Özlem Yalım
ÖNCELİKLERİMİZ
İnsanlık tarihi gibi, tasarım ve sanat tarihi de manifestolarla dolu. Pek çok anlam yüklenmiş olan bu kelimenin kökeni de pek çokları gibi ışığa dayanıyor. Eski toplumlarda “ışıkta açık seçik görülebilen” anlamında kullanılmış. Günümüzde benzer bir şekilde “ortaya konan, beyan edilen” deklarasyonlar için, farklı alanlarda manifestolarla karşılaşabiliyoruz. Bunlardan tasarım alanında önemli olan birinden, 1964 tarihinde The Guardian gazetesinde yayınlanan First Things First manifestosundan bahsetmek istiyorum sizlere.
İçinde bulunduğumuz dijital çağ, suları geniş alanlara yayılan, ancak derinliği sadece bir parmak olan bir okyanus gibi. Dijitalleştikçe yüzeyselleşiyoruz. İyi haber şu ki, ekranların, büyük miktardaki bilgi akışının, kolay erişimin ve hızın coşkusunu yaşadığımız o ilk buluşma anından sonra, artık insanlar bu yüzeyselleşmenin farkına varır oldular. İçerik, nitelik, sakinlik, dijital çağın olgunlaşma sürecinde yeni eğilimler şeklinde kendini gösteriyor.
Bu çağın getirdikleri yaşam kültürünü ve insan ilişkilerini dönüştürdükçe, meslekler ve iş yapma biçimleri de kaçınılmaz olarak değişti. Mesleki performanslarımızda da nitelik en çok aradığımız unsur haline geldi. Bu konularda mesleki sohbetlere, söyleşilere dahil olduğumda hep içimden şöyle fısıldadığımı fark ediyorum: Dünyada ve daha önemlisi, pek çok bakımdan zorlu bir dönemden geçen Türkiye’de mesleklerimiz adına yeni manifestolar lazım.
BİZE DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞASIN
Ülkemiz manifestolar üretmek, başka bir deyişle inandığı değerleri açık, öz ve anlaşılır bir biçimde deklare etmek için dünya ile kıyaslandığında çok da üretken bir ülke olmamıştır. Toplumsal olarak sorgulayıcı ve başkaldırıcı değiliz; risk almayı sevmiyoruz. “Başkaları yapsın biz izleyelim”ciyiz. Hatta “Başkaları yapsın, biz onları aşağı çekelim”ci!
Şimdilerde hemen hemen her şey bireyselleştiği gibi, manifestoların da kişisel olarak ortaya konulduğunu görebiliyoruz. Tamam bunu anlıyoruz, kişinin kendi kendine bir takım konularda inandığı gerçeklerini sıralaması önemli ve değerli ama etkili değil. Yurt dışında buna “manifestation” deniyor. 2014 yılında yazdığım bir yazıda bunu manifestolamak diye Türkçeleştirmiştim; şimdilerde manifeste etmek de deniyormuş. Kimi düşünürlere göre manifesto üretimi ve sunumu başlı başına sanatsal değeri de olan bir performanstır. Diğer yandan değinmek istediğim bu bireysel performans değil; kitlelere ulaşabilecek, mesleki etiği ve gelişimi etkileyebilecek, ilgilileri yeniden düşünmeye ve soru sordurmaya itecek bir güçlü hareketten bahsediyorum. Bu kolay bir iş değil ve adanmışlık ve cesaret gerektiriyor.
1963 yılında Grafik tasarımcı Ken Garland tarafından Society of Industrial Arts toplantısında kaleme alınan, ve sonra meslektaşlarının ve öğrencilerinin de katkısı ile gelişen ve 1964 yılında ilk kez The Guardian gazetesinde yayınlandıktan sonra, büyük bir hızla yayılan First Things First manifestosu, böyle bir cesaretin ürünüydü.
Garland okuldan hemen sonra döneminin saygın tasarım dergilerinde editörlük ve yazarlık yapan, politik yanı güçlü bir tasarımcı olarak mesleğinin etiği ile yakından ilgiliydi. Bu manifestoyu kaleme alması için ona ilham veren ise 60 yılların hızla gelişen ve dönüşen reklam endüstrisi ve bunun içerisinde varolmaya çalışan tasarımcıların dertleriydi. Kendi de meslek yaşamına haftalığı 5 Pound olan Furnishing isimli dergide 18 ay boyunca çalışarak başlamış, sonra Design dergisine editör olarak kariyer basamaklarını tırmanmıştı. Grafik tasarımcılık, fotoğraf, sivil toplum çalışmaları ve aktivizm, yazarlık, eğitmenlik gibi pek çok alanda yaşam mücadelesi vermiş, kendi stüdyosunu bunların tümündeki gerçekleri deneyimledikten sonra kurmuştu. Ne önemlidir insanın farklı deneyimlerinden sonra kendi işini yönetmesi.
Manifestoyu kaleme alış anını kendi sözleri ile şöyle anlatıyor tasarımcı:
“Genç tasarımcıların neden Endüstriyel Sanatçılar Derneği'ne (SIA) katılması gerektiği konusunda bir tür tartışma sürerken ben de konferans odasının arkasındaydım. Bazı arkadaşlarım gittiği için ben de onlara katılarak gelmiştim ve tek istediğim bir sivil toplum kuruluşuna üye olmaktı. Ulusal Gazeteciler Birliği'ne ve ardından Ulusal Öğretmenler Birliği'ne katıldım. 1962'de D&AD'nin kurucu üyesiydim, ancak ilk yıldan sonra reklamcıların ddaha baskın olduğunu düşündüğüm için ayrıldım. Reklamı sevmediğimden değildi, sadece o sahnenin bir parçası gibi hissetmedim. Manifesto, her türden görsel iletişim alanında akan paraların yanlış kanallardan akıyor gibi göründüğü gerçeğine karşı bir tür uyarı anlamına geliyordu. Bu sistemin içinde olabileceğimiz ve olmadığımız her türlü şey vardı. Açıkçası herhangi bir ilgi uyandırmasını beklemiyordum ama bu müthiş bir geri dönüş aldım.”
Döneminin gelişen reklamcılık dünyasına bir tepki olarak yazılan bu satırlar, tasarım işinin algısına ve içeriğine yönelik daha insancıl bir çağrı niteliğindeydi. 1964 yılında yayınlanan orijinal metinde şu sözler geçiyordu:
“ Yüksek ölçekli reklam endüstrisinin gücünün yok edilmesini veya hayatın eğlencesini yok etmeyi amaçlamıyoruz. Ancak önceliklerin daha kullanışlı, daha uzun ömürlü bir iletişim formu yararına değişmesini öneriyoruz. Umuyoruz toplum, hileci tüccarlardan, statü düşkünü satıcılardan, gizli ikna yöntemlerinden yorulur ve biz tasarımcıların becerileri, daha değerli amaçlar için öncelikli olarak talep edilir”
Tasarım işinin değerine ve nitelikli içeriğe odaklanan, yaratıcı eylemlerin yararlı amaçlar için kullanılmasına yönelik bir arzuyu belirten bu sözler öylesine ilgi gördü ki, sadece altına imza atanlarla kalmayıp uzun yıllar üzerinde konuşulacak, tartışılacak ve dikkate alınacak bir farkındalık duruşu haline geldi.”
2000 yılında Adbusters dergisi, bu orijinal metini güncelleyerek aşağıdaki biçimde gündeme taşıdı. First Things First 2000 ismi ile yenilenen bu manifesto da şunları söylüyordu:
“Ticari işler her zaman faturaları ödedi, ama artık grafik tasarımcıların bazıları, geniş ölçekte grafik tasarımcılığı sadece bu ticari işler olarak tanımlanacak hale getirdiler. Bu durum sonuçta dünyanın tasarımcılığı nasıl algıladığını belirliyor. Profesyonellerin zamanı ve enerjisi, üreticilerin iyimser bir tanımla, gereksiz talepleri için kullanılıyor.
Çoğumuz tasarıma olana bu bakış açısından artan bir şiddetle rahatsızız.
Çabalarını öncelikle reklam, pazarlama ve marka geliştirmeye adayan tasarımcılar. ticari mesajlarla doymuş bir zihinsel ortamı öylesine destekliyor ve dolaylı olarak onaylıyor ki bu durum, toplumun-tüketicilerin konuşma, düşünme, hissetme, tepki verme ve etkileşim kurma şeklini değiştiriyor.
Bir bakıma hepimiz indirgeyici ve ölçülemez derecede zararlı bir kamusal söylem kodunun üretimine yardımcı oluyoruz.
Oysa problem çözme becerilerimize daha değer veren alanlar var. Eşi görülmemiş çevresel, sosyal ve kültürel krizler dikkatimizi gerektiriyor. Pek çok kültürel müdahale, sosyal pazarlama kampanyası, kitap, dergi, sergi, eğitim araçları, televizyon programları, filmler, hayır işleri ve diğer bilişim tasarımı projeleri acilen uzmanlığımızı ve yardımımızı gerektiriyor.
Daha yararlı, kalıcı ve demokratik iletişim biçimleri için önceliklerin tersine çevrilmesini öneriyoruz: Ürün pazarlamasından yeni bir anlam türü keşfetmeye ve üretmeye doğru bir zihin kayması.
Tartışmaların kapsamı daralıyor; oysa genişlemek zorundadır. Tüketim tartışmasız ilerliyor; oysa bir kısmı görsel ifade ve tasarım kaynakları aracılığıyla temsil edilen diğer bakış açıları tarafından bu duruma meydan okunmalıdır.”
İlkinden 87, ikincisinden 21 yıl sonra, burada anlatılanların tümünün hala geçerli olması bir yana, söz konusu konularda ne kadar yol alınabildiği de ayrı önem taşıyor. Size aktardıklarımı ben tercüme ettim ama, bu manifesto, Grafikerler Meslek Kuruluşu tarafından da Türkçeleştirip güncellenerek 2020 yılında tekrar yayınlanmış. GMK’nun web sitesinde erişilebilen manifestoya isteyenler imza atabiliyor.
LAST THINGS LAST
Garland bu manifesto ile gittikçe ünlenip konferanslar vermeye ve televizyon yayınlarına konuk edilmeye başlayınca bir müşterisi öğlen emeğine çıkarmış. Yemek sırasında bu ünün onu korkutup korkutmadığını soran müşterisi tehditkar bir tavırla, fazla ileri gittiğini, kimse ona iş vermeyeceği için aç kalabileceğini söylemiş. Oysa Garland’ın işleri, o müşterisi hariç, hiç eksilmemiş. Yine de içi rahat etmeyen tasarımcı 2012 yılında, 82 yaşındayken Eye dergisinde yayınlanan ve bu kez Last Things Last isimli başka bir yazı kaleme aldı. Bu yazısında müşteriler ve tasarımcılar arasında yaşanan, “biz ve onlar” düşüncesinin ne kadar yanlış olduğundan dem vurarak, 1964’teki metinde bu kısmın eksik kaldığını belirtti. Ona göre müşteriler ve tasarımcılar iki farklı taraf değil birbirleri ile saygı, anlayış ve iş birliği içerisinde çalışması gereken ve işin keyfini çıkaran ortaklar olmalıydı.
Orhan Pamuk’un Harvard Üniversitesi’nde verdiği dersleri derlediği “Saf ve Düşünceli Romancı” başlıklı kitabını bir yolculuk esnasında okumuştum. Bu kitabı okurken, kitapta geçen tüm “romancı” kelimelerini zihnimde “tasarımcı” kelimesi ile değiştirmiştim. Sonuç çok etkili ve yararlı olmuştu.
Söz konusu yaratıcılık ise, bir romancının, müzisyenin, grafik tasarımcının, ürün tasarımcısının, iç mimarın veya mimarın dertleri aynıdır ve sadece onlar birbirlerini en iyi biçimde anlayabilirler.
Bu nedenle yaratıcı endüstrilerde çalışan tüm meslek sahiplerine, bir grafik tasarımcının kaleminden çıkarak tüm dünyayı etkilemiş olan bu az ve öz metine dikkat kesilmelerini, konu her ne kadar iletişim tasarımı ve reklamcılık gibi görünse de aslında hepimizi ilgilendiren, önemli ve günümüzde hala fazlasıyla geçerli çağrıya kulak vermelerini öneriyorum.
İçerikte derinlik, nitelikli üretim, sorumlu yaklaşım ve yararlı tasarım anlayışı dünyayı daha iyi bir yer yapar. Bilgi çağının sığ okyanuslarını derinleştirmek için önce kendimiz kazmalıyız kumları.