Özlem Yalım
MAHALLE YANARKEN YARATICILIK
Dünyanın derdi başından aşkın. Ülkenin gündemini ise düşündükçe Warhol’un ekran testlerindeki Ann Buchanan gibi kalakalıyor ve ardından onun gibi göz yaşları döküyorum. Yaşam kendi ritmini tutturmuş giderken ve akıllı cihazlarımızdan beynimize pompalanan iyi haberlerin oranı, kötü olanların yarısının yarısı bile etmezken, yine her zamanki gibi tasarıma ve yaratıcı akla sığınıyorum.
Duran hayat o kadar çok bekledi ki artık kimsenin kabuğuna sığacak sabrı kalmadı. Mayıs’tan itibaren yaratıcı etkinlikler bir bir geri döndü. Venedik Bienali sanat dünyasını yeniden Venedik sokaklarına çekti. Pandeminin hemen öncesinde, akın akın kentlerini istila eden turistlerden şikayetçi olan, hatta belirli dönemlerde bu kent yağmasından kaçmak için kendi evlerini terk edip başka yerlere göçen kent sakinleri, acaba sessiz, ıssız ve dolayısı ile gelirsiz geçen bir iki yılın ardından, hala eskisi kadar olmayan bu kalabalığı el üstünde tutmayı başarmış mıdır? Hiç sanmam. İnsanların en önemli yaşamsal özellikleri kötü anıları unutmak ve yaşama daha çok sarılmaktır; böyle hayatta kalabiliyoruz. Venedikliler de o eski _haklı_ homurdanmalarına geri dönüverdiler işte hemen.
20 Nisan’da kapılarını açan dünyanın bu en önemli sanat buluşması, 59. edisyonunda, o günlerde henüz taze olan savaşın etkisi altında kaldı. Savaşan iki ülkenin ve onlara göre pozisyon alan diğerlerinin hararetli buluşmaları, galerilerden sanatçılara, ülke pavyonlarına, Venedik sokaklarındaki heyecanlı buluşmalardan sosyal medyaya ve gazete köşelerine taştı. Tam anlamıyla dünya yanıyorken de sanatın devam edeceğinin ispatı gibiydi bu açılış.
Frieze ve ArtBasel gibi öncü etkinliklerde göz doldurmuş olan Cecilia Alemani küratörlüğünde gerçekleştirilen ve sürrealist (gerçeküstücü) Leonora Carrington imzası taşıyan bir kitaptan ismini alan bu düşlerin sütü (The Milk of Dreams) düzenlendiği zaman, sahne olduğu tartışmalarla birlikte, çoğunlukla kadın ve non-binary (hayır Türkçeleştirmeyeceğim!) sanatçıların yer alması ile oldukça ses getirdi. Bienal 27 Kasım’a dek açık kalacak.
Mayıs ayının son haftasında Londra meşhur Clerkenwell tasarım haftasıyla yeniden yaratıcı ajandada yer almaya devam etti. Aynı haftalarda Rotterdam’da, NY’ta, Basel ‘de geleneksel tasarım etkinlikleri, iki yıllık ertelenmelerin ardından tek tek merhaba dedi. Bu yıl ötelenen tüm ticari fuarlar da tarih değişiklikleri ile birlikte düzenleniyor. Dezeen platformu, bu yıl gerçekleşecek belli başlı tasarım etkinliklerini 25 adet olarak sıralamış. Bun buna başka yaratıcı sektörlerin etkinliklerin de eklediğimde, 2022’nin elli iki haftasına neredeyse iki tane önemli tasarım buluşması düşüyor. Geçtiğimiz haftalarda sosyal medyadan Sidney’de düzenlenen ışık festivali Vivid’i izlemelere doyamadım. Monocle dergisinin konferans notları uzakta da olsam defterimi doldurdu, ve yine çevrimiçi olarak Kopenhag’da düzenlenen “üç gün boyunca tasarım” etkinliği ( 3 days of design) daha 17’sinde son buldu.
Gözlemlediğim kadarı ile pandeminin en acı gününde bile çalışkanlıklarından, üretkenliklerinden ödün vermeyen İtalyanlar, sanat kenti olan Venedik’in ardından , tasarım kenti olan Milano ile gündemi doldurmaya devam ettiler. Tam iki yıl aradan sonra tasarıma dayalı sektörlerin en büyük ve görkemli buluşması olan Milano Tasarım haftası Haziran ayının ikinci haftasında gerçekleşti. İşim gereği uzun yıllardır yakından takip ettiğim, ve sanırım uzun yıllar da ayrı kalmak istemeyeceğim bu etkinlik hakkında daha önceki yazılarımda “israf dolu bir etkinlik” ve “tasarımın pornografisi“ gibi ifadeler kullanmışlığım var. Bu etkinlik boyunca tanık olduğumuz ek çok sergi, buluşma, parti ve etkinlik, tasarım haftasının yozlaşmasına sebep oldu. Bu yıl da itakip ettiğim sergilerden pek çoğu bu düşüncelerimin hala son derece geçerli olduğunu hissettirdi.
Sevgili Deyan Sudjik, fuarın daha ön gösterimi sırasında Domus dergisinde karşıma “ Salone’nin hala anlamı var mı?” başlıklı yazısı ile çıkınca, böyle düşünmekte yalnız olmadığımı anladım. Deyan bu yazısında, tasarım haftasının tarihine nüktedan bir bakış atıyor. Diğer yandan insanların buluşma arzusunun kalıcı ve kesin olduğunu belirterek bu etkinliğin en önemli özelliklerinden biri olan o heyecana bizi çekiyor. Fuar ortamının firmalar için son derece pahalı yatırım gerektirdiğinin de altını çiziyor. Ben de son yıllarda hangi firmamız ile görüşsem, “Bundan sonra burada değiliz, kentin içindeki etkinliklerde yer alacağız” dediklerine tanık oluyordum. Uzun vadeli kontratlar, kiralanan yerlerin maliyeti, üzerine yapılan geçici tasarımların yatırımın, tüm insanların bu stantlara ayırdıkları vakit düşünüldüğünde bu markaların bir bir kente yayılmaları anlam kazanıyor. Mobilya fuarının en büyük başarısı, benim de bizzat gözlemlediğim şekilde son 25 yılda Milano’nun ara sokaklarını bile tasarım merkezlerine dönüştürmesi oldu. Yaratıcı etkinliklerin kentleri dönüştürme ve ekonomik katma değer yaratma potansiyeli var. Bu nedenle tüm kentler pandemi sonrası bir bir etkinliklerine sahip çıkıyorlar.
Dejan’ın serzenişi Milano’da artık hem oyuncuların hem de izleyicilerin profillerinin değişmiş olması. Moda, otomobil ve teknoloji endüstrilerinin hakimiyeti ile bildiğimiz tasarım haftası samimiyetinin kalmamış olması. Dünyanın en saygın tasarım dergilerinden biri olan Domus’ta şu başlıklı yazılar da dikkatimi çekti: “Tasarım haftasının en iyi on instagram lokasyonu”.. veya “Milano’da bu hafta kaçırılmaması gereken devasa enstalasyonlar !” tek başına bu başlıklar bile Dejan’ı ve beni haklı çıkarıyor.
Yine de bu hafta süresince o kadar çok şey sunuluyor ki, aralarında her zaman iyi bir şeyler bulmak mümkün oluyor. Üzerine kentin atmosferi eklenince bu deneyim kendince her zaman iyi izler bırakıyor. Daha doğrusu yediğimiz berbat yemeklere, 3 yıldız bile etmeyecek otellere ödenen kral dairesi fiyatlarına rağmen, tasarımın ve yaratıcılığın verdiği ilham baloncukları ile ayaklarımız yerden kesiliyor. Bu nedenle sanıyorum ben dahil kim ne derse desin dünyanın bu en önemli haftası da şeytanın bacağını kırmış sayılır. Dönüşse de değişse de daha uzun yıllar hayatlarımızdaki yerini artık kimselere bırakmaz.
Hem Venedik’ten hem de Milano’dan hemen önce gerçekleşen ve 2021 yılında gerçekleşmesi gerekirken ertelenerek Nisan ayı başında kapılarını açan Fransa’nın tasarım bienali de 12. Kez izleyici ile buluştu ama bu durum elbet İtalya kadar ilgi çekmedi.
"Çatallanmalar” teması ile yedi sergi sunan 12. Uluslararası Saint-Étienne Tasarım Bienali 31Temmuz tarihine dek izlenebilecek.
Bienal, dünyanın gidişatına eğiliyor. Mart 2020’den bu yana değişen ve farklı yönlerde çatallanan yaşam biçimlerimiz ve değer yargılarımız adına düşünmeyi hedefleyen bienalin kavramsal metni şöyle sesleniyor:
“Hayatlarımızı yönetme şeklimiz kökten değişti. Tüm dünyada aynı anda uygulanan kısıtlamalar ve sokağa çıkma yasağı deneyimi, yaşamı değiştiren bir deneyim oldu. Dayanıklılığımızın bu testini bir başlangıç noktası olarak almak, bu çatallanmaları müzakere etmeyi düşünmek, tasarımı ve müttefik meslekleri bir bütün olarak harekete geçiren ve teknik-endüstriyel toplumumuzun karşı karşıya olduğu sorunların merkezinde önemli bir kültürel tartışma açan bir meydan okuma haline geliyor. Bienaldeki Yedi sergi, gündelik hayatın önemli alanlarında tasarımda neyin tehlikede olduğuna bakıyor: ev içi mekanlar, arabalar, beden, öğrenme yolları, tüketim ve üretim biçimleri.” Ve soruyor: “Tasarım zaten ne yapıyor? Daha ne yapabilir? Bunu nasıl farklı yapabilir?”
Bienalin onur konuğu olarak söz konusu çağdaş ekolojik ve politik zorlukların çok önemli olduğu bir kıta olan Afrika belirlenmiş ve özel bir sergide Afrika'dan gelen ilham verici uygulamalara odaklanacak.
Kopenhag, Monocle dergisi tarafından en kaliteli yaşamın sürüldüğü kent seçilirken, Dünya Tasarım Organizasyon tarafından (WDO) belirlenen Tasarım Başkenti ünvanı bu yıl İspanya’nın Valencia’sında bulunuyor. Yıl sonuna dek bu küçük ama nefis kentte pek çok tasarım etkinliği düzenlenecek. Pek çok sektörel fuar sonbaharda kaldıkları yerden devam edecekler. Londra Tasarım Festivali Eylül’de kapılarını açacak. Mimarlığın gündemi iki farklı etkinlik ile birlikte Portekiz’i esir alacak. Ve İstanbul Bienali 17. Edisyonu ile, Venedik’ten sonra sanat tutkunlarını İstanbul’da buluşturacak.
Yaşam koşulları ne olursa olsun, yaratıcılığın sesi kesilmiyor. Küresel salgınlar, savaşlar, göçler, ekonomik daralmalar olsa da insanın üretme ve paylaşma arzusu dönüşerek de olsa devam ediyor. İyi ki !