Özlem Yalım
ÖDÜL
Üzerinde giyim kodu belirtilen davetiyeleri sevip sevmediğimden emin değilim. Bana ulaşan davetiyenin mekanı olan Pera Palas’tan içeri girdiğim anda mekanın yarattığı duygunun esiri oluyorum ve mekanın şıklık gerektirdiğinde hem fikir oluyorum davet sahipleri ile. Bu şehirde yaşamak bir ödül değil de nedir?
İyi mimarlık da tıpkı iyi bir müzik eseri gibi, esaslı bir sanat eseri gibi insanın duygularını öyle bir kabartır ki, tüyleriniz diken diken olur, nefesiniz kesilir. Mimarlığın sanat olup olmadığına ilişkin tartışmalar bu nedenle bana hep boşuna gelir. Bir yaratıcı üretimle insanın duygularını böylesine kabartma gücü ancak sanatta var. Seri üretilmiş bir tasarım nesnesinin, örneğin bir ütünün karşısında benzer duygular yaşayan var mı bilemem; pek olanaklı gelmiyor bana. Oysa iyi mimarlık, ister tarihten bize ulaşmış olsun ister yeni bir yapı, bazen heybetiyle, bazen yalınlığı ile, bazen mozaikleri veya cephesindeki kabartmaları ile, bazen de içine girdiğinizde sizi tümü ile kavrayan, içinizde bambaşka heyecanlar uyandıran bir etkiye sahiptir. İyi mimarlık atmosferin coşturduğu duygulardır denilebilir mi? Belki de.
Alexander Vallaury imzası taşıyan ve başta Orient Express yolcularının konaklaması için açılan sonraları da ünlendikçe gözde bir otel haline dönüşen Pera Palas, kapısından içeri her girişimde bana verdiği bu heyecan duygusunu bir an eksiltmedi. 1895 yılında görkemli bir balo ile açılan otel, tarihinde pek çok ilkleri de barındırıyor. Sarayın haricinde ilk kez musluklarından sıcak su akan bir otel olması, bu topraklardaki ilk elektrikli asansörü barındırması gibi…
Bu tarihi otel hakkında bildiklerinizden daha fazla yazabileceğim bir şey yok; filmlere, kitaplara konu olmuş, pek çok olayın bizzat öznesi olmuş bir anıt yapı Pera Palas oteli. İstanbul gibi, hızlı devinen, evrilen bir kentte hala otel olarak kullanılması harika.
Geçtiğimiz hafta Pera Palas’ta gerçekleşecek bir davet için davetiyeyi alınca bir kez daha heyecanlandım.
Üzerinde giyim kodu belirtilen davetiyeleri sevip sevmediğimden emin değilim. Bana ulaşan davetiyenin mekanı olan Pera Palas’tan içeri girdiğim anda mekanın yarattığı duygunun esiri oluverdim; mekanın şıklık gerektirdiğinde hem fikir oldum davet sahipleri ile. Erkence gittiğimiz davetten önce otelin barında oturup bir şeyler yudumladım ve mekanın ruhunu içime çektim. Bu otel ile ilgili tüm bildiklerimi hafızamdan bir bir geçirdim. Burada çalışmaktan gurur duydukları belli olan herkese bir bir baktım, hareketlerini izledim. İyi bir yapının insanı uyumlu bir ceket gibi sardığına, bir battaniye sıcaklığında kavradığına bir kez daha emin oldum. Teşekkürler Vallaoury!
Bu şehirde yaşamak bir ödül değil de nedir?
Beni bu eşsiz mekana bir kez daha getiren davetin sahibi İstanbul Serbest Mimarlar Derneği idi. İstanbulSMD‘nin 20. yaşını kutlamak için düzenlediği eşsiz gecenin destekçisi, tasarım alanındaki daimi katkıları ile bir kez daha VitrA olmuştu.
Mimarlık adına önemli girişimlerin tanıtıldığı, ustaların alkışlandığı, uzun bir aradan sonra bir araya gelen meslek profesyonellerinin buluştuğu bu anlamlı gecede, İstanbulSMD Onur Ödülü Cafer Bozkurt’a ve Hayzuran Hasol’a takdim edildi. Hayzuran hanımın eşi Doğan Hasol’u nasıl da iyi tanıdığımızı, oysa kendisinin ismini ne az duyduğumu bu ödül ile bir kez daha düşündüm. 1961 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitiren ve o günden bu yana mimarlık alanı ile ilgili pratiğin farklı alanlarında çalışan Hayzuran hanım bu ödülü bence de fazlası ile hak etmiş bir isim.
İstanbulSMD başkanı sevgili Durmuş Dilekçi tarafından takdim edilen diğer ödülün sahibi Cafer bey ile ara sıra davetlerde karşılaştıkça kısa ve keyifli bir sohbetler ederiz. Cafer Bozkurt bugün İstanbulluların iç içe olduğu pek çok yapıya imza atmış bir mimar. Şerefiye Sarnıcı’nın yeni eklentileri ile kullanıma kazandırılması, İBB Miras ekibi tarafından restore edilerek yeniden kullanıma açılan Yerebatan Sarnıcı giriş çıkış yapısı, son yıllarda gitmekten kendimi alamadığım Kılıç Ali Paşa Hamamı ilk aklıma gelen projeleri arasında. 1968 yılında İTÜ’den birincilikle mezun olan Cafer bey, yarım asrı aşkın bir süredir mimarlık pratiğinin içinde. Bu ödülü kuşkusuz kendisi de fazlası ile hak etmiş durumda.
Ödül, sevip sevmediğime bir türlü karar veremediğim bir kavram. İşim gereği pek çok ödül sisteminin içinde oldum, bu ödül sistemlerini bizzat tasarladığım kaleme aldığım da oldu. Çeşitli faydalarına ve destekleyici gücüne inansam da kişisel olarak hiç bir ödüle başvurmadım ve dolayısı ile de hayatımda hiç ödül almadım. Dürüst olmam gerekirse eksikliğini de hiç hissetmedim. Bana hep olsa fena olmaz, olmasa da olur gibi gelir ödüller. Açıkçası birlikte çalıştığım kurumları da ödüllerle taçlandırma ihtiyacını pek hissetmedim. Ödüle karşı olmamakla birlikte ödüller konusunda epey seçiciyim ve böyle olunması gerektiğini de savunanlardanım.
Mimarlık, ürün tasarımı, moda tasarımı, grafik tasarım alanları başta olmak üzere, yaratıcı alanlarda pek çok ödül sistemi var. Bunların pek çoğu belirli bir ödeme yaparak başvurduğunuz yapılar. Bazılarının ödül kavramını ticarete dönüştürdüğünü biliyoruz. Baş vuran herkesin ödül aldığı bir ortamda, sanıyorum bu kavramın getirdiği ayrıcalıklardan bahsetmek pek mümkün olamaz. Gerek Türkiye’nin gerekse Avrupa’nın tasarım alanında sahip olduğu ödül mekanizmalarının, ürün görselinin ve açıklamasının yanına iliştirilen bir logodan ibaret olup, bunun sadece reklam ve pazarlama unsuru olarak kullanılmasına tepkiliyim.
Çok yeni karşılaştığım bir tabloda ise, seçici kurulunda bulunan kişilerin kendileri ile bağlantılı kurum ve kuruluşlara ödül verebildiğini görmüş oldum. Oysa tüm değerli seçici kurullar, yapılacak seçimlerle bir bağları olmaması gerektiğini bilirler. Tersi bir durum verilen ödülü kuşkusuz değersizleştiren ve sorgulatan bir hal yaratıyor; alanı da vereni de etikten uzaklaştırıyor.
Ödül kelimesinin 14. yüzyıla uzanan kökleri, “uzun bir incelemeden/ izlemeden sonra verilen karar” anlamına geliyor (İngilizce: award). Türkçe’de ödül ile eş anlamlı olarak kullanılan mükafat ise biraz daha farklı bir anlam taşır. Arapça kwf kökünden gelen mükafa aslında “bir şey karşılığında ödenen bedel” için kullanılan bir kelime. Moğolca ögtel kelimesi ise “verilen şey” anlamında kullanılırmış. Ödül kelimesi buradan geliyor. Türkçede kullanılan her iki kelimenin anlamında da Avrupa dillerindeki anlam bütünlüğüne pek rastlanmıyor bir bakıma. Zira kavramın İngilizce’de diğer bir karşılığı olarak kullanılan prize kelimesi de, salt vermek veya bedel ödemek değil, bir karşılaşma sonucu elde edilen konum, zafer, başarı ifade eden bir kelime.
Yaratıcı alanlarda ödül enflasyonunun yaşandığı bir çağdayız. Hemen her konuda olduğu gibi bu mekanizmaların da saygın ve değerli olanları ve olmayanları var. Pek çok tasarımcı ve mimar, gün geçtikçe bu sistemlerin dışında kalmayı tercih etse de saygın ve değerli ödüllerin motive edici olduğu bir gerçek. Katıldığım davette mesleklerinde en az yarım asırdır üretken olmuş kişilerin aldığı ödüller onlara duyduğumuz minnetin bir sembolü; bir teşekkür mahiyetinde. Bu nedenle çok değerli ve anlamlılar.
Anlamlı bir ödül sistemi, yetkin ve alanında uzman kişilerden oluşturulmuş seçici kurulları, ödül verdikleri kişi ve kurumlarla olan bağlarına ilişkin etik duruşları, ödül kriterlerinin özellikleri ve böylece ödüllendirilenin niteliği ile, kapsayıcılığı ile son derece onurlandırıcı, motive edici, ayrıştırıcı ve dikkat çekici olabilir. Kelimenin tam anlamı uzun ve yetkin bir biçimde incelemek ve sonra bir karar vermek ise, olması gereken budur. Ödül bir onur, bir ayrıcalık, bir zafer temsil etmeyecekse, lütfen sadece vermiş olmak için vermeyelim. Dolaylı yoldan kendi kendimize de ödül vermeyelim tabii.
Kendi görüşlerimizi temsil etmeyen yerlerden verilen ödülleri almamak de kendine ayrı bir konum yaratmak; değer biçmektir. Her verilen ödülün cazibesine kapılmamak önemli geliyor bana. Yaratıcı üretiminin, kabiliyetlerinin, farklı ve ayrıcalıklı olduğu konuların farkında olan bir kişinin veya kurumun en büyük ödülü, zaten her gün keyifle ve umutla yapmakta olduğunu beklentisizce sürdürmesidir. Kovalayarak, çabalayarak, peşinde koşarak değil de, kendiliğinden takdir ile gelen ödül, böyle bir yaşamın üzerine elbette güzel bir mutluluk katar. Daha ötesi gerekli mi, karar vermek zor.