Seyit Tosun
ŞİMDİ ‘DİŞİ KONUŞMA’ ZAMANI!
Üniversitede bir ders esnasında yaşanan tartışma sonrasında Tayfun (Atay) Hoca kullanmıştı kavramı: “Dişi konuşmak…” İki erkek tartışmaktadır. Hayli öfkeli ve uzlaşmaz bir ses tonuyla kendisine hitap eden hemcinsine yalvarırcasına konuşan ‘iri yarı yapılı’ kişi, muhatabına “Kardeşim, biraz dişi konuş” der. Bu örnekteki erkek, toplumun ve yaşadığı coğrafyanın ona yüklediği, ondan beklediği tepkiyi vermez. Hatta karşı tarafın korkak veya ‘kadın gibi kaçtı’ suçlama ihtimaline aldırmaz. Fiziksel şiddetin önüne ancak “dişi konuşma” önerisiyle geçmiş olur!..
"Kadın benzerliktir.
ve bence karşıtlıktır.
Her şey bir uyak içerisine girer, her şey birbirine seslenir
ve yanıt verir…"
(Octavio Paz)
Meksikalı yazar Octavio Paz, hikayesinde her erkeğe yüklenen kültürel etiketlerin sonuçlarından bahseder ve maçoluğu anlatır. Erkeksen ağlamamalı, sert olmalı ve duygularına ‘maske’ takmalısındır. Bir erkek bir derdini başkasına anlatırsa ‘tecavüze’ uğramış olur-ki tecavüze kadınlar uğrar!- bu çok aşağılayıcı bir şeydir!.. Paz, bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla öyle bir anlatır ki şiirinde söylediği gibi bütün karşıtlıklar ve benzerliklerle, kendi ‘erkek’ ve ‘kadın’ taraflarımızı dahi görebiliriz. Hatta yaşadığınız toplumda, kadınların yüzünde o ‘erkeği’ ve izlerini görmeye bile başlayabilirsiniz.
Korona virüs nedeniyle takmak zorunda olduğumuz maskeden çok daha önce bütün erkeklerin takmak zorunda olduğu bir maske var; adı ‘erkeklik maskesi.’
Erkekliğin ve dişiliğin biyolojik/evrimsel bir sonuçtan daha çok kültürel davranış halini aldığı ataerkil yaşam döneminden bu yana her erkek bu maskeyi takmaktadır.
“Erkeklik maskesi”
Türkiye’de kadına yönelik sözlü ve fiziksel şiddet başta olmak üzere kavgaların büyük kısmı gücünü bu görünmeyen maskeden alıyor. Maske taktıkça, Covid virüsü sizi nasıl ki daha az etkiliyorsa; bu ‘erkeklik maskesinde’ tam tersi bir durum söz konusu, taktıkça siz daha fazla etkileniyor ve şiddete meyilli hale gelebiliyorsunuz.
Çok büyük çoğunluk, kendisinde yer alan şiddeti, ırkçı tarafı ve hatta faşizan dili kabul etmez. Zaten problem de budur. Irkçı ve faşistlerin çoğunun; ırkçı ve faşist olduklarının farkında olmamaları! İşte o erkeklik maskesi bunu kapatır.
Erkek sert olmalı, sevip dövebilir de; çocuğunu sadece uyurken öpmeli, yeri gelirse aşkından öldürmeli de!
Bir kadını öldüren kişinin “Çok seviyordum öldürdüm Hâkim Bey” cümlesi ile “Irmağının akışına, heybesinin nakışına ölürüm Türkiye’m” diyerek bu ülkenin ağacını kesip, suyunu rant için kurutanın arasında ne tür bir alt kültürel ilişki var?
Kadına yönelik şiddet, tehdit ve ölümlerle, yaşanan kutuplaşma ve ötekileştirme arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor mu?
Bunlar aynı kültürel yazılımdan çıkan kodlar gibidir.
“Bir ‘kadın’ olarak sus be kadın!..”
Peki ya dul kadın, Kürt ve kadın, Alevi ve kadın, bekar ve kadın, işçi ve kadın, kadın, yalnız kadın, köylü kadın, memur kadın, akademisyen kadın, işsiz kadın, milletvekili kadın, ‘bilim adamı’ kadın, ‘iş adamı’ kadın ve en sonunda belki öldürülen kadın olmanın bu kültürel yazılımdaki karşılığı nedir? Bunları ve sınırlarını kim/ne belirliyor?
Bu bile kadına biçilen bazı rollerin yine ‘erkek-eril tarafından belirlenen’ gerici alan içerisinde kaldığını gösteriyor. Zamanının Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın, tartıştığı HDP’li Nursel Aydoğan’a söylediği “Bir kadın olarak sus…” cümlesi ve dönemin CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka ile yaşadığı bir tartışmadaki ifadeleri, işte bu ‘erkek maskesi’ tarafından belirlenen alana, kadınların nasıl hapsedilmek istendiğinin ipuçlarını vermişti.
Arınç, Nazlıaka’ya “Bir evli, bir bayan milletvekili, çocuğu olan milletvekili, kendisiyle ilgili organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz? Benim yüzüm o zaman kızardı, o zaman mahcup oldum” diyordu…
İşte eril dil, kadınları tam da bu alana hapsetmeli ki ‘erkek iktidarı’ egemen olabilsin/kalabilsin. Kadının yeri eşinin ve çocuğunun yanı olmalı. Kadın eş olmalı ve çocuğuna bakmalı. Kadın, kadınlığından bahsederse de utanmalı! Bu kodların tamamını bir cümle içerisinde anlatma yeteneğine de sahiptir bu erkek egemen eril dil.
Oto-erkek uyarı sistemi!
Bir kadın, erkekler tarafından belirlenen sınırdan çıkarsa ‘oto erkek uyarı sistemi’ devreye giriyor ve alarm veriyor.
Biraz daha ileri gider ve ‘bir kadın olarak’ demokratik hakkınızı aramak için meydanlara çıkarsanız en üst perdeden bu uyarı sistemi tekrar çalışmaya başlar: “Kadın mıdır kız mıdır bilmem!”
Kadınların makus talihi bununla da bitmiyor. İki erkek kavga ederken de orada ilk dayak yiyen yine de kadındır: “Kadın gibi ağlama. Sana etek giydiririm. Öleceksek kadın gibi değil, adam gibi ölelim!”
“Erkek gibi” kadın olmanın dayanılmaz yüceliği!
Peki…
Bir de iki kadın kavga ettiğinde yaşananlara bakalım.
Kadın, kadınla kavga ederse ilk yumruğu orada bir erkek olmasa bile mutlaka yine bir erkekten yiyecektir!
“Delikanlı kızmış. Valla erkek gibi vurdu. Maşallah, nasıl da konuşuyor, erkek gibi kadın be!”
Kadın gene yok.
Peki kadın bu öğretilmiş (öğrenilen) çaresizlik içinde sosyal, kültürel ve ekonomik hayatta tutunmak için ne yapmak-ya da ne olmak- zorunda?
El cevap; erkek olmak zorunda!
Erkek gibi kadın olursanız her şey olabilirsiniz bu ülkede. Ama sadece kadınsanız ve isterseniz korona virüs aşısını siz bulun yine de birisinin eşi ya da kızı sıfatı olmadan sizi anmayacaklardır.
“Kadın gibi” erkek olmanın dayanılmaz “hafif”liği
Erkekleşen kadınlar; kadın olarak doğan ama erkek olarak ölen kadınlarımız… Toplumun, iktidar yüklediği ve ikili ilişkilerde dahi her daim iktidarda kalmak zorunda kalan erkeklerimiz. Cinsellikten tutun da yolda yürürken dahi bu iktidarını korumak için toplumun ondan beklentilerini karşılamak zorunda kalan erkeklerimiz!..
Medya ve televizyon sektöründe dayak yemesine rağmen erkeğini hoş tutan kadın reytinginin yüksekliği de buradan geliyor. Yakışıklı, paralı, maço karakterimiz önce sevdiğinin kolunu parmaklarını kırar sonra da onu sevdiğini söyler. Kadınlardan tam da beklenen bu değil mi?!..
Siyasi arenada da bunu sıkça yaşıyoruz. Bazen öyle bir hale geliniyor ki taraflar birbirlerini “Kadın gibi olmakla, konuşmakla” suçluyor, bazıları işi ileri götürüp tartıştığı kişiyi etek giymeye davet ediyor.
Dişi konuşmak!
Tam da bu anlarda belki de ihtiyacımız olan belki de tam da bu şiddet dilinin içinde saklı.
Üniversitede bir ders esnasında yaşanan tartışma sonrasında Tayfun (Atay) Hoca kullanmıştı bu kavramı. “Dişi konuşmak.” Hoca, İletişim Yayınlarından çıkan kitabı ‘Çin İşi Japon İşi-Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değinler’ kitabının “ ‘Erkeklik’ en çok erkeği ezer” başlığında da bu anısını anlatıyor. İki erkek tartışmaktadır. Hayli öfkeli ve uzlaşmaz bir ses tonuyla kendisine hitap eden hemcinsine yalvarırcasına konuşan ‘iri yarı yapılı’ kişi “Kardeşim, biraz dişi konuş” der.
Bu örnekteki erkek, toplumun ve yaşadığı coğrafyanın ona yüklediği, ondan beklediği tepkiyi vermez. Hatta karşı tarafın korkak veya ‘kadın gibi kaçtı’ suçlama ihtimaline aldırmaz. Fiziksel şiddetin önüne dişi konuşarak geçmiş olur.
Eril şiddet diline karşı dişi konuşun!
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Kadına Yönelik Şiddeti; “Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarlarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış” şeklinde tanımlamış.
Biz ise şiddeti sadece ‘fiziksel zarar’ olarak algılıyoruz değil mi?
Kadına şiddet her yerde…
Caddede, işyerinde, otobüste, televizyonda, sinemada, çarşıda, gazetede, radyoda, okulda…
“Elinin hamuruyla karışma” diyenlere,
“Karnından sıpayı” eksik etmek istemeyenlere,
“Kadın gibi ağlayanlar” diyerek aşağılayanlara,
“Bir kadın olarak sus” diye susturmaya çalışanlara,
“Erkekler döver de sever de” diye şiddeti normalleştirmek isteyenlere,
“Erkek adam ağlamaz” diyerek insanı, insansızlaştırmayı görev bilenlere,
Ve en önemlisi, coğrafyanın erkek/kadın hepimize yüklemeye çalıştığı eril-iktidar şiddet diline karşı zaman, dişi konuşma zamanıdır…