Memetcan Demiray
Problem belki de sensindir ey insan!..
Biz gölleri kurutup plajlardan kum çalarken (!) dünya da bir yandan orman yangınları, bir yandan sellerle mücadele ediyor. Ve yaşanan her felakette suçu “küresel ısınma”ya atmak herkes için en kolay yol gibi görünüyor! Oysa meseleye sorumsuz kentleşme, yetersiz altyapı ve doğa talanı olarak bakıldığında gerçek fail tam olarak ortaya çıkıyor.
Tüm dünya hafta içi Almanya’nın başına gelen sel felaketiyle sarsıldı. Sahiden de kent kalitesi ve yaşam disipliniyle ünlü bir ülkenin aşırı yağıştan dahi olsa 100’ün üzerinde can kaybı yaşaması inanılmazdı! Köln civarında caddeler adeta nehir olmuş, birçok bina ve araç sular altında yitip gitmişti! Ve tam da yaklaşan seçim öncesi, siyasetçilere göre bu korkunç tablonun sorumlusu “iklim değişikliği”ydi! Ne mutlu, “suçlu” derhal teşhis edilmişti!
Oysa Die Welt gazetesinin bilim editörü Axel Bojanowski’ye göre bu kolaya kaçmaktı. Tamam, insan eseri bir “küresel ısınma” vardı ama Almanya’da son 121 yıllık kayıtlara göre yaz ayları yağış ortalamasında herhangi bir anormalliğe rastlanmamıştı. Yani sorun öncelikle aşırı betonlaşma, drenaj ve kanalizasyonlarda aranmalıydı! Onlarca yıllık atık su sistemleri eskimiş ve artan nüfus karşısında yetersiz kalmıştı. İşte Kuzey-Ren Vestfalya Başbakanı ve aynı zamanda Angela Merkel’in halefi Armin Laschet’in suçu neden ısrarla “küresel ısınma”ya attığı şimdi anlaşılmıştı!
NE ŞEYTAN NE MELEK: SADECE DOĞA…
Almanya Meteoroloji İşleri’nde İklim Gözlem Bölümü’nü yöneten Dr. Florian Imbery için de “küresel ısınma” bir olguydu ama yağışları ve dinamik hava olaylarını “iklim değişikliği”ne bağlamak için elimizde henüz yeterli veri yoktu. Net bilgilere ulaşmak belki daha onlarca yıl alacaktı. Ve şu anda en doğrusu, yakın gelecekte hem aşırı kurak, hem aşırı yağışlı havalara hazırlanmaktı.
Benzer bir tartışmaya yine selle mücadele eden İsviçre’de rastlıyorduk. Neue Zürcher Zeitung’da bir köşe yazısı kaleme alan Angelika Hardegger, konuya felsefi bir yönden eğiliyordu. “En seküler”lerin bile doğayı “barışçı ve uyumlu” diye niteleyerek “tanrılaştırması”nı eleştiren Hardegger, bilakis; deprem, fırtına ve birbirini acımasızca avlayan hayvanlarla tabiatın özünde “tehditkâr” olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla bugün yaşanan her afeti “doğanın bize uyarısı” diye yorumlamak, sorunun kaynağından uzaklaşmaktı.
Doğa bize mesaj falan vermiyor, sadece doğasını yaşıyordu! İnsanın yapması gerekense kültürü (yani bilimi) kullanarak ona uyum sağlamak, doğayı daha da “tehditkâr” yapmamaktı.
EKONOMİ Mİ
EKOLOJİ Mİ?
Çıkış noktası sorunlu da olsa Hardegger’in “küresel ısınma”ya karşı çözüm önerisi anlamlıydı. Nitekim dünyanın diğer ucunda, Meksika’daki Bacalar Lagünü’nde yaşananlar da aslında insanın nasıl bir “tehdit” olduğunu anlatıyordu. Lagünün güncel durumunu The New Yorker için kaleme alan Allison Keeley, bir zamanlar ayna gibi duru, neredeyse içilebilir nitelikte suya sahip gölün şimdi “aşırı turizm”den dolayı gri-yeşil arası bir renge büründüğünden bahsediyordu. Sırf 2019’da 200 bin turist çeken Bacalar’ın doğası, çevresindeki otoyol ve yerleşim nedeniyle hayli bozulmuştu. Bölge sakinleri bu nedenle hükûmete önlem alması için başvurmuşlar ve “olur” cevabı almışlardı. Karşılığında elde ettikleri Bacalar’a uzanan yeni bir havalimanı ve demiryolu hattıydı! Keeley’nin tabiriyle tıpkı Cancún’daki gibi “mükemmel bir ekonomik kalkınma”, aynı zamanda “ekolojik yıkım” anlamındaydı.
YENİ BİR KAVRAM: “AŞIRI TURİZM”…
Son yıllarda sadece Meksika’da değil, turistlerin akın akın gittiği pek çok yerde Türkçeye “aşırı turizm” olarak çevirebileceğimiz “overtourism” kavramı tartışılıyor. Başta Barcelona ve Londra gibi gözde şehirler Covid-19’la bir süre rahatlasalar da şimdilerde yeniden konuyu gündemlerine alıyorlar. Ama bir yanda turizm gelirini düşürmeme kaygısı, diğer yanda yerel halkın huzuru olunca işler hiç kolay gözükmüyor. İşte Venedik, UNESCO’nun da zoruyla dev yolcu gemilerinin tarihi kent merkezine yanaşmasını yasaklıyor. Ve İngilizlerin gelip parti yapmasından bıkan Amsterdam halkı, sonunda turizm kısıtlamalarını devlete kabul ettiriyor. Hazırlanan “Dengede Turizm” projesiyle kente gelmesi hedeflenen maksimum ve minimum turist sayısı belirleniyor. Ve gerek vergi, gerekse fiyatları yükselterek “aşırı turizm”in önüne geçilmek isteniyor. Böylece Amsterdam, dünyada turizmin gelişimini kısıtlayan ilk kent olarak tarihe geçiyor.
BU DA MI GÖL DEĞİL?!
İşte 2021 yılında insanlık hem doğadan çok korkuyor, hem de onu “vahşice” yağmalamaya devam ediyor. Kimileri sükûnet peşinde, kimileri tatil zamanı gelince uçağa binebilmek için PCR testine 380 İsviçre frangı (3500 TL!) ödeyebiliyor! Ve Hindistan’da muson sezonuyla birlikte yıldırım çarpmasından ölümler patlarken vefat eden 12 kişinin o sırada “selfie” çekmek için bölgede bulunduğu anlaşılıyor.
Biz de bu sırada Meke Gölü’nü kurutup, Tuz Gölü’ne giden suyu keserek yavru flamingoları öldürüyoruz. Altında define aranması için Dipsiz Göl’ü tahliye ediyor (!), sonra “iyi su” ile tekrar dolduruyoruz! Ve Patara’dan 2168 kamyon kum çalmayı başarıyor, eskisinden daha güzel plajlar inşa ediyoruz! “Bir zamanlar Akdeniz Türk gölüydü” diye övünüp “Mavi Vatan” hayalleri kurarken küresel iklim krizine karınca kararınca, en kalbî ve taşralı katkılarda bulunuyoruz!
Doğa özünde “iyi” midir, “kötü” mü sorusu hâlâ uzak bize… Amsterdam da öyle… Ama Kanal İstanbul civarında “kupon arsa” isteyen varsa buyursun, bekliyoruz!