Özlem Yalım
Kolonilerin tasarımı
Bu Pazar günümde, siz bu satırları okurken, uzun zamandır izlemeyi istediğim en az üç filmi* birden izleyeceğim. Bu filmlerin ortak yanı uzayla ilgili bilimkurgular olması. Bilim kurgu dizileri, kitapları ve filmleri severim, çünkü bir tasarımcı olmak bu filmlerin her birini merakla izlemeyi gerektirir!
B ilim-kurgu türündeki eserlerin insanların yaratıcı ve sosyal özellikleri üzerindeki olumlu etkilerini konu edinen pek çok bilimsel çalışma var. Bu eserlerdeki insanları, ve olayları anlama çabası, hiç alışık olunmayan bir kurgunun içerisindeki hikayeyi izleyebilme sabrı ve merakı, bu türü sevenleri diğerlerine göre inovasyona, sosyal empatiye ve yaratıcı problem çözmeye doğru daha fazla geliştiriyor. Ben sevgimin ardında müthiş bir mesleki merak olduğunu biliyorum ve bu nedenle hemen hemen bu türün tüm üretimlerini deneyimlemek üzere kendime bir şans veriyorum.
Bilim kurgu edebiyatı ve filmleri insanın teknolojik gelişmeler karşısındaki korkularının, kaygılarının bir yansımasıdır. Bu türün yaygınlaşması endüstrileşme ile doğrudan ilişkilidir. Özellikle savaş süreçlerinde ve savaş sonrası dönemlerde bu türe ilişkin eserler arasında başyapıtlar ortaya çıkmıştır. Çoğundaki temel aynıdır. Bu eserlerde, şimdiki yaşantımızda olmayan bir yaşam biçimi, tanımadığımız bir coğrafyada, alışkın olmadığımız bir fiziki çevrede cereyan eder. Bu bilmediğimiz yaşam içerisindeki kültür, örf ve adetler, inanışlar farklıdır. İnsan farklı türlerle birliktedir ve/veya tanışır. Hemen hemen pek çoğunda insan türünün var olma savaşımı veya arzusu vardır. İnsanlar koloniler olarak ya çaresizdir ve arayıştadır ya da yeni koloniler kurmak durumundadır.
Yer kürede yaşarken birbirinden çok farklı gibi görünen kolonilerden oluşan insanlık, yer küreden kopup da uzaya fırladığı andan itibaren tek, bütün bir koloni haline dönüşür. Koloni fikri, bilim kurgu türünün vaz geçilmez esaslarından biridir.
Koloni kelimesinin Latince kökleri, yerleşik hayat, tarla anlamına geliyor. Colonus çiftçi demek. Bir toprakta yerleşerek tarlasını süren, evini geçindiren erkek bireylere verilen bu isim, 14. Yüzyılda Romalılar tarafından, İtalya toprakları dışındaki hükümranlıklarını ifade etmek üzere colony olarak kullanılmış. O günlerden sonra, anavatanın dışındaki topraklarda yaşamını sürdüren ve birbirlerine çeşitli unsurlarla bağlı/benzer insan gruplarına olduğu kadar karıncalara veya bakterilere de koloni ismi verilir olmuş ve bu günümüze dek ulaşmış.
Birbirine fiziki yapılarının ötesinde gerek ihtiyaçları, gerekse duygusal yapısı bakımından bunca benzer olan insanlığın yer küre üzerinde sanki çok farklılarmış gibi davranmalarının en sert biçimde kritik edildiği üretimlerdir bilim kurgular. Bu türü çok seviyor olmamın ardında, bir merakla ile izlemeyi sevdiğim tüm fiziki detayların yanında, en çok da bu eleştirel bakış vardır.
Bilim kurgu eserleri hep bir umut içerir. Mevcut yaşamın zorlukları, ürkütücü teknolojik gelişmeler, ekonomik zorluklar insanlığı hep yaşadığı bu güzel gezegenden koparıp farklı yerlerde çeşitli arayışlara yönlendirir çünkü. Burası bilinmez bir ada, bir uzay gemisi, ay veya farklı bir gezegen olsa da hep daha iyi bir insanlık için dersler önümüze serilir.
Geriye doğru gidip düşününce, çocukluğumda en etkisi altında kaldığım kitapların Jules Verne kaleminden çıktığını anlıyorum. Verne klasikleri, pek çok teknolojiyi kitaplarında art arda sunarken beni büyülemiştir. Natulius denizaltısının içinde geçen Denizlerin Altında 20.000 Fersah (1870) karadaki yaşamdan soyutlanmış, kendi kuralları olan bir fiziki mekanda, bilinmeyen okyanus derinliklerinde seyreder. Bu makinenin içinde bir çeşit koloni halinde seyreden insanlar Kaptan Nemo’nun yönetiminde bir yaşam sürürken türlü maceralara atılırlar ve bilinmeyen yerlere ulaşırlar. Geceleri uykumda çoğu zaman Atlantis’in nasıl bir yer olabileceğini düşünür, yani tasarlar dururdum.
Yazarın 1872 yılında Le Temps isimli yayında tefrika edilen ve 1873’te de roman olarak basılan 80 Günde Devrialem’de mevcut düzene meydan okuma bu kez seyahat eden Mr. Fogg’un deneyimleri ile karşımıza çıkar. Bu kitap dönemi için, aslında demiryolu başta olmak üzere çeşitli yeni teknolojilerin imkanları adına bir övgü niteliğindedir. Verne, eşsiz maceralarla donattığı bu serüvenlerindeki teknolojik ve bilimsel vurguyu 1864 yılında Dünyanın Merkezine Seyahat ile üst seviyelere taşır. Tahmin ediyorum, topluma yayılmamış pek çok kaynaktan ayakları gayet yere basan ama henüz ispatlanmamış verileri tek tek inceliyor; araştırıyor sonra bunları eşsiz hikayelerinin içine yerleştiriyordu.
Yazarın Voyages Extraordinaires isimli serisini oluşturan kitaplarından Balonla Beş Hafta (1863) ve Dünyadan Aya (1864) isimli eserlerini de büyük heyecanla okumuştum; bunların tümü henüz gerçekleşmeden önce ortaya konmuş pek çok gelişmeyi kahramanların olağan yaşamlarının bir parçası olarak sunuyordu.
Bugünün bilim kurgu eserlerinde ortaya konan pek çok tasarımın, geleceğin sıradan gerçekleri olacağı gibi, Verne tarafından ortaya konan pek çok alet, makine, sistem de sonraları hayatlarımızda sıradanlaştı.
İnsanın aklına düşen gerçektir. Hayal edilen her tasarım, geleceğimizi şekillendiren bir basamaktır. Çok ürktüğümüz, halen kabullenemediğimiz ve hızından dolayı bir türlü takip edip özümseyemediğimiz günümüze dair teknolojik gelişmeler, gelecek yaşamlarımızın sıradan gerçeklerinden başkası değil.
Biz bu Pazar günü kahvemizi yudumlayıp toplum olarak bizleri yüzlerce yıl geriye götürecek kimi haberlere göz gezdirip, gazetemizi okurken, Amerika’nın Houston Texas’ta bulunan NASA’ya ait Johnson Uzay Merkezi’nde dört gönüllü 2024 yılının sonlarına dek kalacakları bir simülasyon merkezinde günlerini geçiriyor.
Kısa Adı CHAPEA (Crew Health and Performance Exploration Analog) olan bu program için astronot eğitimi olmayan 4 insan Mars gezegeninin aynısı olarak kurulan bir yerde bir yıldan biraz fazla süre kapalı kalacak ve insanlığın farklı bir gezegendeki kolonileşmesi üzerine bilgi ve deneyim sağlayacaklar.
Geçtiğimiz Haziran ayında bu yapay Mars’a giren Kelly Haston araştırmacı bilim insanı, Ross Brockwell inşaat mühendisi. Anca Selariu Amerikan Ordusu’nda mikro biyolog olarak çalışmış ve ekibin son üyesi Nathan Jones da acil tıp uzmanı.
Aralarında daha önce sizlere tanıttığım çağımızın öncü mimari gruplarından Bjarke Ingels Group ve pek çok başka mimarın, mühendisin bulunduğu bir ekip ile tasarlanan ana yapısının üç boyutlu yazıcı ile üretildiği, 1200 m2’lik alana yayılan kırmızı kumlar ile Mars’taki fiziki ortamın canlandırılmaya çalışıldığı bu merkezde, katılımcılar üç ana kavram çerçevesinde pek çok işi yapacaklar. Bu üç ana görev çerçevesi araştırma, yapı inşa etme ve jeoloji olarak belirlenmiş.
2015 yılında beyaz perdede gösterilen Marslı (The Martian) ve çok daha önce 2000 de yayınlanan Kırmızı Gezegen (Red Planet) filmlerini hatırlarsınız. Space X vesile, dünyanın Mars ile olan ilgisine tanık olduğumuz 2023 yılından dönüp o filmleri yeniden izlemekte fayda var. Çünkü insanlık aslında yeni Mars kolonisinin tasarım fikri ile ilk kez bu ve benzeri yapımlarda karşılaştı. Günümüzde ise bu kurgunun gerçek ve somut adımları atılıyor.
Gelecek on yılların tasarımlarının odağında başka gezegenlerde yaşam sürdüren insan kolonileri için yeni tasarımlar var. Dünyanın küçük ve elit bir kısmı bu doğrultuda çalışmalarını ve yatırımlarını sürdürürken, diğerleri festivallerde kamp kurulsun mu kurulmasın mı, kadın ve erkek yan yana otursun mu oturmasın mı, içki içilsin mi içilmesin mi diye kararlar alıyor. Bizim kolonimiz geleceğe değil, geçmişe gitmek için tasarlanıyor.
(*) İzleyeceğim filmler: Tides, Pandorum ve Infinity Pool.