Tayfun Atay
Post-Kemalizm’den Neo-Kemalizm’e AKP’nin Atatürk’le gönülsüz vuslatı
İktidarın hayatın akışına yönelik dinbaz dayatma ve taarruzları karşısında toplum bir dönem daha çok “devletin gri resmiyeti”nin simgeseli olan Atatürk’ü aldı ve onu “masmavi seküler yaşam” arzusunun simgesi haline dönüştürdü. AKP marifetiyle Atatürk, “Resmiyet”in ciddi yüzü olmaktan uzaklaştı ama sivil toplumun seküler güler yüzü olarak neşvünema buldu ve iktidarı da kendisine kayıtsız kalamaz kıldı. Böylece “post-Kemalizm” ektiler, “neo-Kemalizm” biçtiler
20 yılını tamamlamak üzere olan AKP iktidarının özellikle son 10 yıllık dönemini post-Kemalizm’den neo-Kemalizm’e bir ibretlik savrulma olarak okumak mümkün.
Elbette bu giriş cümlesini anti-Kemalizm’den post-Kemalizm’e oradan zorunlu olarak neo-Kemalizm’e iktidar tutsaklığının sonucu bir yolculuk şeklinde açılıma uğratmak da söz konusu olabilir.
AKP’nin kültürel-ideolojik genetiğinde anti-Kemalizm vardır. Türkiye İslamcılığı, “Millî Görüş” adı altında, erken-Cumhuriyet döneminden itibaren siyaseten bir seçenek olarak da belirmiş Atatürk muhalifliği ile yeni rejimin kültürel yörünge değişiminden rahatsız kitlelerin Atatürk antipatisini tortop edip içselleştirmiştir. Ve bunu, genelde zımnî (örtük) bir söylemsel stratejiyle; yani mecazlarla, yani dolayımlı anlatımlarla, yani mesela “Tek-Parti CHP’sine vuruyorum, Atatürk sen anla!” diye düşündürecek retorik kıvraklıklarla dışa vurmuştur.
Kemalizm’in bir resmî ideoloji işleviyle yürürlükte ve askerî bürokrasinin de siyasî özne işlerliğinde olduğu on yıllar boyunca bu zımnî anti-Kemalizm kamusal alanda dikkat, incelik ve hassasiyetle yürütüldü. “Zemin” çok sertti çünkü. Öyle ki ne kadar dikkat edilirse edilsin yine de parti kapatmalar, cezalar ve siyasal yasaklamalardan söz konusu İslamcı hareket payına düşeni bol bol almıştır.
“Ata” yerine “Dönme”, “Deccal”, “Put”, “Ayyaş”
Özel alanda, mahrem dünyalarda, “dost meclisleri” ve tarikat-cemaat sohbetlerinde ise her şey apaçık, ayan beyan, veryansın edercesine konuşulmaktaydı.
Atatürk’ün özel yaşamından başlayarak, aile üyelerine ve yakınlarına kadar uzatılan diller…
Yanı sıra dine, İslam’a, Allah’a düşmanlık iddiaları üzerinden onun dönme”liğinden de “deccal”liğinden de açılan bahisler…
Cumhuriyet’in kurucusu olarak ona yönelik tazimleri; söz gelimi Anıt Kabir’deki törenleri, çeşitli vesilelerle yapılan saygı duruşlarını ve hemen her yerde beliren resim, büst ve heykellerini “dinî” çerçeveye oturtup puta-taparlık saymalar.
Bu doğrultuda, Atatürk mevzubahis olduğunda ondan “Put” diye söz etmeler…
AKP bu anti-Kemalist kültürel-ideolojik art alandan çıkış bulmuştur. Zaman zaman özel alanda dobra dobra konuşulanları kamusal alanda “lapsus”lar halinde karşımızda bulduğumuz da olur. Mesela şu meşhur, “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek, bir vaka, niçin sizin için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?” sözü gibi…
Burada elbette başka verilecek çok sayıda örnek var, ama “imam”ın sözüyle yetinelim ve “imam” böyle söyleyince “cemaat”in de neler neler söylediğini sıralamaya kalkıp hem vakti hem de metni tüketme cihetine gitmeyelim!..
Vesayete son, yaşasın post-Kemalizm!
“Post-Kemalizm” tabirinin ise özellikle 2011 genel seçimlerinde AKP’nin ülkenin neredeyse yarısının (yüzde 49,83) oyunu alması sonrasında dolaşıma girdiği söylenebilir. Onu kullanıma sokanlar, AKP’nin ülkede böylesi rağbet görmesiyle de bağlantılı olarak Türkiye’nin artık hem bir devlet ideolojisi olarak Kemalizm’den hem de bir “kültürel temsil” olarak Atatürk’ten (onun bir kült haline getirilmiş olmasından usanıldığı için) uzaklaşmakta olduğu değerlendirmesini yapmaktaydılar. Bu doğrultuda düşünenler için Kemalizm, laikliği önerse de demokratik değildi; millet egemenliğini (Meclis’i) öne çıkarsa da alttan alta vesayetçi (MGK’ci) idi; modernliği-çağdaşlığı savunsa da kültürel-kimliksel bağlamda çoğulculuktan uzak, etnik-dinsel özgürlükler noktasında sınırlayıcı idi.
Ama işte artık ülkede muazzam oy desteğine sahip AKP vardı ve onun bu durumu, bu kitlesel “teveccüh” işaret etmekteydi ki Türkiye post-Kemalist (yer yer “post-seküler” de denilen) bir döneme girmişti. Bu doğrultuda gereken neyse yapılmalıydı.
Post-Kemalizm’in tosladığı duvar: GEZİ
AKP gerekeni yapmaya, giderek bir iktidar zehirlenmesine de uğramış lideri öncülüğünde 2012-13’lerde şevkle-şehvetle koyuldu. Askerî vesayet ve “devletin gri resmiyeti” ile özdeş kılınan Kemalizm’i öteleme bahanesiyle adına “inşa süreci” dedikleri bir projeyi işlerliğe koymaya başladılar. Yani AKP’nin “Yeni Türkiye”si diğer deyişle bir “post-Kemalist” Türkiye idi. Özünde bu, dine referansla toplumu kültürel (yaşam-biçimsel) zapturapta alma girişimiydi.
Bu süreçte okkanın altına giden, hayatını dinsel değil seküler parametrelere dayalı olarak sürdüren toplum kesimleri oldu. AKP liderinin dozu sürekli artan hoyrat ve hiddet dolu belagati eşliğinde kendilerini ötekileştirilmiş, aşağılanmış, lanetlenmiş hisseden bu kesimlerin çığlık çığlığa tepkisi de GEZİ’de patladı.
GEZİ, post-Kemalist uçuşların duvara tosladığı, sonrasındaki siyasi karmaşa, çatışma ve belirsizliklerden de dinbazlığın “neo-Kemalizm”e doğru istese de istemese de rota kırma durumunda kalacağı ilk dönüm noktasıdır aslında. Ama elbette bir süre daha gemi azıya almış halde yol aldılar. Ta ki kendi dinbaz vesayet rejimlerini kurma yolunda eski statükoyu alaşağı ederken birlikte hareket ettikleri Cemaat’le iktidar paylaşım kavgasına düşüp, ardından da bir darbe girişimi ile karşı karşıya kalana kadar…
Bunun ardından yeni ittifaklara ihtiyaç duyularak, bir yandan Türkçü-milliyetçi siyasetle, diğer yandan (o Türkçü-milliyetçilikle de bir ölçüde titreşimsel mahiyette) ulusalcı unsurlarla diyaloğun önünün açılması, elbette Kemalizm bağlamında da önemli bir vizyon değişikliğine sebep oldu.
Ama esas Atatürk simgeselini toplumsal-kültürel mahiyette tedavülden kaldırmaya dönük hedeflerin, girişimlerin, yoklamaların geniş kesimlerce tepkiyle karşılanması AKP’yi öyle yıllar boyu kapalı kapılar ardında ata tuta söylenenlerle mutabık bir strateji yürütme noktasında geriletti. Anlaşılmaktaydı ki kazın ayağı öyle “Üstad Mısıroğlu”nun sohbetlerinde Atatürk’e yönelik ağza ne gelirse söylenmesiyle uyarlı değildi.
Üstad Mısıroğlu oldu “Deli Kadir”
Ömrünü Atatürk’e dönük bir “antagonizma”yı İslamcı-Osmanlıcı ideolojik itkiyle popülerleştirmeye adamış Kadir Mısıroğlu 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında yurt dışına kaçıp, vatandaşlıktan da çıkarılıp Almanya-İngiltere ekseninde mülteci bir hayat yaşadıktan sonra 1990’larda Türkiye’ye döndü. O, AKP döneminde önce altın çağını yaşadı denilebilir; Köşk’te devletlû yemek davetlerine de “ulemayı rüsum”un başı tarafından taltif ve hürmete de mazhar oldu.
Ama Atatürk düşmanlığının kamusal-medyatik görünürlük kazanması bir yandan da onun süratle “Deli Kadir” diye tavsif ve bir sosyo-patolojik vaka olarak tasnif edilmesine yol açtı.
Tepkiler iktidarın birlikte hareket ettiği siyasi ortaklardan da gelmekteydi elbette ve bu süreçte biz AKP iradesinin çok da fazla bir sahiplenme sergilediğini görmedik. “Üstad”ın vefatı kontrollü-itidalli bir sükunetle adeta oldubittiye getirildi.
Bu arada aynı süreçte tam aksi istikamette de daha önce ne yapıp edilip telaffuzundan kaçınılan “Atatürk” adının, uzun zaman boyu manidar şekilde “Gazi” veya “Gazi Mustafa Kemal” diye sürdürülmüş atıflara eklendiğini fark eder olduk. Anıt Kabir defterlerine “Aziz Atatürk” diye başlıkların atıldığını görmeye başladık.
Böylece AKP bir de baktık post-Kemalizm’den yavaş yavaş, kendi halince, karınca kararınca bir neo-Kemalizm’e sıçramakta.
MHP genetiği AKP’yi “yedi”!
Elbette bu süreçte, iktidardan düşme korkusuyla sığındıkları milliyetçi-sağ hareketle ittifakı sürdürebilme zorunluluğunun öyle anti-Kemalist veya post-Kemalist triplere girmemeyi gerektirmesinin altını bir kez daha ve detaylıca çizmek gerekiyor. Beka derdine düşüp sarıldıkları MHP siyaseti; kendilerinin uzun aman “kavmiyetçilik”, “kafatasçılık”, “faşizm”, “kandan beslenme” diye tanımladıkları bu siyaset, eğriye eğri doğruya doğru, Atatürk konusunda öyle gak-guk etmelere izin vermez.
Dolayısıyla, Atatürk’ü en yakın ve büyük Türk milliyetçisi olarak kodlayan MHP hareketi, kendi ideolojik genetiğini “Cumhur İttifakı” adı altında beraber yürüdüğü yolda AKP’ye yedirmedi. Ama bu bakımdan AKP’yi “yedi” denilebilir.
Mısıroğlu’nun kemikleri sızlıyor!
İşte bütün bu aktarılanlardan dolayıdır ki şimdi Samsun’da Atatürk Anıtı’na saldırı düzenlendiğinde kitlesel tepkinin altında ezilmeme yolunda AKP’nin resmî ağızlarının olayı Atatürk’e gayet mültefit hitaplar eşliğinde kınadıklarını görüyoruz.
Halbuki bu ağızların ya da onları iktidara taşıyanların zamanında, söz gelimi SSCB’nin çöküşü sonrasında Lenin heykelleri alaşağı edilirken, “Darısı başımıza”, “İnşâallahü Rahman, burada da o günler gelecek”, vb. nidalar sarf ettiklerini duymadık mı duyduk.
Ama şimdi ne deniyor: “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz hatırasına yapılan saygısızlıkları ve provokasyonları kınıyoruz.”
Ortada Kadir Mısıroğlu’nun kemiklerini sızlatacak bir “keyfiyet” var mı, vah ki vah, var!..
Post-Kemalizm eken neo-Kemalizm biçer
Sonuç olarak, AKP iktidarının hayatın akışına yönelik dinbaz dayatma ve taarruzları karşısında toplum, bir dönem daha çok “devletin gri resmiyeti”nin simgeseli olan Atatürk’ü aldı ve onu “masmavi seküler yaşam” arzusunun timsali, temsili, simgesi haline dönüştürdü.
AKP marifetiyle Atatürk, “Resmiyet”in ciddi yüzü olmaktan uzaklaştı ama sivil toplumun seküler güler yüzü olarak neşvünema buldu ve iktidarı da kendisine kayıtsız kalamaz kıldı ki işte “neo-Kemalizm”le kastetmeye çalıştığımız bu.
Baksanıza AKP ağızlarında “Üstad Kadir Mısıroğlu” out, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” in…
Ne denilebilir ki kendileri etti kendileri buldular. Anti-Kemalizm’den feyz aldılar, post-Kemalizm ektiler, neo-Kemalizm biçtiler!..