Tayfun Atay
Paganizmde değil kendinizde arayın Şeytanı!
Yıllardır epik-fantastik bilimkurgu filmlerde/dizilerde karşımızda olan, sinema salonlarında da evlerde de hemen her kesim tarafından izlenen kurgu karakterler, figürler ve semboller, 50 ülkede yayınlanan bir programın Türkiye sürümünde ekrana yerli performansla gelince necip kanınıza dokundu, öyle mi?!.. Yoksa ekonomik yangını nasıl kamufle etsek derdinde tek sığınağınız kültürel kutuplaşma, dindar-laik zıtlaşması yaratmak olduğundan, “Sezen”in kesmediği yerde şimdi “Maske”ye mi sarıyorsunuz?.. Ne diyelim, kolay gelsin ama bunlar sizi kurtarmaz.
Beklenen oldu ve akışında paganizm-satanizm propagandası yapıldığı saçmalamalarıyla “Maske Kimsin Sen” programına karşı gösterilen dinbaz-ergen tepkiler arzu ettikleri karşılığı bir cumhurbaşkanlığı genelgesiyle buldu.
“Basın ve Yayın Faaliyetleri” başlığı ve Tayyip Erdoğan imzasıyla dün Resmî Gazete’de yayımlanan genelgede önce dijitalleşmenin nimetlerinden yararlanmanın yanı sıra zararlarına karşı da önlem alma gerekliliğinden bahisle giriş yapılmakta. Ardından “aile-çocuk-gençlik” üzerinde koruyucu-kollayıcı olmanın anayasal zorunluluğundan devam edilmekte. Elbette o beylik milli-manevi değerleri yozlaşma ve yabancılaşmaya karşı muhafaza etme ödevinden de dem vurulmakta.
En nihayet, durumdan vazife çıkarmak üzere hazır olda bekleyenlere “Davranın!” işareti verircesine şöyle noktalanmakta (kısaltılmış olarak):
“Toplumumuzun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı gözlenen ve son günlerde özellikle yabancı içeriklerin uyarlanması şeklinde ekranlara gelen televizyon programlarının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar ivedilikle atılacak; birtakım semboller kullanılmak suretiyle verilmeye çalışılan mesajlarla çocuk ve gençlerin zihin dünyalarını hedef alan yapımlardan onları koruyacak, aile ve çocuk dostu yapımlar teşvik edilecek; ulusal ve yerel medya organlarının tehdit ve tehlike oluşturan bu tür yapımlarına karşı ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından gerekli tüm tedbirler gecikmeksizin alınacaktır.”
Sezen kesmedi, şimdi “Maske” mi?
Genelge gayet belirgin şekilde, özellikle “birtakım semboller kullanılmak suretiyle verilmeye çalışılan mesajlar” lafzı ile “Maske Kimsin Sen”i işaret ediyor, buna kuşku yok. Haftalardır yazılı, televizüel ve sosyal medyada yandaş kalem ve ağızlarca, yardak trollerce sürdürülen “satanizm-paganizm propagandası yapmak”, “emperyalizme kölelik vaat etmek”, “sapkın içeriklerle milletimizi kültürsüzleştirmek” ve benzeri tezviratla örtüşen bir resmî metin var ortada. Şimdi kuvvetle muhtemel ki gereği yapılacaktır.
Yıllardır epik-fantastik bilimkurgu filmlerde/dizilerde karşımızda olan ve sinema salonlarında da evlerde de hemen her kesim tarafından bayıla-kaykıla izlenen kurgu karakterler, figürler ve “semboller”, 50 ülkede yayınlanan bir programın Türkiye sürümünde ekrana yerli performansla gelince necip kanınıza dokundu, öyle mi?!..
Yoksa ekonomik yangını nasıl (söndürsek değil) kamufle etsek derdinde tek sığınağınız kültürel kutuplaşma, dindar-laik zıtlaşması yaratmak olduğundan, “Sezen”in kesmediği yerde şimdi “Maske”ye mi sarıyorsunuz?..
Ne diyelim, kolay gelsin ama Efendiler, bunlar sizi kurtarmaz. Ne “ekmek derdi”ni böyle unutturabilirsiniz ne de bir programın üzerine çullanarak, güya üzerlerine titrediğiniz çocukları-gençleri yaşadıkları hayatın ayrılmaz bileşeni olan bu tür fantastik içeriklerden uzak tutabilirsiniz. Uçsuz-bucaksız, ele-avuca sığmaz, kilide vurulmaz dijital görsellik evreninde olanaksız bu.
Sizinkisi kılıç-kalkanla siberuzayın fethine çıkmak gibi bir şey.
Paganizmde şeytan yok
Her neyse, benim burada asıl üzerinde durmak istediğim husus, ha bire papağan gibi tekrarlanan “paganizm ve satanizm” teranesi. Bu terane, pagan inançları şeytan-tapımı ile özdeş ya da içli dışlı sayan büyük bir yanlışlık ve haksızlığın uzantısı. Bunun Avrupa tarihindeki meşhur ve meşum cadı-avlarına kadar geriye giden bir tarihi vardır.
Ve yapılan da aslında bir inanç bünyesinde mevcut kötülük tasarımını, başka bir inanca onu kötülemek üzere mal etme sahtekârlığıdır.
Cadıların takipçisi-temsilcisi olduğu inancın da bir bileşenini oluşturduğu Paganizmde şeytan yoktur. Satanizmin nereden köken aldığını merak ediyorsanız eğer, yapmanız gereken İslam’ın da bir parçası olduğu semavî/İbrahimî din geleneğine yönelmektir.
Ne demek istiyoruz, açalım!..
Doğa Ana’ya inanç: Paganizm
Özünde “doğa tapımı” yatan Paganizm, kutsiyet alanını eril tekelden kurtararak bu bakımdan “dişil” unsuru etkin şekilde öne çıkaran bir inanç kapısı açar. Çünkü Doğa, dişil tasarımlanan bir varlık alanıdır; “Doğa Ana” tabirinde gayet açık olduğu üzere...
Paganizm ile politeizm (çoktanrıcılık) arasında bir titreşim yok değildir elbette, ancak “paganik politeizm”, tanrılar ve tanrıçaları dünyadan uzak, yeryüzü hayatına mesafeli ve yaşayan varlıklara üstün konumda görmez. Söz konusu olan, aslında varlıklar arasındaki çoklu ve çeşitli ilişkilerin kutsî kategorilerle ifadesidir. Böylesi bir boyut paganizmde içkindir, ama bundan öte asıl “panteist” bir boyut paganizmde içkindir. İlahi-Yüce olan (Divinity) her yerdedir; doğanın her zerresinde, her birimizde ve hem eril hem dişil mahiyette…
Özetle, yaşayan her şeyin ve onların birbiriyle bağlantılarının kutsallığına inanç, Paganizmdir.
Paganizm, satanizme değil feminizme açılır
Paganizm bu şekilde yeryüzü ve kâinatı kutsallaştırarak, insanı tanrısal yaratılışın merkezî, aslî ve hâkim unsuru (“Eşref-i Mahlûkât”) yapmış inanç sistematiğini değiştirirken, bugünün dünyasının feminist ve çevreci hareketleriyle de bizi buluşturur. Her iki hareket de günümüzde “neo-Paganizm’le bağlantı içinde yol almaktadırlar.
Pek çok mensubu kendisini “pagan” olarak da tanımlayan Yeşiller hareketince benimsenmiş “Gaia hipotezi” bu açıdan zikredilmeye değer bir örnek oluşturur. Adını Yunan mitolojisindeki yeryüzü tanrıçası Gaia’dan alan ve dünyanın kendi kendine düzenli bir işleyiş içinde eşsiz bir organik sistem olduğunu öne süren bu hipotez doğrultusunda Yeşiller, insan-merkezci (homosantrik) anlayıştan çevre-merkezci (ekosantrik) anlayışa geçmeyi savunurlar. Adeta “ana rahmi” gibi Gaia’nın içinde yaşayan, ona bağlı-bağımlı bir insanlık haline yönelimi benimserler.
Bu çerçevede Paganizm bugünün dünyasında kadın hareketleri, çevrecilik ve bu ikisinin bileşkesi denilebilecek “ekofeminizm” ile sarmaş dolaş şekilde karşımıza çıkar.
Bununla birlikte kadınlık ve Paganizm denince hiç kuşkusuz ilk akla gelen, Hristiyan Avrupa’da çağlar boyunca lanetlenmiş yakılmış (“avlanmış”) cadılardır.
Şimdi bu “Cadılık” neyin nesi, onun üzerinde duralım ve oradan da “Şeytan bunun neresinde”, daha doğrusu Şeytan nelerin neresinde sorusuna cevap vermeye çalışalım!..
Şeytan’ı “Maske”de arama!
Cadılık ya da pratisyenlerinin çağdaş dünyada tercih ettiği isimle “Vika” (Wiccan) inancı, paganizmle büyücülüğün bileşimi. Zannedildiği gibi, daha doğrusu dinsel-tarihsel bir algı güdümlemesi ile çarpıtıldığı üzere, şeytan ve Satanizmle ilişkili bir inanç pratiği değil.
Cadılık, Pagan gelenekten çıkıyor. Satanizm ise esas itibarıyla Yahudi-Hristiyan geleneğin istenmedik bir yan ürünü.
Üç büyük tektanrıcı İbrahimî dindeki “Şeytan” imgesi ve simgesinin izini sürüldüğünde yol, Ortadoğu’nun Zerdüştlük-Maniheizm gibi daha eski dinsel geleneklerine doğru uzanır. Aslında İbrahimî dinlerdeki Şeytan (İblis/Azâzil), Zerdüştlükte iyilik tanrısı Ahura Mazda karşısında onunla aynı konumda, yani tanrılık statüsünde olan Ehrimen’in melek statüsüne indirilmiş formudur. Bununla bağlantılı olarak Şeytan’la Ehrimen arasındaki fark, birincinin kötülüklerin sadece yayıcısı olması, ikincinin ise kötülüklerin hem yayıcısı hem de kaynağı olmasıdır.
Bugün dünyada mevcut Satanist kültlerde tapınılan, İbrahimî din geleneği içerisinde aslî kötülük yayıcı olarak tasarımlanmış Şeytan’dır.
Dünün cadı avları
Semavî gelenek, yeryüzünü lanetli sayar ve cennetten kovulmuş insanı oraya bir ceza olarak koyar. Buna karşılık Pagan gelenek yeryüzünü kutsal sayar ve insanı, doğa içerisindeki her şey gibi o kutsallığın bir parçası olarak değerlendirip oraya koyar. Dolayısıyla pagan, büyücü ve elbette aralarında erkekler de olmakla birlikte çoğunluğu kadın olan cadılar, Şeytan’a değil “Doğa Ana”ya taparlar.
Gel gelelim, 15 ve 18’inci yüzyıllar arasında Avrupa ve Amerika’da cadı oldukları gerekçesiyle yakılmış, en mütevazı tahminle 40 ile 100 bin arası insana yönelik suçlamanın özünde, Şeytan’ın arzusu doğrultusunda yapılan ayinlerde çıplak dans etmek, toplu seks yapmak, bebek ve çocuk kurban edip yemek gibi ithamlar vardır.
Elbette bunların aslı-astarı yoktu. Şeytan’ın hükmünde oldukları iddia edilen cadılar, esasını bolluk-bereketle bağlantılı doğa tapımının oluşturduğu, Hristiyanlık-öncesi Avrupa’daki pagan inançların takipçileriydiler. Hristiyanlık yayıldıktan sonra onlar yok olmamış, ama kıyıda-köşede, sessiz-sedasız faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.
Bugünün cadı avları
Burada dikkat çekilmesi gereken husus, Kilise’nin Avrupa’da altın çağını yaşadığı Orta Çağ’da değil, ekonomi-politik iktidarını kaybetme tehlikesinin baş gösterdiği Yeni Çağ’da cadıların “av” haline gelmesidir. Amaç, cadıları Şeytan’ın güdümünde göstererek Tanrı’yı temsil edenlerin kitleler nezdinde sarsılmaya başlamış iktidarını yeniden pekiştirmeye çalışmaktı. Bir dönemde iktidarını sağlamlaştırma yolunda Haçlı Seferleri’ni tezgâhlamış Kilise, iktidardan düşüşünü durdurma yolunda da cadı-avlarını kışkırtmıştır.
Şimdi de karşımızda bugün bu coğrafyada ekonomi-politik iktidarını kaybetme noktasındaki dinbazlığın, yoksul ve açlıktan kıvranma/soğuktan donma noktasına gelmiş kitlelerin kendisine yönelebilecek öfke ve tepkisini farklı bir yörüngeye oturtma yolunda benzer bir tutum alış içinde olduğunu düşünüyorsanız, haksız sayılmazsınız. Bu coğrafyanın “Vikan”ları da Sezen’ler, Gülşen’ler ve işte maske maske karşımıza çıkan kadınlı-erkekli figürler…
Fark şu ki kilise babalarının kışkırttığı cadı avları korkunç ve trajikti.
Bizim dinbaz babaların kışkırttıkları ise daha çok acınası ve komik.