Özlem Yalım
MAYIN DA BİR TASARIM
İstanbul’da boğaz kıyısında oturuyorum. Her gün onlarca şilebin, tankerin geçiş yaptığı, kıyıdan kıyıya küçük yolcu teknelerinin akıntılı boğaz sularında birer yengeç gibi koşuşturduğu, güzel eski tasarımlı vapurların heybetleri ile mavi sularda süzüldüğü, yeni tasarımlı tuhaf ve çirkin diğer deniz araçlarının da artık sıkça görüldüğü deniz trafiği hayatımın büyük bir parçasını kaplıyor.
Yaşamıma hakim olan boğaz trafiğinde düne kadar benim için en tedirgin anlar üzerinde LPG yazan iri şileplerin geçiş yaptığı zamanlar. Bazen de art arda geçen gri savaş gemileri.. Bu ikisi bu mavi sulara hiç yakışmazlar. Tehlikeliler. Ölüm saçıyorlar. Geçtikleri boğazda yaşayan herkesin hayatı için bir tehdit oluşturuyorlar. Ama burası, adı üstünde bir boğaz.
Bu tedirginliğimize bir yenisi, Rusya- Ukrayna savaşının mayınları eklendi. Geçtiğimiz haftanın haberleri arasında sıkça kendine yer buldu, Karadeniz’e saçılan serseri mayınlar.
Rusya’nın iddialarına göre, Ukraynalılar, Karadeniz’de Odessa kıyılarına 370 adet mayın yerleştirdiler. Bu mayınlar çapalarından kurtulup Karadeniz’e saçıldı. Şimdilerde balıkçı tekneleri, Boğaz’dan sonra İğneada’da da denizde yüzen bir cisim görüyor. Ve bir bakıyoruz ki bunlar her an patlayabilecek mayınlar!
Efes’in yakınlarındaki Milet ile Sinop ve Odessa kardeştir. Antik Yunan kentlerinden biri olan Miletliler, 80 tane koloni oluşturmuşlar ve bu koloniler daha çok Karadeniz kıyılarında konumlanmışlar. Odessa, Akdenizli kıyıları ile, zengin kültürü ve insanları ile, güzel bir kıyı kenti olmaktan çıkıp, evimin ortasına dehşet getiren bir kent olacak deseler, bağlantıları kuramazdım. Ama işte, kendinimizi çok medeni sandığımız bir yüzyılda bile insanlar savaşıyor. Biz diğer insanlar da, ilgilendiğimiz her şeyi bıramıp, savaş uçakları, dronelar, mayınlar, nükleer tehditler gibi meselelerle günlerimizi dolduruyoruz. Hayatlarımız tümü ile ve her an tehlikede. Söz gelimi Rusya tehdit ettiği gibi Nükleer saldırıda bulunsa, tarih sayfaları bunu sadece felaket olarak yazıp bir çırpıda geçecek. Veya uzak olsun ama diyelim ki boğazda bir mayın gözden kaçıp patlayıverse, ölenler, kuşkusuz öldükleri ile kalacaklar. Çünkü hep öyle olur.
İnsanlar sadece “iyi“ şeyler tasarlamıyorlar. Her konuda olduğu gibi tasarlanmış nesneler, savaş araçları, silahlar da insan aklı, emeği, düşüncesi ve mesaisi ile tasarlanıp hayata geçiyor. Biz uyurken birileri fabrikalarda, ekmek parası diye diye bunları üretiyor. Ben tasarımcı olarak asla insan zararına olabilecek bir nesneyi tasarlayamam. Bir işçi olsam da gidip silah üreten bir fabrikada çalışacağıma, herhangi başka bir fabrikada çalışmayı yeğlerdim.
Kimse tasarlamasa silahlar olmazdı. Hadi tasarlandı diyelim, kimse üretmese silahlar yine olmazdı. Kimse kullanmasa, kimse savaşmasa… savaşlar olmazdı. Aslında hiç birimiz masum değiliz.
Deniz savunmasının bir parçası olan deniz mayınları, ilk kez 1777 yılında David Bushnell isimli bir Amerikalı tarafından tasarlanmış. Amerikan devrimci savaşı sırasında İngiliz gemilerini batırmak üzere özel olarak tasarladığı bu yüzer torpidoları suya bırakıvermiş David. Delaware nehrinde bu mayın gezinirken, İngiliz HMS Cerberus isimli gemiden ayrılan ve içinde 4 asker olan küçük bir bot, bu mayınla çarpışmış. Patlamada ölen askerler, deniz mayınlarına kurban giden ilk insanlar olarak biliniyor. Yine de mayınların ünü pek iyi değil denizcilikte. Savaşta “şeytani ve şövalyelikten uzak” olarak nitelendirildiği olmuş.
21. yüzyılda bu biçimde savaşmak gerçekten de tümü ile şövalyelikten uzak değil mi?
Pek çoğunuza belki tuhaf gelecek ama, tasarımla ilgili etkinlikler, konferanslar, sergiler bu mayın konusu ile doludur. Çünkü insan yapımı olan bu zillet, bir savaş sorunu değildir. Tarlalara bırakılan veya şimdilerde derdimiz olduğu üzere sularda serserice gezinen bu mayınlar, savaşan toplumların en sorumsuzca eylemlerinden biri olarak sivillerin yaşamlarını tehdit eden kamusal bir problemdir. Tasarımcılar benim gözlemlediğim on yıllar boyunca bu kamusal sorunu sürekli dertlendiler.
Hollanda’da çalışan Afganlı tasarımcı Massoud Hassani, onlardan biri. İlk bakışta koca bir cavid virüsünü andıran bu cisim, paraşütlerle süzülüyor. Hassani bu tasarımına Mine Kafon ismini vermiş. GPRS ile yönetilen ve kara mayınlarının yerini tesbit ederek, üzerine gelen ve onları imha edebilen bu cisim, 2012 yılında Londra’nın en önemli ödüllerinden birine başvurmuştu ama tabii biz diğer adaylar olan Olimpiyat meşalesini veya Kate Middleton’un düğün elbisesini daha çok konuştuk. Hassani, doğduğu topraklar olan Afganistan da olimpiyatları veya kendi düğünlerini bile düşünemeyen çocuklar için, çocukluğundan beri hayal etmişti bu tasarımı. Kaderi savaş olan toprakların temel problemlerinden biridir mayınlar.
Bu coğrafyalardan bir diğeri de Kolombiya. Ülkenin genel problemlerinden biri olan kara mayınları için, geliştirilen konsept tasarımlar bu nedenle orada ortaya çıkıyor. Bunlardan biri olan ayakkabı tasarımı. Lorena Cardenas ve Ivan Perez tarafından tasarlanan SaveOnelife isimli ayakkabı tasarımı da GPRS yardımı ile tabanından sinyal gönderip, önden uyarı sağlayabiliyor. Ancak tasarımcılarının belirttiği gibu kuşkusuz bu ayakkabı tasarımı bu büyük sorunun çözümü için , son aşamada devreye girebilecek sadece küçücük bir öneri.
Canım Prenses Diana, Angola’da mayın tarlasında yürümüştü ve her hareketi gibi bu protestosu da büyük yankı uyandırmıştı. 1990’lardan bu yana dünya üzerinde başıboş bırakılan mayınları temizlemek için pek çok anlaşma, pakt ve hareket ortaya çıktı.
Birileri mayınları döşerken, birileri de onları temizlemeye çalışıyor. Boğazdaki serseriler için ise henüz tabii, sadece kaderimizle baş başayız. Bugünlerde en çok kartal gibi keskin balıkçı gözlerine dua ediyorum.