Tayfun Atay
“Mescidün kandilini meyhâneye câm eyledüm”
İçki, Dört Halife Dönemi’nde de Emevi-Abbasi saltanat dönemlerinde de İslam topraklarında bol bol içilmiş, saraylardan, halife-sultan sofralarından eksik olmamıştır. Ne de Osmanlı’da ve ne saraylarda padişah sofralarında ne sokaklarda dost meclislerinde içki yüzyıllar boyunca eksik olmuştur… Bunlara daha önce yine bu sayfalarda uzun uzadıya değinmiştim. Ama şu son “Valilik Genelgesi” münasebetiyle o zaman da üzerinde durduğum bir tarihsel veriyi, “Genelge”ye karşı bir “Gazel”i, tekrar ilgiye ve dikkate sunmakta yarar görüyorum.
İslam’da içki yasağının sebebi hikmeti nedir?.. Hemen cevap verelim: Müslümanların ağzına-burnuna içmeyi becerememesi…
Peygamber Muhammed’in İslam’a davete başlamasından (610) Mekke’den Medine’ye Hicret’in dördüncü yılına kadar on beş yıl boyunca Müslümanlar bol bol şarap içtiler. Hatta içkiyi özendiren âyetler bile düşmüştür o yıllarda kutsal kitaba. Mesela Nahl sûresinin 67’nci âyeti: “Size hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden içiririz; onlardan müskirat ve iyi rızık yapar, güzel güzel beslenirsiniz. Bunda aklı erenler için ibretler vardır”.
Bu, Hicret’in dördüncü yılına kadar böyle. Sonrasında bilindiği üzere tedrici şekilde şarap yasağı gelir. Sebep de yukarıda kaydettiğimiz üzere, Müslümanların ağızlarına-burunlarına içmeyi becerememeleri. Söz gelimi Abdurrahman b. Avf, verdiği bir ziyafette konuklarına şarap ikram eder ve herkes sarhoş olur. O sarhoş halleriyle akşam namazını kılmaya kalktıklarında içlerinden öne çıkıp imam olan biri, Kâfirun sûresini baştan sona “lâ”sız okur. Bu rezalet üzerine Nisa sûresinin 43’üncü âyeti iner ve orada “Ey inananlar! Sarhoş olduğunuz zaman, söyleyeceğinizi bilecek hale gelinceye kadar namaza yaklaşmayınız” buyrulur.
Sonrasında içki gene içilmeye devam edilir ama aynı şekilde ağzına-burnuna içmeyi bilmeyenlerin yediği herzelerin ardı arkası kesilmez ve şu hadise, tam bir dönüm noktası olur: Medine’de İtban b. Malik’în evindeki ziyafette bir “muhacir”, yani Mekkeli olan Sa’d b. Ebi Vakkas yiyip içip sarhoş olunca kendi soyu-sopu ile övünen, bu arada “Ensar”ı, yani Medinelileri kötüleyen kasideler döktürmeye başlar. Tabii orada bulunan ve Sa’d kadar sarhoş olan Medineliler bunu kaldıramaz ve aralarından biri, yedikleri deve etinin koca kemiğini onun kafasına geçirir. Sa’d, kan revan içinde perişan vaziyette şikâyet için Peygamber’e gittiğinde orada bulunan Hz. Ömer, olup biteni dinledikten sonra devreye girerek, “Ya Rabbî! Bize şarap hakkındaki emrini açık ve kesin olarak bildir” diye yakarır.
Sonuç, Maide sûresinin inananları içki, kumar, puta tapma ve faldan vazgeçmeye çağıran 90-91’inci âyetlerinin inişidir:
“Ey Müminler! Şarap, kumar, ibadet etmek üzere dikilen putlar ve fal oyunları şeytan işlerinden fena ve murdar şeylerdir. Onlardan çekinin, ta ki kurtuluşa eresiniz. Muhakkak şeytan şarap ve kumar ile aranıza buğz [kin-nefret] ve düşmanlık sokar ve sizi, Allah’ı anmaktan ve namazı yerine getirmekten alakor. Artık bunlara son vermez misiniz?” 1
“Muvafakat-i Ömer”i takmayan Halifeler
Demek ki İslam’da içkinin kesinkes yasaklanmasını, bir, Müslümanların doğru-dürüst içmeyi becerememesine; iki, Hz. Ömer’in bu hususta bastırmış olmasına borçluyuz. (Ömer’in başka hususlarda da Peygamber’e Allah’a yakarıda bulunması için benzeri teşvik, telkin ya da “emrivaki”leri olmuştur ve bu şekilde 14 ilahi hüküm gelmiştir ki bunlara “Muvafakat-i Ömer” denilmektedir. 2)
Böyle olmuş ve Allah inananlara içki ve diğer (zararlı) alışkanlıklar için “Artık bunlara bir son vermez misiniz?” şeklinde bir soru cümlesiyle gayet zarif biçimde, aslında belki “nasihat” de telakki edilebilecek mahiyette diyeceğini demiştir.
Peki Müslümanlar Allah’ın bu sorusuna mukabil içkiye “artık bir son” vermişler midir?.. Ne gezer!..
İçki, Dört Halife Dönemi’nde de Emevi-Abbasi saltanat dönemlerinde de İslam topraklarında bol bol içilmiş, saraylardan, halife-sultan sofralarından eksik olmamıştır. Ne de Osmanlı’da ve ne saraylarda padişah sofralarında, ne sokaklarda dost meclislerinde içki yüzyıllar boyunca eksik olmuştur. Bunlara daha önce yine bu sayfalarda uzun uzadıya değinmiştim.3 Ama şu son “Valilik Genelgesi” münasebetiyle o zaman da üzerinde durduğum bir tarihsel veriyi, “Genelge”ye karşı bir “Gazel”i tekrar ilgiye ve dikkate sunmakta yarar görüyorum.
“Muhteşem Muhibbî”
15’inci yüzyıldan 16’ıncı yüzyılın ikinci yarısına, Fatih’ten Kanuni’ye açılan yaklaşık yüzyıllık dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun “Altın Çağ”ı olarak değerlendirmek âdettendir. Aslında sonraki yüzyıllarda kendini gösteren değişmeyi “bozulma” telakki eden bazı Osmanlı devlet adamları ve aydınlarının söz konusu bu yüzyıllık dönemin idari yapısına geri dönülmesini önerirken (daha ziyade Yavuz devriyle Kanuni’nin devri saltanatının ilk yarısını kastederek) kullandıkları “Selâtin-i Mâziye” tabiri de bu yabancı kökenli “Altın Çağ”ın bir karşılığı sayılabilir.4 Osmanlı’nın bugün de, özellikle kendilerini “Yeni-Osmanlıcı” taltif eden dinbaz iktidar erbabı tarafından en fazla yüceltilen dönemidir bu.
İşte bu dönemde yaşamış bir büyük şair, daha doğrusu “gazelserâ”, yani gazel şairi, yazımızın başlığında da yer alan şu beyit dizesiyle göze çarpar:
“Mescidün kandilini meyhaneye câm eyledüm”.
Şairimizin adı, daha doğrusu mahlası “Muhibbî”… Nam-ı esası ise Süleyman… Kanuni Sultan Süleyman… “Muhteşem Süleyman”!..
2799 gazeli ile Doğu/Dîvan Edebiyatı’nın seçkin bir ismi, dolayısıyla bu bakımdan da “Muhteşem” addedilmeyi fazlasıyla hak ettiği edebiyat tarihçilerince kaydedilen cihan padişahı, yedi düveli titretmiş Kanuni Sultan Süleyman bize diyor ki mescidin kandilini meyhaneye kadeh ettim!..
“İçki âlemlerinde yürüdü namım!”
Peki Kanuni hiç içki içmiş miydi?.. Bu bakımdan kanıt teşkil edecek herhangi bir vesika yok elde. Şehzadeliğinde eğlence meclislerinde, dost sohbetlerinde yer aldığı kaydedilmekte ama ne yiyip içtiğini bilmiyoruz. Ayrıca saltanatının son döneminde gördüğü lüzum üzerine içki yasağı ilan etmiş olduğunu biliyoruz. Gel gelelim yerine geçen oğlu II. Selim’in de “Sarı Selim” kadar öne çıkarılmayan, ama güvenilir kaynaklarda rahatlıkla zikredilen diğer lakabının da “Sarhoş Selim” olduğunu biliyoruz.
Selim, babasının getirdiği içki yasağını tahta oturur oturmaz kaldırmış, kendisinden bu bakımdan babası gibi “perhizkâr” olması temennisinde bulunan önde gelen devlet adamlarını da derhal görevden azletmiş ve Osmanlı sarayında içki, saz-söz, eğlence devrini tekrar başlatmıştır.5
Dolayısıyla hayli karışık bir tablo. İhtiyarlığında içki yasağı getiren, ama ihtimal gençliğinde döktürdüğü gazelle insana gel de içme dedirten bir hünkâr var karşımızda.
Gazel beytinin dizelerine daha detaylı bakalım:
“Rindler bezminde sâki bir aceb nam eyledüm
Mescidin kandilini meyhaneye câm eyledüm…”
Dünya umurunda olmayanların içki alemlerinde namım öyle acayip yürüdü ki diyor Kanuni, mescidin kandilini alıp meyhaneye kadeh etmişliğim var!..
İşte size Muhteşem Süleyman ve “Selâtin-i Mâziye”!..
Gazel’den Genelge’ye…
Kanuni’nin gerçekten içip içmediğini bilmiyoruz; gerçekte içki yasağı getirmiş olduğunu biliyoruz. Ama onun yukarıdaki gazelinde yer alan ifadeler maazallah bugün İstanbul’da telaffuz edilecek olsa bunu yapanın milli-manevi değerlere hakaretten anasından emdiği sütün burnundan getirileceğini de bir o kadar iyi biliyoruz!..
Bir yana Kanuni’nin gazelini, diğer yana Valiliğin genelgesini koyun ve “Dersaadet”te bugün yaşasa “Muhteşem Süleyman”ın başına neler gelebileceğini bir düşünün, hayal edin!..
O yüzden hep diyoruz, yineleyelim: Bu şantiyeci dinbaz iktidar sahipleri kendilerince ve akıllarınca Osmanlı’ya ne kadar tezahürat yaparlarsa yapsınlar, hepsi fasa-fiso… Bunlar Osmanlı’yı da hak etmiyorlar ve Osmanlı bunlara bırakılamayacak kadar hassas, ciddi, önemli bir mevzu… Zamanımızın “Şair-i Âzam”ının daha fazla söze hacet bırakmaksızın özce/özlüce satırlara nakşettiği gibi:
“… doğru değerlendirilmeli osmanlı
doğru değerlendirilmeli düvel
çıkarılan sonuçlar görülmeli herkesçe müşahhas…”6
1 Buraya kadar aktarılanlar için bkz. Prof. Dr. Neşet Çağatay, 100 Soruda İslâm Tarihi, (1972, Gerçek Yayınevi) s. 235-237.
2 Neşet Çağatay, 100 Soruda, s. 339.
3 Tayfun Atay, “Suretler ve Siretler”, Pencere Pazar, 1 Ocak 2023.
4 Mehmet Öz, Osmanlı’da “Çözülme” ve Gelenekçi Yorumcuları, Dergâh Yayınları, 1997, s. 104-105.
5 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt 2, Türkiye Yayınevi, 1971, s. 379
6 Murathan Mungan, Osmanlı’ya dair Hikâyat, Ödül Alan Kitaplar, 1981, s. 31.