Seyit Tosun
Rutkay Aziz: Hiç bu kadar çürüme, yozlaşma, kirlilik olmadı
Usta oyuncu ve yönetmen Rutkay Aziz, Altın Koza Film Festivali'nde aldığı Yaşam Boyu Onur Ödülü'nü, iktidar ve MHP tarafından hedef gösterilen Türk Tabipleri Birliği’ne ve tüm sağlık emekçilerine adadı. Ülkede yaşananları, geçmişi ve bugünü, Türkiye’de aydınların durumunu, sansürü ve Rutkay Aziz’i “Rutkay Aziz’le” konuştuk
Yer Demir Gök Bakır'da köylü Taşbaş’ı, Piyano Piyano Bacaksız’da orta sınıf aydını Kerim’i, Cumhuriyet ve Kurtuluş filmlerinde Atatürk’ü canlandırdı. Daha birçok filim, tiyatro oyunu ve dizide her kesimden insanı sahnelere ve ekrana taşıdı. Sayısız oyunun yönetmenliğini yaptı. Ardında bıraktığı yarım asırlık bir sanat hayatı var.
Tekel İşçi Direnişinde emekçilerle beraberdi. Silivri’de kumpas davalarında gericiliğe karşı yerini almıştı. Ali İsmail Korkmaz’ı anarken o da yakın arkadaşı büyük sanatçı Tarık Akan ile beraberdi.
Daha önce Antalya Film Festivali’nde yaptığı bir konuşmada kendisine saldıranlara Goethe’nin “Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir” cümlesiyle yanıt veren Rutkay Aziz, bu defa da aldığı onur ödülünü Türk Tabipleri Birliği’ne adaması nedeniyle yeniden hedefte.
Usta oyuncu ve yönetmen Rutkay Aziz, Altın Koza Film Festivali'nde aldığı Yaşam Boyu Onur Ödülü'nü, iktidar ve MHP tarafından hedef gösterilen Türk Tabipleri Birliğine ve tüm sağlık emekçilerine adadı.
Aziz, Yaşam Boyu Onur Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmada "Ben bu ödülü, son derecede onurlu ve ilkeli bir biçimde emek veren Türk Tabipleri Birliği'ne hediye edeceğim. Bu hafta içinde sizlerin de selamlarınızı ve alkışlarınızı göndererek onları selamlayacağım. Hem sağlık emekçilerini hem de tabipleri. Tekrar tekrar sağ olun" dedi.
Biz de bu hafta Gazete Pencere Pazar’da Rutkay Aziz’le birlikteydik. Yaşananları, geçmişi ve bugünü, sanat hayatını, Türkiye’de aydınların durumunu, sansürü ve Rutkay Aziz’i “Rutkay Aziz’le” konuştuk.
27. Altın Koza Film Festivali'nde Yaşam Boyu Onur Ödülü aldınız. Ödülünüzü Türk Tabipleri Birliği'ne (TTB) ve sağlık emekçilerine adadınız. Bu kamuoyunda çok konuşuldu, hala da konuşulmaya devem ediyor. TTB, iktidar ve MHP tarafından hedefe konuldu. Kapatılmak isteniyor. Sizin konuşmanız sonrasında bir MHP Genel Başkan Yardımcısı size sosyal medyadan ağır eleştirilerde bulundu. Yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bir kere bunları doğal karşılıyorum. Beklerdim böyle bir şeyi. Ama bir şey ekleyeyim benim sosyal medya ile en ufak bir ilgim yok. Okumuyorum, dinlemiyorum. Sağdan soldan arkadaşlar söylüyorlar. Düşündüm taşındım bu onur ödülü gerçekten sağlık emekçilerinin ve doktorlarımızın hakkıydı. Onların o ilkeli, onurlu, büyük bir özveriyle gösterdikleri bu direniş, bu onur ödülünü onlar hak ediyordu. Çok doğru bir yere doğru bir kararla armağan ettiğime inanıyorum.
MHP’nin buradaki tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şaşırmadım, ayrıca ben bu ülkede şaşırmamayı da öğrendim.
Peki neden TTB hedefe konuldu? Tabipler Birliği tam salgının ortasında neden hedefte?
Bunu siz çözebildiniz mi bilemiyorum. Ben çözemedim. Orada kısa bir tören yapıldı, bir şeyin altını çizdim. Örneğin ben gerçek tiyatrocularla, tıp dünyasını biraz özdeş görürüm. Birbirlerine benzer yanları vardır. İzlediğim kadarıyla yaşam boyunca hemen hemen her tıp fakültesinde bir tiyatro kolu olduğunu gözledim. Muhakkak bir tiyatro kulübü vardır. Doktorların tiyatroya olan düşkünlüğü de çok yoğun. Bu konuda arkadaşlarım da oldu. Şuna inandım açıkçası: Toplumcu gerçekçi bir tiyatronun doğrudan doğruya insanın yaşama sanatına katkı sağlamak gibi çok soylu bir görevi vardır. Aynı soylu görev tıp dünyasında da var, onlar da insanı yaşatmak gibi çok soylu bir işlev üstleniyorlar. İnsanı yaşatmanın emeğini ve kavgasını veriyorlar hem de büyük bir özveriyle. Örneğin bu son salgın döneminde yaklaşık 91 sağlık emekçisi ve doktorun yaşamını yitirdiklerini düşünürsek… Bir şeye çok inanıyorum ki biz tıp dünyasına, doktorlarımıza, sağlık emekçilerine sahip çıkarsak bu ülkenin geleceğine, halkımızın milletimizin can güvenliğine de sahip çıkmakla eşdeğerdir bu. Onun için de kendilerine bu kavgada, bu yolda başarılar diliyorum. Aydınlık günler diliyorum. Özel bir yerleri var. Tarih boyunca da özel bir yerleri oldu TTB’nin. Bu anlamda da onlara yaşamlarında başarılar diliyorum.
Tiyatrolar pandemi nedeniyle kapalı tutuldu. Sonra AVM’ler, ibadethaneler, birçok toplantı serbest bırakıldı. Ancak tiyatrolar buna rağmen açılmamıştı ki kamuoyundaki tartışmalara dek. Zaten büyük zorluklar yaşayan sektör salgında kapalı kalmasıyla iyice zora düştü. Yani AVM’ler açılırken tiyatrolar neden ısrarla açılmadı?
Bunu anlamakta zorlanıyorum aslında bir sürü şeyi anlamakta zorlanıyorum açıkçası. Sahilde dolaşmak yasaklandı ama başka yerler serbest bırakıldı. Bir kere özellikle özel tiyatrolar bu pandemi sonrasında alınan kararlar sonunda özel tiyatrocu oyuncu arkadaşlarım, teknisyenler, tiyatro sahipleri işsizler ordusuna katıldılar. Doğrudan doğruya bir işsizler ordusuyla buluştular. Bunu bir kere görelim. Şimdi açık havada oynanmak gibi bir izin çıktı diyeyim kısıtlama kalktı sözüm ona. Ama yarın tekrar kısıtlama gelirse ona da şaşmayacağım. Birtakım özel tiyatrolar belediyelerin desteğiyle açık havalarda oyunlarını sürdürüyorlar biz de bir iki oyun oynadık, galiba oynayacağız ama ben oynayınca inanacağım. Bugünleri aşmakta zorlanacağımıza inanıyorum. Özellikle kış sezonu geldiğinde tiyatrolar daha bir handikaplı süreci yaşayacaklar sanki. Kapalı salonlara, kapalı yerlere seyircimiz girmekte ürkek davranabilir. Bunda da haklıdır bir şey diyemiyorum. Kısacası devletin, yerel yönetimlerin bu işe bir şekilde sahip çıkmaları gerekir ama bunun için de tiyatronun ülkenin kültürel kalkınmadaki işlevine ve var oluşuna inanmak gerekir. Ne kadar inanıp inanmadıkları da soru işaretiyle dolu.
Sanata ve topluma adanmış bir ömür var arkanızda. Darbeler gördünüz, tiyatrolarınız kapatıldı, oyunlarınız engellendi. Aradan bu kadar yıl geçti, hala tiyatrolar kapatılabiliyor, sansürlenebiliyor, sanatçılar hedef gösterilebiliyor. 40 yıl önce sansüre uğramıştınız, 40 yıl sonra yine sansüre uğruyorsunuz. En son benim de izlediğim ‘Adalet Sizsiniz’ oyununuz sansüre uğramıştı. Bu sansürle, baskıyla hedef göstermeyle beraber 2020’de nereye geldik? Bir şey değişti mi yoksa değişmedi mi?
Çok güzel bir soru, gerçekten çok güzel bir soru. Ama bu sorunuzda cevap da yatıyor farkındaysanız. Üzülerek ve gülerek söylüyorum ki çok değişen bir şey yok. Profesyonel anlamda 1970’li yıllarda tiyatro hayatına başladım diyebilirim. O günden bugüne 12 Mart, 12 Eylül, Milliyetçi Cephe, buram buram faşizmi yaşadık ama hiçbir zaman bugün de dahil olmak üzere baskılar, kıyımlar, özgürce sanatımı ürettiğimi hatırlamıyorum. Hep birtakım çıkıntılar, sansürler, baskılar tehditler… Yani nedense sanattan ve sanat kalkınmadan onun gelişiminden gelip giden iktidarlar hep bir korku yaşadılar.
Şimdi her yerde etik dışı da olsa her yolun mubah olduğu ve normalleştiği bir dönemdeyiz. Hem siyaset hem eğlence camiası… Sanat camiası demiyorum o çok farklı. Sanatçıyla, tanınmışları birbirine karıştırmak istemiyorum. Bu yozlaşma ve kirliliğin içinde aydınların durumunu nasıl görüyorsunuz, Türkiye aydını ne yapıyor? Çürümeden nasibini mu, aydın sorumluluğunun gereğini yapıyor mu?
Ülkemiz çürümenin, yozlaşmanın ve kirliliğin içinde daha önce hiç bu kadar olmadı kanımca. Bu ülkede her ne kadar eleştirsek de yine de aydınlardır acı çeken. Bugün de öyle. Ha diyeceksiniz ki ‘hangi aydın?’ Aydından aydına farklar var tabii, olacak. Ben ve bizler ne 12 Mart’ta ne de 12 Eylül’de bu dönemde olduğu gibi soldan bu kadar dönek çıkartmadık. Günümüz koşullarında dönekliğin adı da ‘değişim ve yenilenme’ oldu. Bizi eleştirdikleri zaman da “hala ezberinizi bozmadınız” gibi böyle basma kalıp temeli olmayan laflarla akılları sıra eleştirdiler. ‘Yetmez ama evet’e sarıldılar. Sonra biz yanlış yaptık galiba dediler. Sen yüz yaşına gelmişsin, kavrayamıyor musun yanlış yaptığını, anlayamıyor musun göremiyor musun ülkenin gerçeklerini? Aydınlarımız her zaman dik, ilkeli ve onurlu kalmıştır. Aydın namusuna ve direncine ihanet edenler ettikleriyle kaldılar.
Çok ciddi bir kutuplaşma içerisindeyiz. Her konuda kör bir tartışma var. Ekranlar, politika, eğlence, sanat dünyası, spor, hayatın içerisinde de vatandaşların kendisi… Sokak röportajlarında insanlar birbirine giriyor. Bir Mozart, bir Beethoven dinleme vakti mi sizce?
Çoktan geçti. O anlamda ayrışma bizim cehaletimizden, kültürsüzlüğümüzden geliyor inanın. Bunlar olduğu için de gerçek demokrasiyle buluşamıyoruz. Laiklik bu ülkede tehdit altında. Mustafa Kemal’in büyüklüğü buydu.
İstanbul Sözleşmesi, eğitimde yaşanan bu tarikat ve bazı grupların ciddi etkisi, kadına şiddet, bilimsel eğitimden uzaklaşma, evrim teorisinin derslerden çıkarılması gibi konular artık normalleşti. Laiklik aslında sadece din ve devlet işlerinin ayrılması gibi anlatılsa da aslında sosyal yaşamda ne olacağını da belirleyen bir şey. Bu tanımı yaptığımız zaman Laikliğin çok daha hayati bir şey olduğunu görüyoruz.
Doğrudan doğruya toplumsal yaşamı biçimlendirmedeki esas yani. Bu sorunuza şöyle yanıt verebilirim. Benim yanıtım değil, bunu Mustafa Kemal Atatürk yanıtlıyor; Savaş bittiği noktada sormuşlardı ‘ne mutlu bize ki savaş bitti paşam’ dediklerinde, yanıtı çok açık ve net, “Daha bitmedi cehaletle savaşacağız” demiş. Ne çekiyorsak bu cehaletten çekiyoruz ve hala da bu cehaletle çok ciddi biçimde savaşıyoruz. Tarikatlar şunlar bunlar işte. Bir anda Cübbeli Ahmet Hoca neredeyse belirleyici bir faktör oldu.