Seyit Tosun
KÖTÜLERİN KENDİSİNE YAPTIĞI EN BÜYÜK İYİLİK İYİLERİN KENDİSİNE YAPTIĞI EN BÜYÜK KÖTÜLÜK
Dünyayı daha iyi bir yer yapmak isteyenler, hatta yapanlar işte o kalabalığa karışanlardan değil; kalabalığa karşı çıkanlardan çıktı. Kötülerin kendisine yaptığı en büyük iyilik organize olmaları; iyilerin kendisine yaptığı en büyük kötülük ise organize olamamaları oldu.
İyi insanlar organize olamazsa organize olan kötü azınlık herkes adına karar verebilir. Cehaletin organize halini tanıyoruz zaten. Bahsettiğim mevzu çok başka; kötülüğün organize hali. İkisi arasında çok büyük bir fark vardır. Cehaletin organize hali bir sonuçken, kötülüğün organize hali bir nedendir. Bunu şöyle ayırabilirsiniz; cehaletin içinde yer alanlar bunu seçmemiştir, zaten bir seçenekleri yoktur. Oysa kötülüğün organize hali bir seçenektir ve tercih edilmiştir.
İşte bu sayede, geçmişte; yani hala kendi zaman dilimlerinde yaşayanlar, bugün ve yarının çocuklarının da tıpkı kendileri gibi yaşamaları konusunda ‘kendilerini’ dayatıyor. Bunu sokaklarda dayatanlar cehaletin; bu sonucu yaratan nedenler zinciri ise kötülüğün organize halidir. Asıl tehlikeli olan yer burasıdır. Çünkü bizler daima sivrisineklerle kavga edip uğraştıkça bataklığı da unutuyoruz.
Z Kuşağı ve gençler onların nasıl yaşaması gerektiğine yönelik her açıklamayı otomatik olarak bir virüs olarak algılıyor ve reddediyor. Bugün içinde yaşadığımız ve sokak röportajları, sosyal medya ve toplumsal yaşamda sık sık gördüğümüz tartışmalar bildiğimiz kuşak çatışması değil. Kültürel normların, yeni teknolojik gelişmeler sonucunda nesiller arasında gösterdiği davranış biçimleri başka, bugün Türkiye’de bizim içinde olduğumuz şey bambaşkadır. Bunu sadece kuşak çatışmasına indirgersek o zaman kaç seçim yaşarsak yaşayalım, organize kötülük her değişiklikte yeniden kendisini yapılandırıp, uyumlanıp galip gelecektir.
Sokakta bir ayakkabı bile alamadığını, bir bilgisayar için aylarca çalışmak zorunda kaldığını ve Tweet bile atmaktan korktuğunu söyleyen gencecik çocukların sözünü kesip onları teröristlikle suçlamak kuşak çatışması değildir. Bu alenen tercih edilmiş bir kötülüktür. Bir ipucu da vereyim; kötüler asla ikna olmaz... Bu nedenle müzakere onlar için geçerli bir kavram değildir. Mücadele daha doğru bir kelime olabilir. Hatta daha dün İstanbul’da toplu taşımalarda gezen köpek Boji’ye bile iftira atmak için birilerinin cebinde dışkı taşıdığı ortaya çıktı. İnsanlar bitti, köpekler bile bu organize kötülükten nasibini aldı. Bir insanı, bir köpeğe kumpas kurmak için cebinde dışkıyla gezdirecek hale başka ne getirebilirdi ki?
İyi insanların kendilerine yaptıkları en büyük kötülük iyi organize olamamaları oldu. Bizim de içerisinde yer aldığımız Homo Sapiens yaklaşık 300 bin yıldır var ve bu süreçte en başarılı olanlar en iyi organize olanlar oldu. Bu sayede de bugünlere kadar geldik. İster inanın ister inanmayın ama hepimiz bir şekilde iyi organize olmuş aile, grup ve yapılar sayesinde şu anda hayattayız. İşte organize olup olamamak bu kadar önemli.
Bugün bunu sadece bir sınıf çatışması olarak ele almak bütün resmin yanıtını bize verebilir mi? Bu, siyaset biliminin halen sürdürdüğü tartışmalarda yerini alıyor. Konunun başka boyutları da var.
Tüm insanlar doğuştan iyi bir yaşam hak eder ancak kimileri, halkın büyük bir kısmını bunun tersine ikna edebilir. İşte o kesim bir yandan yokluk içinde yaşarken diğer yandan da bunu onlar adına sorgulayanlara saldırır. Bunun organize edilmesi kötülüktür. Yani bir tercihtir. Kendi mutlu yaşamlarını, küçük bir azınlığın lüks hayatını ve iktidarını sürdürmenin yolunun, milyonların yoksullaştırılıp cehalete terk edilmesinin tercihidir.
Emeği ile geçinen, yokluk içinde yaşayan ve yatağa aç girenlerin içinde bile bu sistemi savunanların çıkmasını sadece cehalet ile açıklamak yetersizdir. Burada bunu organize eden bir kötülük mevcuttur.
Avrupa'da gençler 'nereyi gezelim, hangi sinemaya gidelim, yemeği nerede yiyelim, müzeye gidelim mi?' diye düşünürken bizim gençlerimiz 'Dolar 11 oldu, yarın işsiz kalır mıyım, para yok yemek yemeyeyim simit alayım' diye diye hem ekonomist hem de diyetisyen oldular. Bir ekmek bile bulmanın şükür meselesine indirgenip, iyi yaşamayı, kendisi gibi olan kimsenin de iyi bir eğitimi, bir evi ve arabayı hak etmediğine ikna edilmiş bir kalabalığı dönüştürmenin yolu nedir? İyi insanlar bu ülkede yalnızken, kötüler değil. İyi insanların daha fazla yan yana gelmesi işte bu organize kötülüğün tek çaresi.
Kendiliğinden hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyoruz ama organize olma yeteneğimizi kaybettiğimiz için bunu görme alanımız kalmadı. Bütün çağdaş dünya ve ülkeler bugünkü refahlarını iyi organize olabilme yeteneklerine borçlu. Biz bazı istisnalar hariç hemen hemen hiçbir konuda organize olamıyoruz. Günlük motivasyonlar ve organize kötülüğün şekillendirmesiyle dönüşüyoruz.
Bu ülkenin insanları, aşklarını yaşamak için bile toplumun onayını almak zorunda bırakıldı. Çünkü iktidar kamu gücünde değil; kalabalıkların gözlerindedir. Herkes ne yaparsa yapsın, hangi işle uğraşırsa uğraşsın kalabalıkların onayını almak durumunda bırakıldı. İşte bu nedenle kimseler, kimse olamadı ve genel kalabalığın isteğine göre şekillenmek zorunda kaldı. Buna da ‘hiç kimse’ diyoruz.
Para da kazansa, makama da gelse ‘hiç kimselerle’ çepeçevrelendik. O nedenle evrensel potaya giren işler dışında kalanların tamamı bir karşılık yaratamadı ve solup gitti. Bu nedenle siyaset başta olmak üzere fikirler önce kalabalıkların isteklerinin süzgecinden geçirildi. Oysa siyaset dönüştürme ve ileri götürme sanatıyken; kendisi dönüşüverdi. İşte o anda o kalabalık için onlar 'kimse' oluverdi. Kalabalığın istediği şekilde konuşan kişi ise bir anda ‘herkes’ oldu ama sadece 1 kişiye yabancılaştı; kendisine....
Kalabalıkların düşüncesi değil hareketleri olurdu ve onların onayını almayanlar linçine maruz kalacaktı. Linç fikri her zaman herkesin üzerinde oldu. Bundan bırakın sıradan vatandaşı; en muktedir güçlüler bile nasibi aldı.
Çünkü kalabalıkların panzehri düşünen, örgütlü ve organize olan insan topluluğuydu ve kalabalıklar bunu bildiği için iki kişinin bile düşünerek yan yana gelmesini onaylayamazdı. Düşünmeden binlerce kişi bir araya gelebilir; ancak düşünerek, kendi özgür iradesiyle iki kişi bile yan yana gelemezdi.
Kendi bedeni, düşüncesi ve iradesi üzerindeki iktidarını o düşünmeyen kalabalığa vermeyen kimseyi o kalabalık onaylamadı. Kalabalıkların onaylaması ve o kalabalığın mahallesine olabilmenin tek yolu 'kendinden' kendiliğinden vazgeçmek oldu.
O kalabalık, kendisi yüzünden herkese yaşattığı acıları yine başkasının üzerinden kapatmasını talep etti. Hatta kalabalık o kadar doymaz ki kişiliğini yok ettiği ‘hiç kimselerin’ peşini yine de bırakmadı. Mutlaka kalabalığa da karışarak kalabalıklar gibi konuşmasını istedi. Bu sayede acıları kanatanlar ve yaralananları, kendi içinde toplayarak kalabalığı daima ayakta tutacaktı..
Onlar sizin kendi gerçekleriniz yerine, kalabalığın yalanlarına inandırmak için çalışmaya devam ediyor.
Oysa işin ÖZ’etinde şu vardı; dünyayı daha iyi bir yer yapmak isteyenler, hatta yapanlar işte o kalabalığa karışanlardan değil; kalabalığa karşı çıkanlardan çıktı. Kötülerin kendisine yaptığı en büyük iyilik organize olmaları; iyilerin kendisine yaptığı en büyük kötülük ise organize olamamaları oldu.