LONDRA VE TASARIM

Kraliçesinin ölümü ile sarsılan Birleşik Krallık bu haftaya 20.yılını kutlayan Londra Tasarım Festivali ile başlıyor.

İnsanları buluşturan etkinlikler, festivaller tüm hızı ile yeniden düzenlenmeye başladı. Yeniden ajandalarımızı dolduran bu etkinliklerdeki en hakim duygu kavuşmanın coşkusu. Sıkıntılı dönemlerin yaratıcılığa olan olumlu etkisi bir kez daha ispatlanmış gibi. Sanat ve tasarım etkinliklerinde zarf da mazruf da göz dolduruyor.

İstanbul, dünyanın en önemli kentlerinden biri olarak, global yaratıcı ortamda tüm özellikleri ile rol alıyor. Sizlere bu satırları yazdığım geçtiğimiz hafta boyunca her gün ortalama beş etkinlik kapılarını açtı, akşamları yüzlerce insanın buluştuğu etkinlikleri ile kentin yaratıcı arıları daldan dala konarak gecelerini gündüzlerine kattı. Ben de onlardan biriydim.

Üç yıllık bir aradan sonra yeniden rayına oturan İstanbul Bienali, bu trenin lokomotifi. Bienalin düzenlenmesi ile birlikte, özel galeriler ve oluşumlar da bu rüzgarla projelerini sunmak istiyor. Hal böyle olunca kentin tüm günleri ve saatleri bir yaratıcı fırtına içinde kalıyor. Sanatın kavramsal ve sorgulayıcı yanını masaya yatıran bienal ile birlikte, ticaretini yapan Contemporary İstanbul fuarı da kapılarını açtı bu haftasonu. İkinci kez konumlandığı tersaneyi sadece sanat değil, büyük bir parti ve buluşma mekanına dönüştüren bu etkinlikle birlikte, bienalin 12 resmi mekanı ve nerede ise 50 kadar paralel etkinlik merkezi ile devasa bir hacimden bahsediyoruz. Bu fırtınanın içine özel davetler, yemek deneyimleri, performanslar ve bireysel katılımlar dahil oluyor. Şehrin bu hali görülmeye, yaşanmaya değer.

Sanat ile yakalanan bu 300 Mhz frekans umarım bir gün tasarım için de geçerli olur İstanbul’da. Dünyada böyle haftaların tasarım adına yakalandığı kentler hiç de az değil. Milano, Paris, NYC, Helsinki, Kopenhag gibi kentlerde tasarım haftaları istikrarlı biçimde yıllardır devam ediyor. (Bizdeki tasarım haftasının tarihteki varoluşunu ve yok oluşunu sizlere bir ara yazarım!) Bunların arasında kanımca en önemlilerinden olan Londra Tasarım Haftası ise 17-25 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek.

Kraliçe 2. Elizabeth’in ölümü sebebi ile yasta olan ülkede her şey 19’undaki cenaze töreninden sonra başlayabileceği için, LDF (London Design Festival) de kapılarını resmi olarak 19’unda açabilecek. Bu yıl şehirdeki 12 tasarım bölgesi festivale katılıyor. Bankside, Brompton, Clerkenwell, Greenwich, Islington,  King’s Cross, Mayfair, Park Royal, Pimlico Road, Shoreditch, Southwark. South ve William Morris tasarım bölgelerinin her biri kendi katılımcıları ve programları ile festivalde yer alıyor.

Ben de, tüm meslek yaşamım boyunca kurduğum hayali yeniden hatırlıyorum. Umarım bir gün bu satırlara, mesela şöyle bir cümle kurabilirim: İstanbul Tasarım  Festivali tüm coşkusu ile kente merhaba diyor! Yel Değirmeni, Levent Sanayi, Karaköy, Bebek, Galata, Etiler Tasarım bölgeleri yüzlerce tasarımcı ile festivalin bir parçası olacak…. Hayal bu ya!

Londra’ya geri dönelim. Festival bu yıl Arjantin’i konuk olarak ağırlayacak.  Oxo Tower Wharf ‘ta yeni ve inovatif malzemelerin sunulacağı Materials fuarı izleyicilerle buluşacak. Festival için İtalyalı mimar Niccolo Casas yaklaşık 4 metrelik bir heykel yaptı. Bu heykelin malzemesi okyanuslardan toplanan atık plastikler. Bu atık plastik malzeme, çevre organizasyonu Parley for the Oceans tarafından dönüştürüldü. Eser Victoria & Albert Müzesi’nde konumlanacak. Plasticidy ismini taşıyan bu eserin parçaları tasarım stüdyosu Nagami ile iş birliğinde 3D yazıcılarla üretildi ve bir araya getirildi.

Festival komitesinin komisyonu ile üretilen Henge isimli kentsel tasarım birimi de Canary Wharf da konumlanıyor. Bu eser, Krallık ve İrlanda topraklarında yer alan binlerce antik taştan ilham alan daire şeklinde bir buluşma noktası. Oldukça ikonik olan bu alanda, izleyiciler soluklanacak, otururken tasarımı deneyimleyecek; Henge belki de festival boyunca insanların buluşma noktası haline dönüşecek.

Festivaldeki ilgi çekici işlerden birine de Sony imza atmış. Devasa bir ekran deneyimi olan bu enstalasyonda ses, renk ve görüntü adına farklı ve şaşırtıcı boyutların keşfedilmesi hedeflenmiş. Eserin ismi “in to sight”

LDF bu yıl 20. Yaşını kutluyor. Bu yıldönümü adına özel bir kitap hazırlandı. Limitli sayıdaki bu kitaba isteyenler festivalin web sitesinden rezervasyon yaparak sahip olabilirler. Son 20 yıldır gittikçe büyüyerek gelişen, birbiri ile rekabet ederek değil, güçlerini birleştirerek bugünlere ulaşan bu festival, kuşkusuz Londra’yı Milano’dan sonra en önemli tasarım merkezlerinden biri haline getiriyor.

İngiltere, 80 li yıllar boyunca, başbakanları Margaret Thatcher’ın neoliberal politikaları ile tasarım ve yarıtıcı ekonomiler alanında farkındalık yaşamış ve  tasarımın ekonomiye olan katma değerini toplumsal ve bürokratik anlamda içselleştirmiş bir ülke. İzleyecek ve öğrenecek çok şey  var!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi