Özlem Yalım
Kusursuz form: Daire, veya halka
Bu yazıyı yazarken tüm zamanlarımın en iyi müzik parçalarından biri olan 1988 tarihli Circle’ı dinliyorum arkada; Eddie Brickell and The New Bohemians’tan. “Ben senin arkadaş çevrenin bir parçasıyım” diyor parçada. Hepimiz kendi halkamızda, kendi çevremizde, dairemizde, kusursuz bir yaşam ideali kurmaya çalışırken, düşlüyorum yazımı.
Hayatlarımızı küçük; sınırlı çemberler haline geldi iyice. Çıkmak istemiyoruz kendi halkamızın içinden. Çemberin dışı bilinmezlerle dolu. O halkanın dışında yeniden tanınacak insanlar, yeni deneyimler, belki yeni coğrafyalar var; artık pek de risk almak istemiyoruz; vaz geçiyoruz. Medyada paylaşılan görsellerden de biliyoruz ki, kendi güvenli çevremizi de o daireler belirliyor. Parklarda, AVM lerde güvenli bölgemizi artık o daire ve çember işaretleri gösteriyor; dışında, ötesinde virüs tehlikesi var dairenin !
Halka, çember ya da daire, bizim kusursuzluğumuz sanki. Aristo’nun ortaya attığı ve Kopernik’e kadar binlerce yıl inanıldığı gibi dünyamız, yani biz sabitiz sanki ve tüm evren etrafımızda dönüyor. Öyle olsun istiyoruz. Evrenin kütleleri, kara delikleri ve hareketleri döngüsel. Yer kürede iklimler döngüsel. Kan dolaşımımız döngüsel. Gün doğumu ve batımına kurulu yaşamlarımız döngüsel. Bu döngüselliğin büyüleyici felsefesine girmek veya sizleri buradan alıp hermetizmin derinliklerine çekmek değil amacım, sadece doğal çevremizin bu döngüsellik üzerine kurulu olduğunun altını çizmek. İnsanın hayatında düzlük, açılar ve köşeler yok, hemen tüm varlığımız sürekli dönüyor aslında.
DAİRE FORMUNUN ANLAMI
Bu nedenle estetiğe, sanata ve tasarıma dayalı alanlarda, daire formu da bütünselliğin, armoninin, kusursuzluğun, tamamlanmanın, zamansızlığın, sonsuz evrenin, dengeli hareketin, ölümsüzlüğün ve huzurun simgesi olarak kendine yer bulur. Tıbbın, bilgeliğin ve kozmik dünyanın kurucusu olduğuna inanıldığı için “Üç kere Hermes” ismi ile anılan Hermes Trismegistus ‘a göre Tanrı da bir dairedir; şöyle diyor: Tanrı merkezi her yerde, çevresi hiçbir yerde olan bir dairedir.
Tüm bunlar ışığında, yapılı çevremizde, yani tasarımda, dairesel olanı sever ve koşulsuz benimseriz. Daireselliği çağrıştıran organik formlar, köşesiz yapılar, halka formlu hemen her şey, algılarımıza iyi gelir. Kentlerde, mimari eserlerde, eşyalarda, modada, iki boyutlu tasarımlarda, etkili örnekleri ile ortaya çıkar bu kusursuz form.
BRUNO MUNARİ
Daire ile yaratıcı bir form olarak karşılaşmam, tasarım okumaya başlamadan önce evimizdeki kütüphanemizde rastladığım Bruno Munari kitaplarına rastlar. Çalışmaları grafikten ürünlere ve sanat eserlerine kadar uzanan ve tasarım yayınlarından çocuk kitaplarına kadar pek çok yazın eserini de geride bırakmış olan bu Milanolu tasarımcı, sıklıkla değinmiştir dairenin gücüne. Eski çağlardaki kent yapılanmasından, dengenin sembolü olarak kullanılan ying-yang’a veya Sandro Botticelli’nin Mary with the Child isimli tablosundaki algının daireselliğine kadar bu kusursuz formun içinde kaybolabilirsiniz Munari’nin yazdıklarında.
YAPIDA DAİRE FORMU
Yine Munari’ye göre mimarlık ve yapının formu karedir. Mimarlıkla ilgili pek çok yerde bu kare sembol ile karşılaşırız. Örneğin ülkemizde mimarlar odasının amblemi de en basit formda köşeli ve kapısı olan bir mekanı simgeler. Oysa ilkel çağlardan gelen yapı kültürü daireseldir. İnsanlık avcı toplayıcı yaşamdan tarıma geçince başlamış kare ve diktörtgen yapılaşma, öncesinde hep dairesel ve organik. Yeni Zelanda, Britanya, Anadolu ya da Afrika olsun, insan doğayla bütünleşik yaşadığı zamanlarda mekanlarını da dairesel inşa etmiştir.
Özellikle Afrika’da, bu dairesel yapılar, dairesel kurguda yaşam ünitelerine dönüşmüştür. Afrika kabilelerinin yaşadığı alanlarının Genius Loci’si yani yerlerinin ruhu, eşsiz güzellikteki bu dairesel yapılardadır.
1994 yılında Arkeolog Dr. Klaus Schmidt tarafından keşfedilen ve ülkemizde yer alan, dünyanın en eski mimari yapısı Gööbekli Tepe de dairesel formda inşa edilmiş.
GÖBEKLİ TEPE’DEN APPLE PARK’A DAİRE
Bu alanın mimari yerleşimini oluşturdukları bir algoritma ile inceleyen Tel Aviv Üniversitesi’nden Gil Haklay ve Prof. Avi Gopher’in Cambridge Archeological dergisinde yayınlanan çalışmaları, bu alandaki en büyüğü 20 metre çapında olan yerleşkelerin üçünün aslında tek bir yapı olarak tasarlandığına ve simgesel olarak planlandığına işaret ediyor.
Neolitik çağın bu yapısal anlayışı, mimarlık dünyasının son yüzyılda büyük dönüşüm geçiren çağdaş anlayışına da ilham veriyor.
Çin’in Fushun kentinde sadece turistik amaçlarla inşa edilen Ring Of Life, kentin cazibe merkezlerinden biri ve geceleri 12.000 LED ışık ile aydınlatılıyor. Batılı dünya bir tür mühendislik başarısı olan bu yapının gereksizliğini konuşmaya başlayınca Asyalılar “Bu da bizim Eyfel kulemiz!” diyiverdiler !
Bu devasa heykel bir yana, eğer mimarlıktan ve kusursuz halka formundan bahsedeceksek, verilebilecek en iyi ve çağdaş örnek Foster+Partners tarafından tasarlanan Kaliforniya’nIn Cupertino bölgesindeki Apple Park.
Firmanın 12.000 çalışanına ev sahipliği yapan bu devasa yapı, dairesel formun tüm anlamlarını ve mimari yapılar arasında pek çok anlamda taşIdığı kusursuzluğu ile açıldığı günden beri dikkat çekiyor.
Olimpik hareketin kurucusu olan Pierre de Coubertin tarafından ilk olarak 1913 yılında tasarlanmış olan ve ilk kez 1920 oyunlarında kullanılan olimpiyat sembolü de, hem iç içe kenetlenmiş olan eşit dairelerden oluşan halka sembolleri hem de farklı renkleri ile dünyadaki farklı kıtaların, insanların olimpiyat ruhu ile bir araya gelmesini, bütünleşmesini anlatır.
En çok bu tasarım bana, bugün bu anlayıştan gittikçe uzaklaşan dünya insanlarının, bir de virüs marifetiyle iyice kopuşunu, kötücülleşmesini düşündükçe, manidar geliyor. O halkalar şimdi bize mesafeyi ve kendi, bireysel güvenli bölgelerimizi hatırlatır oldukça, durum bir hayli ironikleşiyor.