Sanatçı Hüsamettin Koçan,“Ayağımdaki Diken” sergisiyle AKM’de

Hüsamettin Koçan’ın geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlılığı’nın düzenlediği Beyoğlu Kültür Festivali kapsamında, Atatürk Kültür Merkezi Galeri’de açılan ve 71 yıllık yaşamının özünü oluşturan süreci anlatan “Ayağımdaki Diken” isimli sergisi; Koçan’ın babasından öğrendiği gurbeti bizzat deneyimleyip, bu süreçte sınıfsal sıçramalar, kariyer kazanımları elde etmesine karşın; yaşamının esası olan çocukluğunun ve o anıların kişiliğinin şekillenmesinde yarattığı etki bir metafor olarak göz dolduruyor...

Önce babamın abisi gitmiş, sonra

başkaları ve ardından babam izlemiş

gidiş yolunu.

O anlattı, atlarla günlerce süren

yolculuklarını; ben de ondan öğrendim

Çetinkaya - Erzincan demiryolu

yolcularının hikâyelerini.

Ve bu yolculuk başladığından bu güne

hiç bitmedi.

O nedenle yetmiş bir yıllık yaşamımda

en çok gitmekle ilgili anılarım oldu.

Belki de bu nedenle bir çocukluk anımı;

ayağıma batan, orada yer eden, kaşınan,

sonra da beni terk eden bir dikenin

öyküsünü sergime başlık olarak seçtim.

İnsan yaşamındaki büyük kırılmaların

yansımaları da gösterişli olur.

Büyük savrulmalar, konum

değiştirmeler, sınıfsal sıçramalar, kariyer;

tüm bunlar elbette bir yaşamı derinden

etkiler.

Ancak benim hayatımda, geri dönüp

baktığımda, bu saydıklarımın değil,

masum ve bana ait olanların izi her

zaman daha derin oldu.

“Ayağımdaki Diken” bu nedenle yoğun

ve çok yönlü hayatımın öne çıkmak

isteyen masum, yalın ve kendine özgü

deneyimlerini bir araya getirdi.

Çocukluk anılarım; pek parlak bir

öğrenci olmadığımın belgesi olan

ilkokul diploma defterim, yer soframız,

üstündeki örtüyle günlük yaşamımızın

her daim merkezinde duran ve

masalların loş ışıklı, yansımalı sahnesi

tandır iskemlemiz, evin içini altüst eden

masal kahramanlarının düşsel gölgeleri,

inşası için uzun zaman çaba gösterdiğim

Baksı Müzesi’nin sessiz konuğu gün

ışığının hovarda görüntüleri, demirci

ustalarının yüzlerce yıldır şekillendirdiği

thiş formlar ve umutların kapısı Huy

Kesen Ağacı, zamanın derin sessizliği

içinden süzülüp izleyiciye ulaşmak

istediler.

Ben de bu yolu takip ettim. Yaşamın

akışı içerisinde birbiriyle ilişkilenen

ve hatta zıt düşen tüm bu unsurlarla,

Baksı’nın gerçekliği içinde, izleyici için

bir düş sessizliği yaratmak istedim.

Bugünün dili ile, masumiyeti yeniden

inşa etmek mümkün müdür? Belki de

bu sergi, başka hayatları anlamak ve

anlatmak için üretmiş bir sanatçının,

kendi yaşamına bakış ve onunla yeniden

tanışma yolunda, seçtiği bir arınmadır.

Baksı ile birlikte kendi kişisel tarihime

doğru yol alırken çocukluğumla

karşılaşabileceğimi düşünüyordum.

Oysaki bu olanaksızdı. O yüzden

“Ayağımdaki Diken”, bir arınma olduğu

kadar bu olanaksızlıkla yüzleşmenin

yeniden inşası olarak da tanımlanabilir.

Hüsamettin Koçan’ın geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlılığı’nın düzenlediği Beyoğlu Kültür Festivali kapsamında, Atatürk Kültür Merkezi Galeri’de açılan ve 71 yıllık yaşamının özünü oluşturan süreci yansıtan “Ayağımdaki Diken” isimli sergisi; Koçan’ın babasından öğrendiği gurbeti bizzat deneyimleyip, bu süreçte sınıfsal sıçramalar, kariyer kazanımları elde etmesine karşın, yaşamının esası olan çocukluğunun ve o anıların kişiliğinin şekillenmesinde yarattığı etkinin  bir metaforu olarak göz dolduruyor.

Akademisyen ve sanat eleştirmeni Nusret Polat, serginin kataloğunda “Hüsamettin Koçan’ın Sanatı Üzerine” şunları yazmış: Büyük filozof Bergson’a göre, hayatımız biyolojik olmaktan çok bir bakıma psikolojiktir. Kişiliğimiz oluşurken, yaşadığımız olaylar etrafında, kendi içimizde dolaysız “sezgi aracılığıyla ancak kendimiz tarafından tam olarak kavrayabildiğimiz bir “hakikat alanı” inşa ederiz. Nitekim Bergson’u Freud’dan ayıran nokta, Freud’un bu içselliğe ve hakikat alanına “bilinçdışı”nın analizi yoluyla dışarıdan ulaşılabileceğine dair (bir ölçüde) naif varsayımıdır. Oysaki her birimiz, deneyimlerimiz aracılığıyla kendi içimizde yarattığımız ve izin vermediğimiz sürece dışarıdan girişin pek de mümkün olmadığı, bize özgü bir nevi kapalı bir dünyada yaşarız. Sanat, bir açıdan, işte bu kapalı dünyaların dışarıya açılmasıyla ilgilidir (...) Şimdilik şunu ifade etmekle yetinelim: Sanatçının ayağındaki diken bir şekilde dışarı çıkmıştır. Dikenin acı verici bir deneyim yaşattığı bir gerçektir ama aynı zamanda ruhsal bir boşalım ve rahatlama hissine de vesile olmuştur. “Ayağımdaki Diken”, bir sanatçının zorluklarla nasıl başarıyla mücadele ettiğine ve kendine ait bir dünyayı nasıl yarattığına dair güzel ve çarpıcı bir metafordur (...) Hüsamettin Koçan, uzun yıllardır geleneksel kültürümüzü güncel eğilimler doğrultusunda sahici bir şekilde kullanabilme becerisi göstermiş birkaç önemli sanatçımızdan biridir. Bu tür sanatçıları çalışırken ister istemez derin bir tarihsel ve kültürel arkeoloji yapmak durumunda kalırız. Zira Koçan gibi sanatçılar, sadece birer estetik yaratıcısı olarak “göz”e hitap etmezler; aynı zamanda birer “kültür inşacısı” veya Nietzsche’nin tabiriyle “kültür hekimi” olarak duygularımızla yoğrulmuş zihinsel dünyamıza da seslenirler. Bu zihinsel dünya felsefi olduğu kadar kültürün din, gelenek, tarih boyutlarını da işin içine katar...

Hüsamettin Koçan’ın çocukluğunun bir anısını metafora çevirerek, sanatını besleyen ögelerden damıtarak oluşturduğu “Ayağımdaki Diken” sergisi, aynı zamanda bir yurtseverin ülkesine karşı duyduğu sorumluluğu, içinde doğduğu kadim coğrafyanın değerlerini anlayan ve geleneği tutucu bir öge olarak değil, doğru kavrandığı zaman çağlar arasında bir köprü işlevi taşıyan ve yerelden evrensele ulaşma da taşıyıcı bir rolü olduğunu da duyumsatan satır araları içeriyor.

Nusret Polat’ a göre: Ayağımdaki Diken; geleneksel kültürün zanaat ve sanat üretimlerine hakkını veren bir sanatçının, bu kültürün içinde araştırmalar, soruşturmalar ve sorgulamalar yaparak oluşturduğu kendi sanat anlayışı ve form dünyasını gözler önüne serer. Sergideki Kökler ve Uzun Ayaklı İskemle adlı iki enstalasyon da bu minvalde Koçan’ın farklı ifade araçları arayışının bir sonucu olarak dikkatleri çeker...

Hüsamettin Koçan yaşamı boyunca doğduğu topraklardan beslenen ve devri daimin gereğini de yerine getiren bir sanatçı, aydın ve akademisyen. Ülkemizin çağdaşlaşma sürecinde, gelenekselle moderni kaynaştıran; yerelden evrensele açılan, ülkemizin kadim bir bölgesinde, dışarıya yönelen ilgiyi yeniden içeriye çeviren bir sanat, kültür, eğitim ve uygulama merkezi olan Baksı Müzesini, doğduğu Bayburt’un bir köyü olan Bayraktar’ın yanıbaşında hayata geçirdi ve kurduğu Baksı Kültür Sanat Vakfı aracılığıyla Anadolu Ödülleri’ni oluşturdu. Keşke onun gibi doğduğu topraktan çıkarak büyüyen başkaları da, sahip oldukları tinsel değerlerin beslendiği ortama, gelenekselle çağdaşı kaynaştırma becerisini göstererek katkıda bulunsalar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi