Tayfun Atay
‘POST-TRUTH’ kıyametten ‘POST-TRUMP’ krize ABD ve dünya
Trump, kızgın ve öfkeli beyaz işçi sınıfından insanlara hem şehirli liberal seçkinleri hem de göçmenleri, Müslümanları ve siyahları suçlayan bir kin ve hınç retoriği sundu. Bu retoriği ‘iş-yanlısı’ politikalarla bağlantı içine soktu ve küreselleşmeyle kaybedilen işlerin yeniden kazanılacağı vaadinde bulundu. 2016’da Başkan oldu, çünkü beyaz işçi sınıfından seçmenlerin yaklaşık yarısı ve eğitimli beyaz seçmenlerin de yine yaklaşık yarısı, onun bu söylem paketini satın aldılar
Bir kadınla kapısı kapalı bir odada yalnız kalmanın dahi zina itkisine yol açabileceği inancıyla bundan uzak duran evanjelikler, hakkındaki cinsel taciz iddiaları ayyuka çıkmış, zengin ve medyatik şöhretinden dolayı istediği her kadının “orasını avuçlayacağını” bir videoda dillendirmiş bu ahlâksız adamı desteklemekten geri durmadılar. Çünkü Trump’ın ırkçılığı, silah satışlarından yana olması ve göçmen-karşıtı politikası, evanjelikler nezdinde onun cinsel ahlâksızlığına ağır bastı
Damardan girelim: Donald Trump dünyanın ve insanlığın karşısına, “kapitalizmin ölümcül tecavüzünden kaçış yok, bari haz almaya bakın” dercesine çıkmış bir melanet olarak tasvir edilebilir.
Eğer “melanet” tabiri yeterince fantastik gelmediyse, isterseniz onun yerine “Deccal” de diyebilirsiniz!..
Bir “Kıyamet Trump’eti”!
Antropolog Peter Worsley’in Okyanusya’daki Melanezya yerlilerinin Beyaz istilası karşısında “kıyametçi” kurtuluş (milenaryan) beklentilerini ele aldığı önemli kitabı, The Trumpet Shall Sound (1957) başlığını taşır. Başlıkta yer alan İngilizce “trumpet”in bizim dilimizdeki karşılığı “trompet”tir, yani bildiğimiz nefesli-üflemeli çalgının adı. Türkçe anlamı Trompet Çalacak olan kitabın başlığındaki “trumpet” ile kastedilen de Yahudi-Hıristiyan geleneğinde kıyamet günü üst üste çalacak ve kıyametin başladığının işareti olarak sesi duyulacağına inanılan borudur. Bunun İslâm’daki karşılığı, Melek İsrâfil’in üfleyeceği, boynuzdan yapılmış “Sûr”; İsrâfil bu uzun boruyu iki defa üfleyecek, birincide yeryüzündeki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise onlar tekrar dirilip ahiret hayatı başlayacaktır. Böyle inanılmaktadır.
ABD’de Donald Trump’un 2016 seçimlerini kazanmasından bugüne hem küresel sistemin bu merkez ülkesinde hem de bağlantılı olarak yeryüzünün dört bir yanında olup bitenlere baktığımda Trump soyadının sık sık Worsley’in başlığındaki kıyamet alameti “Trumpet”i çağrıştırmasından zihnimi alıkoyamadım ben!..
Ümitsiz dünyanın reel-politik karşılığı
Evet, Trump’ı dünyamızda fantezilerin ötesinde artık bir gerçeklik olarak bize kendisini duyumsatan “küresel kıyamet”halinin ABD’den zuhur etmiş bir karşılığı olarak değerlendirmek mümkün. 2000’li yılların başından itibaren, “ütopyalara elveda, distopyalara merhaba” dediğimiz bir dünyada hemen her yerde kendini gösteren bir huzursuzluk halinin; “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete”haletiruhiyesinin, küresel sistemin baş aktörü ABD’deki reel-politik karşılığı olarak belirdi o. Daha iyi, mutlu, güzel günlere umudun tükendiği, sadece bozulma, çürüme ve toplu yok oluştan ibaret bir gelecek beklentisi içindeki distopik dünya ve insanlık halinin karşılığı olarak da…
Doğal çevre üzerinde artan insan nüfus baskısı, neoliberal sistemin doymak bilmez kâr hırsı içinde hâlâ bir sihirli (aslında zehirli) sözcük saydığı “büyüme”de ısrarı ve bu ikisinin bileşkesi bir insan-işi felaket olarak karşımızda duran küresel iklim değişimi… Bunlar, Suriye iç savaşından IŞİD’e, İslamofaşizmden İslamofobiye, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, göçmen nefretine ve Korona’ya neyin-kimin sebep olduğuna kadar her tarafta “apokaliptik” mahiyette, yani kıyamet-vari politik sertleşmeleri karşımıza çıkaran maddi dinamikler…
Trump hem bu maddi dinamiklerle hem de bu dinamiklerin belirtilen sonuçlarıyla uyarlı şekilde gelecek ümidi kalmamış kitlelerin çaresizlikten içlerinde birikmiş öfkeye tercüman ve bu öfkeyi besleyen bir figür olarak zuhur etti Atlantik’in öte yakasında.
Çevresel kirliliğin temsilcisi/savunucusu
Bu stratejinin sonucu olarak, paradoksal şekilde, insanlığın küresel ölçekte felakete gidişinin asıl sebebi olan her şey Trump marifetiyle kitlelerin ağzına ırkçı, yabancı düşmanı ve de cinsiyetçi ballar çalınarak savunulup yeniden üretildi durdu. O, çevreyi en çok kirleten fosil enerji kaynaklarının (kömür, petrol, doğal gaz) üretimini en güçlü şekilde, yüksek sesle destekleyen lider olarak ayırt edildi ve bunu ülkesinin enerji bağımsızlığını garantiye alıp istihdam yaratmak için yaptığını söyledi. Hatırlatalım, göreve gelir gelmez, küresel ısınmayı önleme yolunda 2015 yılında Paris’te imzalanmış İklim Anlaşması’ndan çekildiğini söylerken ne demişti: “Paris’i değil, Pisttsburgh’u temsil ediyorum.” (Pitssburgh, ABD’nin kömür ve çelik üretim merkezi.)
Hâlbuki yenilenebilir ve çevre-dostu enerji kaynaklarına dönük yatırımların ABD’de daha geniş bir istihdam sağlayacağına ilişkin de çok güçlü veriler vardı ortada. Ama Trump, küresel ısınmaya inanmadığını söyleyerek, iklim değişikliğine “uydurma” diyerek, emisyon miktarını “zırva” sayarak, bu doğrultuda İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı aldı. Böylece her yıl atmosfere 3 milyar ton karbondioksitin ABD semalarından püfür püfür salınmasının önünü açtı.
Sonuç tabii ki daha çok ve çabuk eriyen buzullar, bir tarafta kavurucu sıcaklar, diğer tarafta şiddetli kasırgalar, çivisi çıkmış ekosistem, soyu tükenen bir dolu canlı türü ve sona iyice yaklaşan insanlık... Yani kızılca kıyamet!..
Dolayısıyla buyurun işte size Trump’tan öte “Trumpet”!
Trump geldi, ‘Truth’ gitti!
Trump’ın sökün ettiği tarihsel eşik, “hakikat ışığı”nın tam anlamıyla sönümlendiği yerdir aynı zamanda. O yüzden “gitti Truth, geldi Trump” demek ve Trumpizm’in alâmetifarikası olarak da post-truth kavramını işaret etmek uygun olur.
Türkçeye “hakikat-sonrasılık” olarak çevrilse de benim “hakikat aşımı/aşınımı” şeklinde Türkçeleştirmeyi tercih ettiğim post-truth kavramı, Trump’la muteber ve onunla hayatımızın bir parçası oldu.
Artık doğru ve gerçekten ne bir arayış ne bir değer ne de bir erek olarak söz etmenin mümkün olmadığı, siyasette ikna ve rızanın hangi yalanın daha geçerli olduğu noktasında sağlandığı bir dünya halinin karşılığı post-truth… Bir ekonomi-politik (kapitalist) can çekişmenin belirleyiciliği doğrultusunda yalanın bir kültürel norma, bir yaşam kuralına dönüşmüş olmasının adı. Hakikate ilgisi de “hakikat” gibi bir derdi de kalmamış insanlık halimizin sonucu.
Çünkü hakikat yararsız, hatta zararlı, daha da öte can yakıcı ise ona “Salla gitsin!” demekten (“doğru” değilse de) daha anlaşılır ne olabilir? Hakikat “küresel ısınma”dan bahsediyorsa; yaşam kaynaklarının tükenmekte olmasından dem vuruyorsa; Covid-19’un altyapısında doğa tahribatı olduğunu vurguluyorsa; tüm bunların sebebinin de “biz insanlar” olduğunu işaret ediyorsa, bu hakikati kim ne yapsın?!..
E, o zaman iklim değişikliğine inanmadığını söyleyen, Korona’yı Çin’in ABD’ye karşı komplosu sayan Trump hoş geliyor, sefalar getiriyor elbette!..
Sınıfsal tepkiye ırkçı tercüman
Peki, “Hakikat”in ırzına geçen bu “kıyamet tellalı”, çılgından öte kaçık denilebilecek, popüler-dinsel analojiyi sürdürecek olursak da “Deccalımsı” şahsiyet nasıl, nelerin sonucu ve hangi koşullarda zuhur etti?..
Trump, küresel kapitalizmin çıkmazları karşısında çaresiz kalmış kitlelerin bir “homurtusu”. Neoliberalizmin on yıllardır dünyalarında açtığı ekonomik, kültürel ve psikolojik hasarlar karşısında Amerikalıların kızgınlık ve nefretlerinin ırkçılıkla sarmalanmış dışavurumu.
Ancak esas itibarıyla zengin, eğitimli, “erkek ve Beyaz” bir kitlenin temsilcisi olmakla birlikte Trump’ın tüm beklentileri yerle bir edercesine 2016’da seçimi kazanmasında en belirleyici olanın, alt sosyoekonomik tabakadan insanların özde sınıfsal temelli tepkilerine sözde/yüzeyde ırkçı retorikle hitap etmesi olduğu söylenebilir.
Bunun altyapısını veya arka plânını anlama/açıklama yolunda pek çok değerlendirme yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Burada tatminkâr bir özet vermem gerekirse, kendi adıma çok güvenilir bulduğum iki akademisyen-aktivist, Dr. Nancy Lindisfarne ve Dr. Jonathan Neale’in şu analizini paylaşmak isterim:
“Neoliberalizmin son 40 yılında ABD, zengin ülkeler arasında eşitsizliğin en fazla kendini gösterdiği yer oldu. Dolayısıyla Trump’ın söylemini ve bu söylemin kitlesel karşılığını anlamak için sıradan Amerikalının içinde bulunduğu keskin mi keskin acınası durumu fark etmek gerekir. Ortalama Amerikan insanının bugün eline geçen para, 40 yıl önce dedesinin döneminde kazanılanla aynı. Servis sektöründeki kalifiye (orta sınıf) işçilik de fabrika işçiliği de artık yok oluyor. Anketlerde Amerikalıların çoğunluğu, çocuklarının ve torunlarının yaşamının kendilerininkinden daha kötü olacağı beklentisini ifade ediyorlar.
Yoksula yönelik seçkinci aşağılamanın bedeli: Trumpizm
“Ülke pek çok yönden kutuplaştırıldı. Bunlardan biri, sınıfsal. Nüfusun en zengin azınlığı kolej (yüksek okul) mezunları. Nüfus verileri, yaşam kalitesine ilişkin sınıfsal eşitsizliklerde ciddi reel değişimi işaret ediyor. Nüfusun üçte birlik üst diliminde yer alanlar başarıyı hak ettiklerine, çünkü eğitim sürecinde ve üniversitede fazlasıyla emek harcadıklarına inanıyor. İnanıyorlar ki bu başarının sebebi, onların fazlasıyla zeki olması. İnanıyorlar ki onların altındaki üçte ikilik nüfus ‘aptal’ ve içinde bulundukları başarısız, perişan durumu hak ediyorlar.
‘Yukarı’daki azınlığın çoğunluğa yönelik bu aşağılaması iki biçim almakta: Birincisi, muhafazakâr. Eğitimli muhafazakâr kesimin küçümsediği insanlar yoksul, çoğu şehirli siyah işçi sınıfından… Aşağılamanın ikinci türü liberal. Eğitimli liberallerin en çok iğrendiği insanlar ise beyaz işçi sınıfı kökenli, ‘country’ müzik dinlemeyi seven ‘cahiller’.
Bu aşağılamaları yapan iki grubun da özel-mahrem konuşmalarını dikkatle dinleyin! Eğitimli muhafazakârlardan, liberallerin iğrendiği o beyaz fakir halka dönük de kibirli küçümsemeler duyacaksınız; diğer taraftan liberallerin de işçi sınıfından yoksul siyah erkeklere ilişkin, onları ‘haydut’ ya da ‘suçlu’ saymaktan kaynaklanan korkularına tanık olacaksınız.
Beyaz olsun ya da Siyah olsun, işçi sınıfına mensup bu insanlar ‘sınıf’ hakkında doğrudan konuşabilecekleri bir dile, terminolojiye sahip değiller. Gelgelelim hepsi gayet iyi biliyorlar ki seçkinler onlara aşağılama, hor görme, küçümseme ve nefretle yaklaşıyor.
Siyah ve Hispanik yoksulların sahipsizliği
Trump, kızgın ve öfkeli beyaz işçi sınıfından insanlara hem şehirli liberal seçkinleri hem de göçmenleri, Müslümanları ve siyahları suçlayan bir kin ve hınç retoriği sundu. Bu retoriği ‘iş-yanlısı’ politikalarla bağlantı içine soktu ve küreselleşmeyle kaybedilen işlerin yeniden kazanılacağı vaadinde bulundu. Başkan oldu, çünkü beyaz işçi sınıfından seçmenlerin yaklaşık yarısı ve eğitimli beyaz seçmenlerin de yine yaklaşık yarısı, onun bu söylem paketini satın aldılar.
Siyahlar ve İspanyolca konuşan Hispanikler ise toplam nüfusun yaklaşık üçte biri ve büyük bir kısmı işçi sınıfından olup seçkinlere yönelik beyaz yoksullarınkine benzer olumsuz hisler onlarda da var. Fakat 2016 seçimlerinde anaakım siyasette hiç kimse onların bu hislerine tercüman olacak bir içerikle ortaya çıkmadı. Sonuçta işçi sınıfı kökenli Afrika-Amerikalıların yaklaşık yarısı, işçi sınıfı kökenli Hispaniklerin de yarısından fazlası o seçimde oy kullanmadı. Tabii bu da Trump’ın kazanmasının büyük nedenlerinden biri oldu.”
Evanjelik riyakârlık/ahlâksızlık
Lindisfarne ve Neale yukarıda sıralananların yanı sıra Trump’ın Evanjelik Protestanlarla bağ kurup, kitleleri kendisinden yana güdümleme yolunda onların desteğini almasının da 2016 seçimini kazanmasında rol oynadığını belirtiyorlar tabii. Ama burada asıl dikkat çektikleri husus, evanjelik değerler açısından tam mânâsıyla ahlâksız nitelemesini hak eden Trump ile “ırkçılık” ortak paydasında sarmaş-dolaş olunmasındaki utanç verici iki yüzlülük…
Şöyle ki bir kadınla kapısı kapalı bir odada yalnız kalmanın dahi zina itkisine yol açabileceği inancıyla bundan uzak duran evanjelikler, hakkındaki cinsel taciz iddiaları ayyuka çıkmış, zengin ve medyatik şöhretinden dolayı istediği her kadının “orasını avuçlayacağını” bir videoda dillendirmiş bu ahlâksız adamı desteklemekten geri durmadılar. Çünkü Trump’ın ırkçılığı, silah satışlarından yana olması ve göçmen-karşıtı politikası, evanjelikler nezdinde onun cinsel ahlâksızlığına ağır bastı, bunun görmezden gelinmesini sağladı.
Bu bağlamda Beyaz evanjelikler için ırkçılığın cinsellikten de ahlâktan da Tanrı’dan da daha önemli olduğu açık seçik ortaya çıkıyor!..
Yine de ümidi kesme “Hakikat”ten!..
Sonuçta Trump, ırkçılıkla cinsiyetçiliğin (kadın ve LBGTİ düşmanlığının), elit nefreti ile zenginliğin, riyakâr bir ahlâkçılıkla göçmen karşıtlığının başarılı izdivacından doğuş bulmuş bir musibet olarak ABD’nin ve dünyanın başına musallat oldu ve kolay kolay da kaybolup gideceğe benzemiyor.
Bu yazı kaleme alınırken 3 Kasım 2020 seçimlere ilişkin resmî sonuç henüz alınmamıştı. Biden’ın başkanlığını ilan etmesine ramak kaldığı ama Trump’ın ve onun giderek fanatikleşmiş, beyinleri yalanlarla/komplo teorileriyle yıkanmış, bu doğrultuda paramilitarize olmuş destekçilerinin de seçimi redde varan talep ve eylemlerinin varlığında bir türbülans ABD’de havaya hakimdi.
Sonuçta Trump kaybetmiş olsa dahi görünen, onun hiç mi hiç azımsanmayacak ölçekte ürkütücü, kaygı verici ve geleceğe yönelik umut kırıcı mahiyette, bünyesinde faşizan unsurları da barındıran bir kitlenin desteğine, dört yıllık feci yönetim performansına rağmen hâlâ sahip olması.
Ama bunun yanı sıra görünen, yine hiç mi hiç azımsanmayacak ölçekte, insana ve geleceğe umudu toptan kaybetmemeyi sağlayan; özgürlük, demokrasi ve en önemlisi “Doğruluk” adına ümitleri hâlâ diri tutan bir kitlenin de onun ve onun gibilerin karşısında olması!..
(KAYNAKLAR: Nancy Lindisfarne-Jonathan Neale, “Trump, Pence ve Evanjelikler”, Cumhuriyet Pazar, Sayı: 32, 12 Ağustos 2018; Peter Worsley, The Trumpet Shall Sound: A Study of ‘Cargo’ Cults in Melanesia, MacGibbon and Kee, 1957.)