Özlem Yalım
ÖLÜLERİMİZ BİZ ONLARI UNUTUNCAYA KADAR ÖLMEZLER.
Başlığımdaki cümle İngiliz yazar George Eliot’a ait; ne kadar da anlamlı.
Bu fani dünyadan milyarlarca insan geçip gidiyor; pek azı yaptıklarıyla, söyledikleriyle, düşündükleriyle hafızalarımızda iz bırakıyor. Toplumları birbirine sıkı sıkı bağlayan ortak bellek bu izlerle ve hatıralarla oluşuyor. Yaşadığımız yer bizi bu anılarda buluşturabilir mi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, göreve geldiği günden bu yana, büyük bir tasarım hareketine girişti. Öyle ki bunların her birini burada konu edinsem, haftalarca sadece İBB girişimlerini yazabilirim. Özelikle açılan yarışmalar, yarattıkları tartışmalarla da özlenen türden bir yaratıcı ortaklık oluşturmaya yetiyor bana göre. Eğer kimse yaptıklarınızın üzerinde konuşmuyorsa, kayda değer pek bir şey de yapmıyorsunuz denir ya, işte tam da öyle İBB’nin girişimleri; kuşkusuz hepsi çok iyi niyetli, kiminin süreçleri ve sonuçları sorgulanan, çoğunluğunun ise kente, kentliye bir artı değer olarak kazanıldığı değerli çabalar.
Bu girişimler, Konkur İstanbul kuruluşundan şeffafça takip edilebilecek yarışmalarla yapılıyor; ku bu da önemli. Yarışma, kişisel düzeyde fikrim farklı olsa da, özellikle kente dair girişimler söz konusu olduğunda, demokrasinin dili demek. Yarışmaların iyi veya kötü hazırlandığını, jürilerin iyi veya eksik değerlendirdiğini tartışabiliriz, tartışıyoruz da. Bunların tümü de demokrasinin bir gereği. Tartışarak, çok seslilikle daha iyi olana doğru yol almak işin özü. Bir konuyu tek başınıza değil de, kalabalıklarla yürütmeye kalktığımızda, hazır olmamız gereken, bizi olgunlaştıran, zenginleştiren, büyütüp geliştiren bir formattır demokrasi. Yarışmalar da sağladıkları katılımcılıkları ve şeffaflıkları ile demokrasinin en küçük uygulama sahnelerinden biridir.
Ekrem İmamoğlu, Konkur İstanbul’un web sitesinde şöyle diyor:
“Değerli mimarlar, şehir ve bölge plancılar, kentsel tasarımcılar, proje yöneticileri…
Biz, kentimizin kalbinin attığı tüm kamusal mekânlar için harekete geçtik.
Amacımız yeni ve kapsamlı projelerle 16 milyonluk bu dev şehrin mekânlarını İstanbulluların yararlanabildiği fonksiyonel ve estetik yerler haline getirmek…
İşte burada sizlerin aklına, fikrine ihtiyaç duyuyoruz. Gelin İstanbul’a yakışacak, İstanbulluların şehirle birebir temas etmesini sağlayacak odak noktaları için yaratıcı ve işlevsel projelerinizi bizimle paylaşın. Projeler, her yarışmanın içeriğine göre farklılaşacak değerlendirme yöntemleriyle jürimiz tarafından değerlendirilecek ve seçilenler hayata geçirilecek.”
İstanbullular olarak on yılı aşkın süredir, yaşadığımız kentin, hızla yapılaşırken nasıl da kontrolden çıktığını, bu süreçte kentliler ve özellikle de Sn. İmamoğlu’nun yukarıda belirttiği meslek profesyonelleri olarak nasıl da dışlanmış hissettiğimizi düşünürsek, bu kuruluşun vaatleri oldukça iç ısıtıyor; umut veriyor. Yeri gelmişken bu metinde yer alan meslek isimlerinin arasında endüstri ürünleri tasarımcılarını da anmalıydı sayın başkan, zira örneğin kent mobilyalarını veya kent aydınlatmaları tasarlayan profesyonel alan burada sayılanlardan hiç biri değil; doğrudan endüstri ürünleri tasarımı alanı, umarım eklerler.
KONKUR İSTANBUL’UN YARIŞMALARI
Konkur İstanbul, bugüne dek biten veya devam eden on adet tasarım yarışmasına imza attı. Bunlar: Kent Mobilyaları ve Oyun- Rekreasyon Ürünleri Tasarımı, Haliç Kıyıları Tasarımı, Bakırköy Cumhuriyet Meydanı Kentsel Tasarımı, Taksim (meydanı!) Kentsel Tasarımı, Kadıköy Meydanı Kentsel Tasarımı, Theodosius Limanı Arkeolojik Alanı Mimari Projesi, Salacak Kentsel Tasarımı, Aydınlatma Ürünleri Tasarımı, İstanbul’un Mezarları Tasarımı ve Üsküdar’da Mimar Sinan’ı Anmak yarışmaları. Bu yarışmaların, tasarım dünyamızda, içlerinde görev yapan pek değerli jüri üyeleri, danışmanlar ve sonuç olarak bu yarışmalara başvurmayı tercih eden meslek profesyonellerinin kapsayıcılığı düşünüldüğünde, yarattığı olumlu dalgayı görmezden geçemeyiz. İnanıyorum ki sonuçları somut olarak yaşama geçirildiğinde, bu dalga genişleyecek, halka yayılacak ve İstanbul eskisinden çok daha iyi bir yer olacak; tasarımın kente katkısı budur: Daha iyi bir yer olmak.
Bundan sadece birkaç yıl önce, güneşli bir yaz gününde, Boğaz’daki otellerden birinin bahçesinde, yaratıcı kentler söz konusu olduğunda dünyadaki 3-4 otoriteden biri sayılabilecek sevgili Charles Landry ile İstanbul ve yaratıcı kent kavramı hakkında konuşuyorduk. O sıralarda Landry’i yerel yöneticilerimizle tanıştırmaya çalışıyordum. Yönetimde bu konuyu tartışabileceğim tek makam Kültür A.Ş. gibi görünüyordu ve hazırladığım çeşitli dosyalarla hem bizzat görüşmeler gerçekleştirmiş, hem de deyim yerinde ise kapıları birkaç kez aşındırmıştım. Bu birliktelikten ticari bir beklentim de yoktu üstelik. Bir şirket veya kurum adına da hareket etmiyordum. Landry ile bir tanışıklığım vardı, tüm kitaplarını okumuştum ve fikirleri bizim için çok yararlı olabilecekti. Bireysel bir kentli çabasıydı diyelim. Üstelik Charles da başlarda heyecanlıydı, İstanbul kimi heyecanlandırmaz ki? Fakat bu son buluşmamızda, hem kendi yürüttüğü hem de benim sonuç alamadığım görüşmeler neticesinde bana umutsuzluğunu açıkça ifade etti yeni kitabını imzalayıp bana uzatırken. Ben de pes ettim, kendi profesyonel yaşamımdaki işlerime geri döndüm.
CHARLES LANDRY VE YARATICI KENTLER
Landry, yaratıcı kent endeksini sunmuş bir isim. Ona göre kentlerin -çok önemli olan- yaratıcı endeksleri aşağıdaki başlıklardaki performanslarına göre ölçümlenebiliyor:
- Politik ve toplumsal yapı
- Farklılık, çeşitlilik, canlılık ve ifade etme
- Açıklık, tolerans ve ulaşılabilirlik
- Girişimcilik, araştırıcılık ve inovasyon
- Stratejik beceri, liderlik ve vizyon
- Yetenek gelişimi ve öğrenme ortamları
- İletişim, bağlantılar ve ağlar
- Yer kavramı ve yerleştirme
- Yaşanılabilirlik ve iyi-olma
- Profesyonellik ve etkili olma
Bunların tümü kentlerin yönetiminde ve performanslarında olmazsa olmazlar. Çağdaş bir toplumun gelişmişliği, pek çok farklı değerin yanında onun kentsel yaşamının kalitesi ile ölçülüyor. İstanbul’dan kalkıp örneğin trafiği daha iyi düzenlenmiş Finlandiya’ya gittiğinizde oradaki gelişmişliği hissediyorsunuz. Yeni Delhi’ye giderseniz de İstanbul’u daha “gelişmiş” hissedebilirsiniz. Gerçi 2019 endekslerine göre, Yeni Delhi’deki %56’lık trafik tıkanıklık oranı % 2’lik düşme göstermiş ve düzelme eğiliminde iken, onun hemen altındaki İstanbul’un %55’lik tıkanıklık oranı 2 puan artış göstermiş ve artma eğiliminde.
Landry, yaratıcı kentlerden bahsederken, kentlerin fonksiyonlarını ölçen bu türden istatistiki listelerin biraz daha ötesini bizlere sunuyor. Şehirlerin duyusal manzarasını bize gösteriyor. Aristo duyularımızı tanımladığından bu yana, çevremizi nasıl algıladığımız hakkında daha sağlam adımlarla ilerler olduk insanlık adına. Duyular bireysel yaşantımızı ve duygulanımımızı yönettiği gibi, toplum halindeki yaşantımızda da anahtar rolü üstleniyor. Duyusal zekamız yükseldikçe yaşama biçimlerimiz zenginleşerek gelişiyor.
Kent, insanları her yönden sarmalayan, onları sürükleyen bir deneyim ve üzerimizde duygusal ve psikolojik etkiler yaratıyor. Bu deneyimi, İstanbul gibi düzensiz, kontrolden çıkmış mega kentlerde yorucu, bunaltıcı ve olumsuz bulan insanlar ilk fırsatta, daha olumlu deneyimler yaşayabilecekleri başka kentlere göçüyorlar. Konkur İstanbul’un girişimleri bu deneyimi olumlu hale çevirecek biçimde, oldukça farklı alanda tasarımı kentlilerin yaşamında yaygınlaştırmayı hedefliyor.
Çok sevdiğim Landry’nin profesyonel çalışmaları ne derece takip ediliyor bilmiyorum ama, bu yarışmalar özellikle kentin bu duyusal ortamını farklılaştırmak üzere kurulmuş gibi. Kenti bir iletişim aracı olarak görmek, iyileştirilmiş bir farkındalık yaratmak, o kentten geçmiş sanatçılarla bağlar kurmak, kentlilere kent içinde sanatla, tarihle, anılarla sarmalanmış bir deneyim vaat etmek, benim bu yarışmaların bütününden okuyabildiğim. Tümü yaratıcı kent kuramları ile birebir örtüşüyor.
UYGARLIK ÖLÜLERE SAYGI İLE BAŞLAR
Söz konusu yarışmalardan, hemen hepsi ilgimi çekiyorken bir tanesi ise özellikle farklı geldi. İstanbul’un Mezarları Tasarım Yarışması. Yerimin kısıtlı olması sebebi ile bu yarışmanın çok iyi hazırlanmış açıklama metnini buraya taşıyamıyor vE sizlerin merak edip, yazımı okuduktan sonra web sitesinden bu metne bir göz atacağınızı umuyorum.
Bu açıklamada da belirtildiği gibi “Uygarlık, ölülere saygı ile başlar” (Giussepe Garino).
Ölen kimse, toplum için iyi veya kötü anılara da sahip olsa, onun izini sürmek medeniyetin inşasında anlamlıdır. Tek bir mezar taşının, anıt yapıların atası olduğu da vurgulanıyor bu yarışmanın içeriğinde.
Üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki anıt yapılardan ne çok öğreniriz. Her 10 Kasım günü, yine bir yarışma ile inşa edilmiş Anıtkabir’i nasıl da hıncahınç doldurur ve orada tek sevgi, tek gözyaşı oluruz. Mezarlar, ölülerin ruhlarına kendimizi en yakın hissedebileceğimiz yerdir. Sanki yerin altından görünmez moleküller havaya karışır ve oracıkta etrafımızı o kişinin varlığı sarmalayıverir. Mezarın uzağındayken böyle hissetmez, bunca yoğun düşünmeyiz oysa o kişiyi.
İlk duyduğum andan itibaren eksenime giren ve yaptıkları ziyaretleri sosyal medyadan anbean takip ettiğim bu yarışma da bu nedenle önemli işte. Üzerimizde şu ya da bu alanda iz bırakmış değerli isimlerle, Eliot’un dediği gibi unutmamacasına, sonsuza dek birlikte olabilme arzusunu ortaya koyabildiği için!
Yarışma kapsamında şu sevgili isimlerin mezarları tasarlandı. Adile Naşit (Adela Özcan), Ahmet Mete Işıkara, Aşık Daimi (İsmail Aydin), Cihat Burak, Didem Madak, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Eremya Çelebi Kömürciyan, Halide Edip Adıvar, Halil Kaya, Hilmi Ziya Ülken, Lefter Küçükandonyadis, Mes’ud Cemil (Mesut Ekrem Cemil), Naim Süleymanoğlu, Neyzen Tevfik Kolaylı, Optik Başkan (Mehmet Işıklar), Orhan Kemal (Mehmet Raşit Öğütçü), Turgut Uyar, Ali Nezih Uzel, Kılıçlar – Necdet Yıldırım.
EREMYA ÇELEBİ KÖMÜRCÜYAN
Bu isimlerden biri olan Kömürcüyan, 1637 yılında İstanbul’da, şimdi Yenikapı bölgesindeki Langa semtinde doğmuş ve yaşamış bir şair, yazar, tarih anlatıcısı ve matbaacı. Ermeni olan Kömürcüyan ile benim atalarımın ortak tarihi, Kafkaslardan göç ederek bu topraklara yerleşmelerinde buluşuyor. 1695 yılında ölünceye kadar yaptığı çalışmalarla İstanbul’un yaşamına ve Osmanlı tarihine ışık tutan eserlere imza atıyor; bu kentin 17. Yüzyılda yaşamış aydınları arasında yerini alıyor Eremya Çelebi.
İtiraf etmeliyim ki, İstanbul yangınlarını, surların ardındaki yaşamları, kentin kapılarını anlattığı bu eserleri henüz okumamış olduğum için için büyük utanç duydum kendi adıma. Sonra da şunu düşündüm: ölümünden sonra Balıklı Ermeni Mezarlığı’na gömülen Eremya Çelebi ile, bir tarihçi, akademisyen ve benzeri değilsem, kentte yaşayan, günlük dertler peşinde oradan oraya koşuşturan kalabalıklar içerisinde bir kişiysem, yolum nasıl kesişebilirdi, Eremya Çelebi, veya onun gibi onlarca, belki yüzlerce başka kişiyle? Bu tür kişilerin hemen hepsi ile okuma ve araştırma sevgim sayesinde buluşuyorum, ama bu keşiflerin tümün için de ömür yetmeyecek gibi hani. Yaşadığım kent, bana onu hatırlattıysa, bu yarışma da amacına ulaşmış demek değil mi?
Sizler tüm isimler için yapılmış tasarımlara Konkur İstanbul’un sunduğu dökümanlardan bakabilir, onları tek tek hatırlayabilirsiniz. Eremya Çelebi‘nin mezarı için birincilik ödülü Mimar Elif Simge Fettahoğlu Özgen, Mimar Ceylan Gezer Çatalbaş, Mimar Canan Ganiç ve Mimar Sena Özfiliz tarafından hazırlanmış tasarıma verildi. Bu tasarımı buraya taşımak istememdeki en önemli dürtü, tasarım dilindeki saygı ve tevazu oldu. Tasarımcılar, mezarı bir anıt değil bir iz ve bir işaret (im) olarak yorumlamışlar. Kömürcüyan’ın mezarı her ne kadar tümüyle kayıp bir mezar olsa da, yine de onun eskiden beri var olan duruşuna saygıyı kendilerine duruş edinmişler. Yeniden tasarlamak yerine “iyileştirmek” üzerine yoğunlaşmışlar. Tasarımcılar bu duruşlarını şöyle anlatıyor:
“ Mezarların ‘yeniden tasarlanması’ hafızayı silerek, değerli izleri yitirebilir. Ana sorumuz, bu nedenle mezarların tekil dönüşümünden çok ‘kentin hafızası’ndaki yerini yeniden kurmak için, bu hafızada ‘hatırlamayı’ teşvik için ne yapılabilir?’ sorusu olmuştur. Fiziksel olarak minimal müdahaleler ile mezarları ‘iyileştirmek’, ‘im’lerin, dolayısıyla hafızanın, ‘yerine geçen’ bir hamle yerine ‘eklemlenme’ ile kurulmasını ve ‘keşif’in bir parçası olarak, kamusal hafızanın ‘hatırlamasını’ tetiklemeyi içerir. ‘İz sürmek’, ‘haritalamak’ ve ‘rotalar’la, kentin ‘görünmez görünür’ bu alanları, kentlinin hayatına yeniden girebilir mi? Duvarlar ardında kalan, sadece belirli günlerde ziyaret edilen mezarlar, kentlinin ‘hafızasında’ yer alabilir mi?
Bu soru, Landry’nin duyusal kent ortamını yaratmak üzere bizlere sunduğu çabalarla örtüşüyor. Bu sorunun sordurulmasına olanak sağlamak bir yerel yönetimin öncelikli görevleri arasında yer alamayacak da nerede yer alacak? Bu tavrı gerçekten de özlemiştik. Takdir edilesi. Bu ekibi ve diğer derece alanların tümünü, ve elbette İBB’ni kutluyorum. Sizleri, daha fazlasını keşfetmek üzere bu yarışmanın sonuçlarına ve ilgilendirdiği tüm o “unutulmaz isimleri” anmaya umarım davet edebilmişimdir.