz. Ya da James Dean olmanız gerekir: üç film yapar ve ölürsünüz... Bana Sisler Rıhtımı veya Pepe-Le-Moko’nun senaryosu arasında bir şeyler getirin, hemen çekeyim!”
TİYATRO İLE İTİBARINI TAZELEDİ
Jean-Paul Belmondo, bu süreçte sinemaya başladığı yıllarda yarattığı etkiyi ve saygıyı yitirmeye başladı. Bu durumu bir bakıma tiyatro sanatı aracılığıyla telefi etmeye çalıştı. Bu bağlamda “Kean”(1987) ve “Cyrano de Bergerac” (1990) ile sahnede de büyük başarı kazanarak bir bakıma itibarını tazelemiş oldu. Dorsay’ın altını çizdiği gibi o, bir İtalyan eleştirmen tarafından “çirkinlikteki güzellik” diye nitelendirilmişti.
Sinema sanatının başlangıçta eğlence yönünün ağır basması ve kitlelere hoş vakit geçirten bir sanat olarak kabul edilmesi, süreç içinde onun da diğer büyük ve derinlikli sanatların arasında yerini almasıyla anaakım ya da ticari sinemayla birlikte sanat sinemasını, bağımsız sinemayı da ortaya çıkardı. Bizim sinemamızda da büyük oyuncu Tarık Akan, tersi bir dönüşüm geçirerek ticari sinema örneklerinden, sosyal içerikli ve toplumsal gerçekçi filmlerde oynamaya başlamıştır. Türk sinemasının ilk auteur yönetmeni Metin Erksan ve önemli entelektüel yönetmenlerinden Halit Refiğ de ticari film örneklerine imza atmışlardır.
JEAN-PAUL BELMONDO FRANSA’DIR
Jean-Paul Belmondo ya da Fransızların ona taktıkları lakapla “Bebel”, arkasında gerek ticari sinema gerekse de arthouse örneği 100’e yakın filmi bırakarak “Jean-Paul Belmondo Fransa’dır” tanımına uygun bir şekilde ve büyük bir saygı gösterisi eşliğinde devlet töreniyle sonsuzluğa uğurlandı. Kültür ve sanata verilen önem bir toplumun uygarlık düzeyini gösteren gerçek parametrelerdir. Ülkemiz ne yazık ki bu konuda arzu edilen gelişmeyi sağlayamadı. Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın tanımladığı gibi “güzel ve yalnız ülkemin” uygar dünya liginde ön sıralara yükselebilmesi için, kültür ve sanat insanlarımıza hakettikleri önemin verileceği günleri görebilmek dileğiyle...
Kaynaklar:
Atilla Dorsay, 100 yılın 150 Oyuncusu, Remzi Kitabevi, 1999.