Seyit Tosun
MAZERETİMİZ VAR ASABİYİZ BİZ!
Doğrudur, toplumda ‘tanınmış’, ‘akademisyen’, ‘gazeteci’, ‘sanatçı’ ve benzerlerinin şiddete dönüşen öfke patlamalarına sık rastlıyoruz. Bu konuya benim cevabım şu: Sevgisizlik… Bu toplumdaki diğer bütün büyük sıkıntılardan da önemli bir sorun bu. Her şeyi meta, düşman ve öteki haline getiren sevgisizliğimiz. Bir ağacı rant için kesen sevgisizliğimiz, bir inanç uğruna aynı havayı solduğumuz insana olan sevgisizliğimiz, cinsel obje olarak görme arzusu ile kadına olan sevgisizliğimiz, tek suçu başka topraklarda doğmak olan ‘ötekine’ olan sevgisizliğimiz… Biz sevmiyoruz. Daha ilginç bir haberim de var: Kendimizi de sevmiyoruz!..
“Gülmüyor yüzüm hayat zor oldu
Güller susuz kurudu soldu
Tövbe ettim gene bozuldu
Yüreğim yanar
Mazeretim var; asabiyim ben…”
(MFÖ – Mazeretim Var Asabiyim Ben)
… … ... Aylardır işsizdi, yine el boş eve dönüyordu. Cebinden sigara paketini çıkardı. İçinde 2 tane sigara kalmış, kıyamadı yakmaya. Daha az içmeli ve tutumlu olmalıydı. Sigaraya bu sene tam beş defa zam gelmişti. “Akıl sağlığımı mı, beden sağlığımı mı tercih edeyim ben bu ortamda?” diye mırıldandı. Telefonunu çıkardı, kafasını dağıtmak için sosyal medyada gezinirken bir haberde müteahhittin tekinin 9 katrilyonluk vergi borcunun silindiğini okudu. Derin bir nefes çekti, elindeki özgeçmişe baktı. Bir arkadaşı Whatsapp’tan bir mesaj gönderdi. O da başka bir haber linki. Tıkladı, bir bakan kardeşinin iki tane firmanın yönetimine atandığını, çift maaş alacağı söyleniyordu. Sonra da iş başvurularında vermek için çoğalttığı üniversite ve yüksek lisans diplomalarını aldı yırttı. Hem sinirli hem üzgündü, içinden “Birkaç kadeh rakı içeyim” dedi, belki yatışırım umuduyla. Tekel bayine girdi, rakıya gene zam gelmiş, daha da sinirlendi. Almadan çıktı evin yolunu tuttu. Öfkesinden eli ayağı titriyordu.
Bu paragraftaki kişinin adı çok önemli değil. Bir isim koymanıza gerek kalmıyor. İster kadın ister erkek, herhangi bir ismi koyduğunuzda bütün isimlere uyum sağlayabiliyor. Bu arada kesinlikle bir yakın veya tanıdık aklınıza gelecek. (Deneyiniz!)
Bu örnekte yaşanan öfkede toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamın ve buralarda kullanılan dilin etkisi yadsınamaz. Burada yaşanan öfke, psikologların ‘normal-zararsız’ dediği ve öfkenin bireyin kendi içinde başlayıp bittiği duygu olarak ifade edilebiliyor.
Sıradanlaşan şiddet, normalleşen ataerkillik
Bir de şu örneklere göz atalım: Sarılan çifte otobüste saldıranlar, “yan baktın” diye metrobüste kavga edenler, sevgisine karşılık vermeyince kadın öldüren erkekler, demokratik hakkını kullanıp meydanda darp edilen gençler…
Burada yaşanan öfke patlamaları kriminal boyuta ulaşıyor. İlk örnekte yaşananlar gibi kişinin kendi içerisinde başlayıp son bulmuyor. Birisi/ birileri içinde başlayıp başkalarının üzerinde son buluyor. Yaşananlar ‘Sıradan’ olduğu için de başta ana akım medya olmak üzere erkler ve ‘erkekler’ tarafından normalleştiriliyor.
İnsan yırtıcı bir canlı mı?
Çağdaş psikolojide öfke gayet normal olarak tanımlanıyor. Problem, öfkenin sorunları çözme aracı yapılması. İşte sıkıntı burada başlıyor.
Freud, "İnsanoğlu ancak saldırıya uğradığında kendini koruyan, aslında sevgi arayan uysal ve sokulgan bir varlık değildir. Yüksek ölçüde saldırganlığı, onun içgüdüsel doğasının bir parçası olarak görmek gerekir,” diyor. Peki insan gerçekten öfkeli, saldırgan, yırtıcı bir canlı mı? Öfkenin genetikle olan ilişkisini incelemiş birçok bilim insanı mevcut. Bazıları toplumlarda yaşanan öfkenin nedenini biyolojik faktörlere de bağlamış.
Bir başka teori, 1939'da J. Dollard ve arkadaşlarının geliştirdiği “Engellenme” kuramı. Bu kurama göre saldırgan davranışın temelinde engellenme yatmaktadır. Engellenme kuramına göre birey, saldırgan davranışını, amaca ulaşma noktasında engel olan unsura cevap niteliğinde geliştirmekte.
Saldırgan davranışlar ne zaman artıyor?
Her türlü zarar uğrasa da engellense de istismar dahi edilse de ‘saldırıya geçmeyenlerle’, sosyal ve ekonomik olarak önü açılmış belirli kişilerin herhangi bir tehdit olmamasına rağmen saldırabilmelerini neye bağlayacağız? Eğer biyolojimizde, yani genlerimizde saldırganlık yatıyorsa bunu neden hepimiz yapmıyoruz? İdeolojik veya dinsel inancımız öfkeye yol açabilir mi?
Peki ya hukuk, eğitim, siyasal ve eril dil, gelir adaletsizliği, medya etkisi?
Burada uzmanların alanına girme cüretkârlığı yapmayacağım. Projeksiyonu tutmak istediğim yer; medya, hukuk, siyaset ve eğitim dünyasının ‘suça dönüşen’ öfkeye olan etkisi. Bu öfkenin ve sonuçlarının nedenlerini çok acı şekilde gazetelerde ve çevremizde görüyoruz.
Yedi aylık hamile bir kadını cadde ortasında tekmeleten şey hukuksuzluk olabilir mi?
“Kız arkadaşımın koluna dokundun” diyerek babası yaşındaki adamı silah kabzası ile öldüren 16 yaşındaki ‘çocuğun’ bu davranışını dizi ve medya etkisiyle açıklayabilir miyiz?
“Yemeğin tuzunu az bulduğu” için eşini öldüren adamın bu sapkın tutumunu erkek egemen dille çözebilir miyiz?
Peki, öfkeyi yaratan nedenlere ışık tutarsak en azından daha az şiddet yaşanmasını sağlayabilir miyiz?
Cinsel bastırılmıştık, suçluluk yüklemesi, ekonomik sıkıntılar ve kişilerin kendilerini gerçekleştirememesi bu öfke patlamalarına neden olabiliyor. Burada şu soru gelebilir: İyi de çok zengin, eğitimli, siyasetçi, gazeteci, sanatçı da öfkeleniyor. Onların şiddete dönüşebilen öfkeleri neden?..
Sevgisizliğimiz…
Doğrudur, toplumda ‘tanınmış’, ‘akademisyen’, ‘gazeteci’, ‘sanatçı’ ve benzerlerinin şiddete dönüşen öfke patlamalarına sık rastlıyoruz. Bu konuya benim cevabım şu: Sevgisizlik…
Bu toplumdaki diğer bütün büyük sıkıntılardan da önemli bir sorun bu. Her şeyi meta, düşman ve öteki haline getiren sevgisizliğimiz. Bir ağacı rant için kesen sevgisizliğimiz, bir inanç uğruna aynı havayı solduğumuz insana olan sevgisizliğimiz, cinsel obje olarak görme arzusu ile kadına olan sevgisizliğimiz, tek suçu başka topraklarda doğmak olan ‘ötekine’ olan sevgisizliğimiz…
Biz sevmiyoruz. Daha ilginç bir haberim de var: Kendimizi de sevmiyoruz.
Eğitimi ceza ile veren, konuşmayı sopa ile susturan, herkesin bir başkasına kim olması ve ne yapması gerektiğini ağız dolusu söylediği bir toplumda bireylerin öfkesi anormal gelmiyor. Şiddeti yücelten, “öfkesini-kinini bilen” genç kuşaklar yetiştirmek isteyen iktidar dili ile bu öfke sorunu çözülebilir mi?
Nezaketin zayıflık algılandığı bir ortamda şiddet dili nasıl egemen olmasın?..
“Boş laf bunlar hepsi bahane
Hâlim ne kötü ne şahane
Nedir bu böyle aynı hikâye?
Suç kimde, neden böyle?
Üzdün yeter üstüme varma
Soru sorma biliyorsun mazeretim var
Boş konuşma görüyorsun asabiyim ben
Mazeretim var…”