Özlem Yalım
PLASTİKTEN BİR İKON: MONOBLOK SANDALYE
Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler; berbat bir reklam da kitlesel olarak yayılabilir ve böylece amacına ulaşmış olur. Tasarım da öyle. Her ne kadar iyi ve ideal tasarım için tanımlar, manifestolar benimsesek de, her başarılı tasarım bunlara uymaz. Bunlardan biri, her gün hepimizin onlarcasını her yerde gördüğümüz bir sandalye. Herkesin deyimi ile beyaz plastik, biz tasarımcıların bildiği ismi ile Monoblok sandalyeden bahsediyorum.
ÖNCESİ: KARIŞIK DUYGULAR, KONULAR
İş için memleket yollarındayım. Ankara’nın son yıllarda açılmış önemli kültür merkezlerinden CerModern’de açılan nefis bir sergi: Paylaşılan Kutsal Mekanlar için mimar dostlarımızla buluşacağız. Sergiyi lütfen Anadolu Kültür’ün web sitesinden takip edin, yolunuz düşerse izleyin dilerim.
Bildiğiniz gibi, Anadolu’nun kentlerine sanatı, siyasi bilinci, sivil toplum kültürünü yayan çalışmalar gerçekleştiren Anadolu Kültür’in kurucusu Osman Kavala, siz bu satırları okurken, parmaklıkların ardında somut bir gerekçe olmaksızın 1398. Gününü geçiriyor olacak. Dile kolay, neredeyse 4 yıl!
Dinlerin ortaklıklarını, mabetlerini, yolculuklarını anlatan bu eşsiz sergiyi, bir buruklukla izliyor insan. Bugünlerde yaşamımızın her yerinde bir burukluk, bir eksiklik, yarım kalmışlık var.
Plastik gibi hayatlarımız, gittikçe sıradanlaşıyor ve ucuzlaşıyor.
Ankara’nın kültür ve sanat alanında önemli bir yeri olan bu mekanın tasarımcıları da konuklarımız arasında yer aldı: Uygur Mimarlık’tan sevgili Semra ve Özcan Uygur’un projelendirdiği bu yapı, ön kısmında geniş bir avlu barındırıyor. Bu avlu farklı etkinlikler için ve açılışlar için kullanılabiliyor.
İşimizi bitirmiş olmanın tatlı yorgunluğu ile mekanın kapalı alanında gerçekleşen sergiden, bu avluya çıkıyorum. Tarihle bütünleşmiş bu özel yapının oldukça büyük avlusunda, sinema gösterisi için dizilmiş yüzlerce beyaz plastik sandalye ile yüz yüze geliyorum, ve düşünüyorum: Galiba dünyada en çok satan tasarım bu olmalı !
YENİ TÜRKİYE’NİN ANAYASASI: VASATLIK
Sadece 10-15 kişinin izlemeye başladığı bu film gösterimi için beyaz plastik sandalyelerin yüzlercesi bitişik nizam, (ve sosyal mesafeye dikkat edilmeden üstelik!) dizilmiş sandalyelerin; güzelim avluyu, yapının tarihi atmosferini nasıl da yok ettiğini görüyorum. Deneyim böylece vasatlaşmış; Ne var ki vasatlık, yeni Türkiye’nin ana yasası gibi ve kimin umurunda?
Hep böyle değil midir?. Binaları yaparız ve öylece kaderlerine bırakırız. Asıl sorunumuz inşa etmekte değil, o yapıları işletmektedir. Bu işletim beceriksizliğimiz her gün, her yerde ortaya çıkar. Restoranlardan, kültür kurumlarına, işletme kabiliyetsizlikleri, deneyimlerimizi keyifisiz hale getiren en büyük faktördür. Devlet tiyatrolarının, belediyelere ait kültür kurumlarının, sahildeki çay bahçesinin veya CerModern gibi bir sanat merkezinin, bizlere sunduklarının tümü bu işletim beceriksizliği ile, öncelikli olarak görsel bir biçimde algılarımızdan içimize nüfuz eder.
Köşeye atılmış bir temizlik kovası, üzeri örtü ile alakasız bir yerde bekleyen eski bir buzdolabı, yapılara sonradan eklenen doldurulan onlarca aksesuar, o yapıyı tasarlayan mimar ben olsam, her defasında hançer gibi saplanırdı kalbime. İnsan binbir düşünce ile idealize ettiği, saatlerce , günlerce, aylarca emek verdiği, ilmek ilmek sıfırdan yarattığı bir eserin bilinçsiz ellerde vasatlaştığını, içinin doldurulamadığını gördüğünde kahroluyor, biliyorum bu duyguyu.
Yüzlerce beyaz plastik sandalyenin, gereksinimden çok sayıda kullanımından tutun da, dizilişine, bu yapıya uyumsuzluğuna kadar bana düşündürttüğü de bu oluverdi. Güzelim avlu, ucuz plastikten bir deniz oluvermişti. Beyaz plastik, Marmara’nın müsilajı gibi, avlunun güzelim taşlarının üzerine yayılmıştı. Bina, avlusunda bile nefes alamıyordu.
DÜNYANIN EN NEFRET EDİLEN TASARIMI
Avrupa’nın kentsel tasarım anlamında galiba en düzenli ve bakımlı kenti olan Basel’de bu sandalyenin kullanımının, 2008 yılından itibaren nerede ise on yıl süre ile yasaklanmış olduğunu hatırlıyorum; Wikipedia beni doğruluyor. Oldukça tuhaf olan bu yasağın gerekçesi, bu sandalyenin kent görünümü bozduğu idi. Dönemin tasarım konferanslarında, adil ve ulaşılabilir tasarım tartışmalarında sıkça değinilen bir mesele olmuştu. Bu sandalye demokratik bir tasarım olarak anılmaya bu tepkiler sebebi ile başlandı belki de.
Yine Wikipedia’dan aldığım sayılara göre Avrupa’da bir milyar adedin üzerinde satılmış; İtalyan bir üretici yılda on milyon adet üretiyormuş. Maliyeti 3.5 Amerikan doları olarak bildiriliyor. Türkiye’de her hangi bir istatistiğe ulaşmak ne mümkün! Araştırıyorum ancak ne kadar üretiyoruz bulamıyorum. Her yerde gördüğümüze göre biz de, en az o sayılarda üretebiliyoruz kanımca. Bizdeki satış fiyatı 100-150 TL civarı, yani 9.5 Amerikan dolarına denk geliyor.
Monoblok olarak bilinen bu sandalyenin ismi de üretim biçiminden geliyor. P
Thermoplastik, yani ısı ile şekillenen polypropylen malzemenin kalıba tek seferde enjekte edilip, tek seferde çıkarılmasından dolayı bu isimle anılan tasarımın, küçük farklılıklara sahip yüzlerce benzeri nerede ise dünyanın her yerinde üretilip satılıyor.
Bu yaygınlığın ardında tek malzemenin kullanılması, tek renk, tek hamlede üretim gibi faktörlerin yanında gelen ucuzluk yatıyor. Sandalyenin üst üste istiflenebilir olması, istiflendiğinde kapladığı az yer ve hafifliği ile çoklu adetlerde oradan oraya taşınabilmesi de bu sandalyeye olan rağbeti arttırıyor. Böylece endüstriyel ürün üretimindeki bir ikon ile baş başa kalıyoruz.
Modernizm anlayışının bizi içine hapsettiği ve hepimizi üst üste istiflediği, köşeli, pencereli, kutu evlerimizin vasatlığı gibi, Monoblok sandalye de, makine üretiminin standartlaştırdığı hayatların somut ve en çok bilinen nesnesi olarak hayatlarımızda boy gösteriyor.
PLASTİK HAYATLAR
60’lı yıllarda seri üretim tekniklerinde plastiğin yaygınlaşması ile birlikte, ev eşyalarındaki yeri de artmaya başlar. O dönemlerden itibaren birçok tasarımcı ve firma, plastik sandalyeler üretir. Bugün çay bahçelerinden esnaf dükkanlarının önüne, yazlıklardan, Cermodern gibi bir sanat merkezine kadar gördüğümüz bu sandalyenin orijinal tasarımı da bu akım doğrultusunda, Fransız Henry Massonet tarafından 1972 yılında yaratılmış olan Fauteuil 300 isimli sandalyedir.
Fauteuil, Fransızca’da, basit çoğunlukla kolçaklarının altı boş olan koltuklara verilen bir isim. Massonet, bu isim ile, bu sandalyenin aynı zamanda alışılan ahşap sandalyelerden farkını da ortaya koyuyor, zira beyaz plastik sandalye gerçekten de benzerlerinden ucuz olduğu kadar rahattır da.
Tasarım konuları söz konusu olduğunda güzellik ve çirkinlik kavramlarını, ortaya koymayı pek tercih etmem. Bildiğimiz üzere insanlar farklıdır ve bu farklılıkları onların zevklerini de farklı kılar. Dünya, tarihi boyunca güzel ve çirkin olan hakkında uzlaşamamıştır. Bu uzlaşma ihtiyacını dahi gereksiz bulurum. Kimine güzel olan kimine çirkindir. Ancak tasarımın estetiğinden olmasa bile uygunluğundan söz edebiliriz. Uygun yerde, uygun ve doğru malzemenin, eşyanın, tekniğin kullanımı gibi konular iyi tasarım için her zaman tartışılabilir. Monoblok, veya yaygın ismi ile beyaz plastik sandalye, burada sıraladığım özellikleri bakımından, kişisel fikrime göre oldukça çirkin, ama bir o kadar da başarılı bir tasarım olarak anılabilir. Dünya çapında en çok satan, en karlı, en basit ve 1.5-2 dakika gibi hızlı bir üretimden bahsediyoruz. İşte bu özellikleri onu dünya çapında ikonik hale getiriyor.
Diğer yandan bu tasarımın her yerde kullanımıyla ilgili bir uygunluk arayışına girebiliriz. Bu, estetik bir arayış gibi görünse de, kanımca pek öyle değil. Değerli yapıların ve bir kent için önem taşıyan mekanların böylesi bir sıradan eşya ile donatılmış olması yapının ve sunduklarının değerinden düşüş sağlıyor. Çünkü Monoblok, dünyanın neresine giderseniz gidin, ucuzluk, kimliksizlik, özensizlik, geçicilik gibi sıfatlarla anılıyor. Galiba, mesela CerModern bundan çok daha iyisini hak eden bir işletme.
GERİ DÖNÜŞÜM ŞART
Bu ikonik nesne aslında dünyamızla olan toksik ilişkimizin de bir sembolü gibi. Ürün olarak 10 yıl kadar parçalanmadan kullanılabilen bu sandalyeler, doğada yok olamayan polypropylen malzemeden üretiliyor. Parçalarına ayrılsa dahi mikroplastikler denizlere, toprağa karışıyor ve gıda çemberimizin içinde zararlı bir malzeme olarak yer almaya devam ediyorlar. Bu sandalye ve benzer ürünler için, mutlaka geri dönüşüm sistemleri şart. Dünyanın öncü tasarım ikililerinden Campana Brothers ve pek çok diğer sanatçı ile tasarımcı, Monoblok sandalye ile yeni tasarımlar ve sanat eserleri üretse de, yer yüzünde milyarlarca üretilen bu eşyayı, geniş anlamda plastik tasarımların tümünü, endüstriyel anlamda geri dönüştürerek kullanıma sokmak, dünyalıların en önemli görevlerinden biri. Bu görev için, örneğin Monoblok sandalyelerimizin sonraki yaşamlarının izini sürebiliriz.