Tayfun Atay
“Kürdistan”, ecdadınızdan yadigârdır!
Eğer Türkistan varsa, Kürdistan da vardır. Bir beşerî-kültürel olgu olarak Kürdistan’ı yok sayıyorsanız, o zaman aynı doğrultuda Türkistan da yoktur. İran’da İran Türkistanı olduğu gibi İran Kürdistanı da var. Ayrıca Irak Kürdistanı, Suriye Kürdistanı var. Dolayısıyla “Türkiye Kürdistanı” var; bir siyasi realite olan Türkiye içerisinde kültürel-antropolojik bir olguya karşılık olarak...
Kürdistan terimi ilk olarak 12’nci yüzyılın ortalarına doğru kullanılmaya başlandı. Ortada henüz Osmanlı bile yok. Terimi kendi yönetim alanlarında ilk olarak işlerliğe sokan Selçuklular. Yani, birilerinin “Ecdat Ecdat!!!” yaveleriyle yere-göğe sığdıramadığı Selçuklu da sonrasında Osmanlı da Kürdistan tabirini, hüküm sürdükleri coğrafyanın belli bir bölgesine ilişkin güzel güzel, iç rahatlığıyla kullanmış. Marco Polo “Seyahatname”sinde de 1294 yılında, evet Osmanlı hâlâ bir idari yapı olarak ortada yokken Kürdistan terimini kullanımda (Izady 2007, s. 109).
O halde Meral Akşener’in Siirt Kurtalan’daki esnaf ziyaretinde karşısına geçip “Bulunduğunuz yer Kürdistan’dır” diyen esnaf Cemil Taşkesen, bir Selçuklu vezirine, bir Osmanlı valisine veya İtalya’dan Doğu’ya seyahat ederken oralara da yolu düşen Marco Polo’ya aynı sözü söylese, bir “keyfiyet”e tercümanlıktan öte bir şey yapmamış olacağı için büyük ihtimalle kendisine tebessümle mukabelede bulunulacaktı.
Ama Taşkesen, Cumhuriyet Türkiyesi’nde böyle bir cümle kurduğu için hakkında terör örgütü propagandası yapmak suçundan soruşturma başlatılarak gece yarısından itibaren bir süre gözaltına alındı.
Bize göre ise asırlardır kullanımda olan bir sözcüğü telaffuz ettiği için şu ya da bu gerekçe ile Cemil Taşkesen’in soruşturma ve gözaltına maruz bırakılması bir insanlık suçudur.
“Kurti” serbest, “Kürt” yasak
Kürdistan sözcüğü milattan sonra 12’nci yüzyıldan beri dillerde-ağızlarda. Kürt sözcüğünün ise daha da geriye, milattan önce 5’inci yüzyıl sonu 4’üncü yüzyıl başına kadar giden bir telaffuzu mevcut. M.Ö. 401’de Yunan general ve tarihçi Ksenophon, Pers Ahameni İmparatorluğu’nun tam ortasında yaşamalarına rağmen tamamen bağımsız ve biat etmemiş bir yerel halk olan “Karduchoi”lerden bahseder. Daha sonra M.Ö. 3’üncü yüzyılda coğrafyacı-tarihçi Strabon “Kurtioi”lerden bahseder. Daha-daha sonra tarihçi Polybius, “Kurti”lerden bahseder. Daha-daha-daha sonra Romalı tarihçi Pliny, M.Ö. 1’inci yüzyıl başında Dicle Irmağı’nın geçtiği yerde yaşayan, önceleri “Carduchi” şimdilerde “Cordueni” denilen bir halktan bahseder (Izady, s. 82-3).
Şimdi “Kürdistan” sözcüğü için olduğu gibi, bu topraklarda uzunca bir zaman “Karduchoi”, “Kurtioi”, “Kurti” karşılığı olarak bugün kullanılan “Kürt” sözcüğünü kullanmak da yasaktı ve cezai yaptırıma sebepti.
Çünkü Kürt yoktu! Olan, “Dağ Türkleri”ydi. Yüksek yerlerde, karlık bölgelerde yaşayan Türklere “Kürdaklar” denirdi. Kürt adı, bu “Türkler”in dağlarda karda yürürken çıkan “kart-kurt” sesinden gelmekteydi. “Sıkışmış kar”a verilen addı Kürt!..
Aynı doğrultuda Kürtçe de yok hükmündeydi. Kürtçe konuşmak yasaktı, konuşana ceza vardı.
Yine o yüzden Meral Akşener’e gayet nazik bir şekilde “Lafını balla kestim Sayın Başkanım” diye hitap ederek söze giriş yapan Kürt vatandaş Cemil Taşkesen, yakın dönem tarihimizde yer alan, özellikle 12 Eylül (1980) askerî darbe rejiminin marifeti bu talihsiz ve tatsız siyasî/resmî pratiklere referansla “Dilimiz inkâr ediliyor. Kimliğimiz inkâr ediliyor,” diye art arda sıraladı cümlelerini…
Sonra da sözünü hiç sakınmayarak devam etti: “Biz varız! Gördük, senin danışmanların bile, bütün arkadaşlar hepsi Kürt’tür. Ve şu an senin bulunduğun yer Kürdistan’dır. Ama ne yazık ki Meclis’te bu Kürdistan inkâr ediliyor.”
Meclis’te “Kürdistan”: Atatürk, Erdoğan, Baydemir
Taşkesen’in “Meclis’te Kürdistan inkâr ediliyor” vurgusu da karşılıksız değil ve somut bir veriye dayanıyor. Çok değil dört yıl önce HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir, partisinin tutuklu milletvekillerine ilişkin Meclis’te konuşma yaparken, “Ben, Kürt halkının bir evladı olarak, Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak” ifadelerini kullandığı için, içtüzüğün falanca maddesine göre iki birleşim Meclis’ten çıkarma ve yaklaşık 12 bin lira para cezasına çarptırıldı.
Baydemir o süreçte kendisini şu sözlerle savunmuştu: “Kürdistan’a Kürdistan demek suç değildir, suç olmamalıdır. Kürdistan, bütünün bir parçasıdır.”
Siirt’te esnaf Taşdemir’in gözaltına alınmasına tepki gösteren Diyarbakır Barosu da yaptığı açıklamada aynı yönde ifadeler kullanmış: “Kürt kimliği, dili, coğrafyası kapsamında Kürdistan tanımlamasının suç olarak nitelendirilmesi ve soruşturmaya konu edilmesini kabul etmiyoruz.”
Eksik bırakmışlar, esas, Kürdistan tabiri dilinizden düşürmediğiniz, destanlar düzdüğünüz, dizilerini çektiğiniz ecdadınıza mahsustu en çok; ecdadı inkârdan mı geliyorsunuz demelilerdi!..
Yahut daha yakın zamanlı olarak, halen sosyal medyada da Akşener’in Siirt’teki diyaloğuyla bağlantılı dolaşıma sokulan, Tayyip Erdoğan’ın 2013 yılında ilk TBMM zabıtlarına atıfla ve Atatürk’e sığınarak Meclis kürsüsünde “Kürdistan” tabirini telaffuzuna göndermede bulunmalılardı.
Mevzubahis iktidarsa, Kürdistan teferruat!
Tabii aynı Erdoğan’ın, köprülerin altından akan “beka” sularına bağlı olarak daha yakınlarda, 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesi o dönem HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’yi hedef alarak sarf ettiği şu sözler de var:
“Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge var mı?.. Sen Türkiye’yi terk et! Bizim Kürdistan diye bir bölgemiz yok. Güney’de Irak’ta Kürdistan bölgesine git. Benim ülkemde böyle bir bölge yok.”
Böyledir bu iş! Mevzubahis iktidarsa Kürdistan teferruattır.
Dün vardır, bugün yoktur.
Kürdistan yoksa Türkistan da yoktur
Kürdistan bir kültürel-antropolojik realite olarak hep var oldu, olmaya devam edecek.
Benim tabirle antropolojik çerçevede ilk karşılaşmam Hollandalı antropolog Martin Van Bruinessen’in ilk baskısı 1978’de yayımlanmış Agha, Shaikh and State – On the Social and Political Organization of Kurdistan (Ağa, Şeyh ve Devlet – Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi Üzerine) başlıklı etnografik çalışmasıyla oldu. Kitap, yazıldığı dönemde SSCB, İran, Irak, Türkiye ve Suriye devletlerinin siyasî hükümranlığı altındaki bir “kültürel” coğrafyada hayatın akışına, bu coğrafyaya içsel (ağalar, şeyhler) ve dışsal (belirtilen ulus-devletler) iktidar dinamiklerinin birbiriyle ilişkileri üzerinden, tarihten bugüne ışık tutma girişimidir (Van Bruinessen 2003).
Kürdistan, Kürtlerin yaşadığı yer demek. Tarihsel-köken olarak, otokton olarak, yoğun olarak, çoğunluk olarak yaşadıkları yer…
Farsça “istân” ya da “stân” son ekine bakmak yeter bunu anlamak için... Yer bildiren sözcükler türetmeye yarayan bir ek “istan”; Gülistan gibi, Lazistan gibi ve elbette “Türkistan” gibi…
Türkistan diye bir ülke, bir politik realite var mı, hayır yok. Peki, Türkistan diye tarihî, coğrafî, kültürel, antropolojik bir realite var mı, var. Ve hiçbir kaygı duymadan, bol bol, rahat rahat, takır takır telaffuz ediyor musunuz Türkistan’ı, evet ediyorsunuz.
Afgan Türkistanı var, İran Türkistanı var, Çin Türkistanı, yani Doğu Türkistan var.
Biri itiraz etse Türkistan demenize, ona “Hadi oradan” diyor musunuz, diyorsunuz. Ama Kürdistan diyene, tıpkı dün Kürt diyene yaptığınız gibi hayatı dar etmeye koyuluyorsunuz.
Kürdistan, bütünün parçası
İran’da İran Türkistanı olduğu gibi İran Kürdistanı da var. Ayrıca Irak Kürdistanı, Suriye Kürdistanı var.
Dolayısıyla “Türkiye Kürdistanı” var; bir siyasi realite olan Türkiye içerisinde kültürel-antropolojik bir olguya karşılık olarak...
Nitekim Osman Baydemir de Meclis’te ceza almasına yol açan konuşmasına dair tekrar söz aldığında aynen bu anlama gelecek şekilde, “Kürdistan’a Kürdistan demek suç değildir, suç olmamalıdır. Kürdistan, bütünün bir parçasıdır” demişti.
Yani, Türkiye bütün, Kürdistan da onun bir parçası…
Ve “Kürdistan” sözcüğüne antropolojik serinkanlılıktan, demokratik olgunluktan uzak şekilde yasak ve ceza koymaya kalkışınca, işte asıl o zaman bütünü korumaya değil, bütünden kopma eğilimlerine çanak tutulmuş oluyor.
Özcesi, Kürdistan sözcüğü yangın-söndürücüdür, onu yasaklamaksa yangına benzin dökmek.
Türkiye’nin Kürdistanı var
Meral Akşener tabii beklemiyordu, boşluğuna geldi Siirtli Kürt esnaf Cemil Taşdemir’in sözleri. Yine de sosyal medyada kendisine yönelik linç girişimlerini hiç hak etmeyecek şekilde, “Seni inkâr eden yok, ama bunu kabul etmem mümkün değil, bu ayrışmadır” dedi.
Daha başka ne diyebilirdi, “Şu an bulunduğun yer Kürdistan’dır” sözleri karşısında acaba?..
Belki yukarıda aktarılanlar doğrultusunda şunu:
Evet, bulunduğum yer Kürdistan; Türkiye’nin Kürdistanı…
(KAYNAKLAR: Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet [Çev. Banu Yalkut], İletişim, 2003; Mehrdad R. Izady, Kürtler: Bir El Kitabı, Doz Yayıncılık, 2007.)