Seyit Tosun
MASUM DEĞİLİZ HİÇBİRİMİZ!
Suç ortaklığı kadar sağlam tutkal yoktur. İdeolojik, mezhepsel, dinsel, etnik bağlar bu ortaklığın yanına bile yaklaşamaz. Zaten son olaylarda bunu gördük; bir Türk, bir Ermeni, bir Azeri, bir Amerikalı aynı fotoğraflarda sırıtarak poz veriyor. Normalde yağmurlu havada birbirine su vermeyecek 4 tip, Dalton Kardeşler gibi dizilerek hem kendi ülkelerini hem de dünyayı dolandırmış.
“Hakimler karar verecek,
Benim gibiler itaat edecek.
Gösteriyi izleyenler,
Her zaman sessiz kalırlar.
Oyun bir kez daha başladı.” (The Winner Takes It All-ABBA)
Ortalık hiç olmadığı kadar suç, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ve belgeleriyle dolup taşıyor. Belge ve iddialar öyle bir hale geldi ki Netflix senaristlerinin bile hayal güçlerini geride bıraktı. Birçok insan da yaşananlara bakarak savcıları göreve çağırdı. Şu ana kadar herhangi bir şey olmadı. İddia ve belgeler de gündemden düşmeye başladı. Peker konusu da bir magazin, eğlence ve hatta etkinliğe dönüşmeye devam ediyor. İşlenen büyük suçlar nesne haline gelirken, kitlesel röntgencilik öznenin yerini aldı. Türkiye, kendi ‘normaline’ dönmeye doğru gidiyor.
Bu olanların binde biri herhangi bir ülkede yaşansaydı o ülkede iyi kötü bir soruşturma başlatılır, çok büyük davalar açılır, medya ayağa kalkar ve halk demokratik hakları olan protestoları yapardı diyenler de var. Bunlar büyük ölçüde doğru da. Yaşadıklarımızın benzeri 1990'larda İtalya'da olmuş, orada mafya-siyaset ilişkisi ve yolsuzluklar ortaya çıkınca ulusal çapta bir yargı soruşturması başlatılmıştı. Ülke ayağa kalkmış, İtalya’nın her yerinde gösteriler düzenlenmişti. Operasyondan sorumlu savcı Antonio Di Pietro bütün pisliğin üzerine korkusuzca gitmiş ve hangi konumda olursa olsun suçluları yargı önüne çıkarmıştı. Bu soruşturmalar birçok siyasi partinin ortadan kalkmasına neden olmuş, bazı siyasetçiler ve işadamları, suçları ortaya çıktıktan sonra intihar etmişti. Pietro ve beraberindeki savcılar parti genel başkanlarını, bakanları, milletvekillerini, belediye başkanlarını, işadamlarını, medyadaki uzantılarını, yani işin içinde kim varsa yargı önüne çıkarmıştı. Bu savcılar ülkenin en ‘güçlüleri’ gibi gözükenleri tek tek hakim karşısına çıkıyordu. O dönem bazı parti genel başkanları yurt dışına kaçtı ve ölene dek dönemediler. İtalya’da ülke genelinde savcı Pietro, Gherardo Colombo, Camillo Davigo ve Saverio Borrelli için destek mitingleri düzenleniyordu. Mahşerin 4 atlısı olan bu savcılar o dönem bütün suçlularının ‘kıyameti’ gibi oldu. ‘Güçlü’ olanlar kendilerini en güçlü sananlar değil; bizzat halk ve hukuktu. İkisi birleşmişti. Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü ile İtalya’nın kaderi değişmiş ve ülkeyi baştan inşa etmişlerdi.
Peki bizde neden bir şey olmadı?
GÖSTERİYİ İZLEYENLER HER ZAMAN SESSİZDİR
Yargının neden harekete geçmediği konusu malum. Ülkedeki mevcut sistemde bu mümkün değil. Yargı mensuplarının cübbelerinde düğme olmaz, kimsenin önünde iliklemesin; yine cübbelerinde cepleri olmaz kimseden asla bir şey almasın ve adil karar versin diye. Yani hani en üst yargı mensuplarının siyasiler karşısında düğmesiz cübbelerini elleriyle iliklediği bir dönemde böyle bir soruşturma beklemek zaten akıllıca olmaz. O konu tarih önünde yargılanır mı; ileride neler olur ya da olmaz göreceğiz. Hukukun üstünlüğüne inanan onurlu savcı ve hakimler her yerde her zaman vardır. O başka…
Pietro’nun arkasında halk desteği ve hukuk olmasaydı İtalya’nın kaderi çok daha başka olabilir miydi? Öyle bir koşulda Pietro’ya ne olurdu?
Benim projeksiyonu çevirdiğim yer daha çok kitlesel ölçekte. Bugün bir savcı çıkıp Antonio Di Pietro gibi bir soruşturma başlatmaya kalksa dahi, kendisinin ne kadar yalnız bırakılabileceğini düşündünüz mü?
Toplumun ciddi bir kesiminin izleyici konumunda kalması tam da istenilen şeydi. Çünkü izlenilen şey ne kadar önemli olursa olsun mutlaka bir pik yapacak ve sonra inişe geçecek. İzleyiciler sıkılacak ve içeriğinin konusundan bağımsız şekilde kendilerini eğlendirecek başka bir şey bulacaktı. Ne de olsa Post Truth döneminin tam ortasındayız.
Peker videoları ve içeriklerinin öznesi bahsi geçen yolsuzluklarken bir süre sonra nesne haline geldi, çünkü toplumun bir kesimi onu bir etkinliğe, gösteriye ve magazine dönüştürdü. Çünkü bu kesim içerisinde var olanların önemli bir kısmı aslında konulara yabancı değildi. Dünya tarihindeki en güçlü ortaklık her zaman suç ortaklığıdır. Suç ortaklığı kadar sağlam tutkal yoktur. İdeolojik, mezhepsel, dinsel, etnik bağlar bu ortaklığın yanına bile yaklaşamaz. Zaten son olaylarda bunu gördük; bir Türk, bir Ermeni, bir Azeri, bir Amerikalı aynı fotoğraflarda sırıtarak poz veriyor. Normalde yağmurlu havada birbirine su vermeyecek 4 tip, Dalton Kardeşler gibi dizilerek hem kendi ülkelerini hem de dünyayı dolandırmış. Bunların kendi ülkelerinde rüşvetle satın aldıkları kişilere bakın; başka başka siyasi partiler, gruplardan insanlar ve sözde düşman gruplardan kişiler hepsi aynı suç organizasyonunda yerini almış.
EN GÜÇLÜ ORTAKLIK SUÇ ORTAKLIĞIDIR!
İşte bizde bir kesim belki bu suçluları tanımıyordu ama suçları çok yakından tanıyordu!
İşe girmek için sınav kazanmış ve hak etmiş birinin hakkını yiyen dayısı olanlar,
Tecavüze uğrayan bir kıza “O saatte orada ne işi varmış” diyen dinbazlar,
Belediyeden rüşvetle iskan değişikliğiyle 2 kat fazla rant alanı sağlayanlar,
İstanbul’u görmeye gelen turisti dolandıran esnaflar,
İnşaatta ucuz ve kalitesiz mal kullan müteahhitler,
40 kuruşa aldığı orman arazisinin statüsünü birkaç ay sonra değiştirerek milyonluk vurgun yapanlar,
Komisyon almak için ihaleyi daha pahalıya veren kamu görevlileri,
Bıçak parası almak için hastasını muayenehanesine davet eden doktorlar,
Mafyanın çantacılığını yapan sözde gazeteciler,
Eğitimi yeterli olmadığı halde yeterli olanın konumunu çalan liyakatsiz müdürler,
Kadın dövmekle nam salmış ama televizyondaki şovunda goygoy yaparak milyon kazanan türkücüler,
Vergi kaçıran, devletin malını soyan ithalatçılar,
Kendinden olmayanlara küfür etmeyi mesai yapmış maaşlı troller,
İntihal yapan hırsız akademisyenler,
Kızını, oğlunu, damadını paraşütle üniversiteye akademisyen yapan dekan ve rektörler,
Zeytinyağı diye pamuk yağı satan üreticiler,
Görevde kalmak için fotoğraf önünde bile hazır ola geçip ceket ilikleyenler,
İşe hiç gelmeyen ama maaş alan işçiler,
Çocuğuna güvenilir olmasını değil açıkgöz olmasını tavsiye eden ebeveynler,
Tamire gittiği evde çok küçük bir işlemle sorunu çözebilecekken bütün parçaların değişmesi gerektiğini söyleyen servis yetkilileri,
Koltuğunu korumak uğruna makamına ihanet edenler,
Ekilmediği halde devlete ekildi belgesi düzenleyerek tarım desteği alan çiftçiler,
Serpme kahvaltı diye 3 harfli marketlerden aldığı yapay balı, yağı ve reçeli vatandaşın önüne koyan pahalı kahvaltıcılar,
Arabanızı bakıma götürdüğünüzde gereksiz yere olmadık masraf çıkartan, sağlam malzemenizi bozulmuş diyerek değiştirerek faturayı kabartan tamirciler,
İnşaatlarda, madenlerde ve fabrikalarda denetim yapmak yerine patronun akşamları yaptığı pavyon eğlencelerine giden mühendisler,
Tatil yöresinde bir ayranı 50, iki lahmacunu 200 liradan satan restorancılar,
Havalimanına bir suyu 30 liradan satan ihaleciler,
Fabrikasını sigortalayıp ardından malzemeleri bir gecede boşaltıp sonra bilerek yangın çıkartarak büyük paralar kazanan fabrika sahipleri,
İçkiyi ve sigarayı stoklayıp zamlar sonrası satan komisyoncular,
Pahalı otellerde bedava kalan yazarlar, gazeteciler, siyasiler…
Bu liste ve bu listede olması gerekenler hesap sorabilir ve temiz bir toplum isteyebilir mi? Çünkü onlar için herkes gücü oranında çalma hakkına sahiptir. Bu sistem bozulursa, yani kendilerinin de beslendiği çürümüşlük ve vasatlık ortadan kalkarsa; hele bir de Allah muhafaza! Liyakatli, eğitimli ve ahlaklı kişiler görevlere gelmeye başlarsa bunların hali nice olur?! Bunlar olanları izlediğinde utanıyor, üzülüyor ya da sıkılıyor mu sanıyorsunuz? Daha fazla salya akıtıyor; daha fazla soygun, sahtekarlık ya da dolandırıcılık yapmaya hazır hale geliyor.
YA ONURLU, NAMUSLU VE İYİ İNSANLAR?
Bu kişiler hak ettiği şekilde yaşamaya asla razı gelmezler. Kendi çaplarını ve suçlarını bilmekte ve birbirlerini daha ilk görüşte tanımaktadırlar. Sistem; ayakta kalmak için tüm bu suçlara ve suçlulara izin vermelidir. Bu sayede kendi devranlarını sürdürmek için köşelere üç kağıtçıları doldurarak hepsini kendi suçlarına ortak ederler. İşin formülünün ÖZ’ü; suç ortakları ne kadar artarsa, hesap sorulma ihtimali o kadar azalır. Bu ortaklar birbirini ne kadar az tanırsa halkın malını yağmalama oranı da o derece artar! Bütün bu olanlar sonunda oyunu istediğiniz zaman yeniden başlatabilirsiniz. Yani onlar ortak; koca ülke pazar!
Ta ki onurlu, namuslu ve iyi insanlar daha kalabalık ve güçlü olduklarını anlayana kadar…
“Eller günahkar
Diller günahkar
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkar
Masum değiliz, hiçbirimiz…” (Sezen Aksu)