Memetcan Demiray
Kiralar normal, biz fakiriz!
Bir litre kola Kuveyt'te 1 dinar ya da Venezuela'da 6 milyon bolivar desek çoğumuza bir şey ifade etmez. Oysa bunları dolara çevirdiğimiz anda her şey anlaşılır hale geliyor. İşte bunun için (farklı saiklerle de olsa) hem AKP hem de "ulusalcı kesim" dövizle düşünmemizi istemiyor. Ama artık peynir fiyatından konut kiralarına, "acı gerçek" kendini her yerde gösteriyor.
Çoğu zaman dünyayı kendimizden ibaret sanıyoruz, Edirne'nin dışıyla pek ilgilenmiyoruz. Tıpkı son haftaların gündemi, kiralık ev krizinde olduğu gibi... Oysa şu an Atina'dan Viyana'ya, pek çok kentte benzer sorunlar yaşanıyor. Elbette her şehrin durumu farklı... Kimi genişleyemediği için konut talebine cevap veremezken kimi aşırı göç aldığından yeni nüfusu taşıyamıyor.
Berlin'de örneğin, daha geçen hafta on binlerce kişi sokağa çıktı ve yükselen kiraları protesto etti! Protestocular, barınmanın "temel bir hak" olduğunu ve Berlin'in artık yaşanmaz hale geldiğini söylüyorlar, bu yüzden de yüz binlerce konutu elinde bulunduran emlak şirketlerini suçluyorlardı. Dev şirketlere göre ise rakamlar "özgür irade"yle sahada oluşuyordu. Her iki tarafın argümanları da ne kadar makul, değil mi?..
Dahası, bugün yapılacak Berlin eyalet seçimlerinde 240 bin kadar konutun kamulaştırması halk oyuna sunuluyor! Evet; bize öğretilenin aksine, "kamulaştırma" gibi bir kavram 21. yüzyıl Avrupa'sında tartışılabiliyor! Yoksa serbest piyasanın kalesine "sosyalizm" mi geliyor?!
BASKININ YOKLUĞU: NEGATİF ÖZGÜRLÜK
Die Zeit gazetesine bir makale yazan felsefeci Philipp Schink konuya "temel haklar" üzerinden yaklaşacak ve "Devlet, mülkiyet ilişkilerine karışabilir mi?" sorusunu soracaktı. Schink bunu cevaplarken öncelikle "özgürlükler"in nasıl sınıflandırıldığını anlatıyordu. Liberal gelenek, özgürlükten "iki tarafın rızası"nı anlıyordu. Hobbes'dan günümüze gelen ve gönüllülük esasına dayanan bu yorum, bir şeyin yokluğunu, yani "baskı olmaması"nı merkezine aldığı için "negatif özgürlük" olarak adlandırılıyordu. Ve bu bakış açısına göre emlakçılar gayet haklıydı! Zira kimseye "zorla" ev satmadıkları gibi devletin olası bir müdahalesi, "ticaret özgürlüğü"ne aykırıydı. Ama konuya bir de "pozitif özgürlük" açısından bakmakta yarar vardı.
EYLEMİN İMKÂNI: POZİTİF ÖZGÜRLÜK
Adından da anlaşılacağı üzere "pozitif özgürlük", bir şeyin varlığına, yani özgür eylemin imkânına dayanıyordu. Öyle ya, istediği kadar baskı olmasın, beş parasızsak ve para kazanma kapısı kapalıysa ne kadar özgür sayılırdık ki? Üstelik bu, sadece sosyalist cenahta değil, liberalizmin öncülerinden John Stuart Mill'de bile karşılığını bulan bir tezdi. Hatta Fransız yazar Anatole France'tan alıntıyla, "Yasanın görkemi, köprü altında yatmayı fakire olduğu kadar zengine de yasaklamasında gizli"ydi!
Schink, üçüncü bir yol olarak "cumhuriyetçi özgürlük"ten söz ediyordu. Buna göre ticari ilişkiler doğa yasalarıyla değil, hukuk zemininde oluşturuluyordu. Dolayısıyla kolektif siyasi karar, mülkiyet haklarını da değiştirebilirdi. Burada önemli olan kamu yararı ve demokratik katılımdı. Peki liberal bakışa göre bu "çoğunluğun diktatörlüğü" değil miydi?
BİZ ZATEN 'SERBEST'İZ!
Schink burada eleştirel liberalizmin tezlerini devreye sokuyordu. Berlin özelinde halkın yüzde 85'i kiracıydı ve dolayısıyla tartışılan "emlak piyasası" değil, insanların yaşamıydı. Sonuçta kamulaştırmanın "daha liberal" bir toplumu mümkün kılacağına bireylerin ikna edilmesi lazımdı ve referandum sandığı, bir ölçüde bunun için vardı.
Ne acı ki Türkiye'den bakıldığında bu (400 yıllık!) tartışmalar bize pek bir şey ifade etmiyor. Zira özellikle İstanbul, "kendine özgü"lüğüyle çok ayrı bir kulvarda yüzüyor. Son sığınmacı akınlarından sonra nüfusu bile bilinemeyen bir megapol, enine, boyuna ve "dikine" zaten fazlasıyla büyümüş, beton obezitesinin sınırlarını zorluyor. Buna rağmen ucuza tek göz oda bile bulunamıyor!
Yol TV'de "Merak Edilen" programına konuk olan Doç. Dr. Oğuz Demir, bunu öncelikle ulaşım sorununa bağlıyor. Ve metro hattı genişlemedikçe kentin merkezine talebin artacağını savunuyor. Hatta konut krizinde Covid nedeniyle ertelenen düğünlerin bile etkisi olduğunu söylüyor! Demir'e göre eğer devlet piyasaya müdahale ederse "karaborsa"nın patlaması bile mümkün... Eh, ev alırken tapu bedelini bankaya yatırıp üstünü çantalarla "elden" ödeyen halkımız ne de olsa "serbestlik"te sınır tanımıyor!
ACI AMA GERÇEK: FAKİRLEŞTİK!
Aynı hafta Ankara Tüm Emlakçılar Meslek Odası (ATEM) Başkanı Ahmet Rıfat Yetkin, "Asgari ücretin 2500-3000 lira olduğu bir ülkede 3500-4000 lira kiranın olması hakikaten düşünülecek bir durum" diyor. Kimse de çıkıp "Büyük kentlerde 350-400 avro kira normal... Asıl biz neden 250-300 avro kazanıyoruz?!" diye sormuyor.
Çünkü yıllar içinde dünya standartlarından kopmamız istendi ve tıpkı kitap okuyana "elit" diye bakıldığı gibi dövizle düşününler de artık "züppe", "ultra zengin" diye damgalanıyor. Üstelik sadece köprüden otoyola, tüm "mega proje"lere avroyla garanti veren AKP değil, "ulusalcı / Kemalist" kesim de bu tutumu sahipleniyor. Böylece artık neden yurt dışını gezemediğimizin, Boğaz'da niye balık yiyemediğimizin asıl gerekçesi "millilik" adı altında bilinçaltına itiliyor. Yaşam kalitemiz düşüyor, porsiyonlarımız (!) küçülüyor, otomobiller el yakıyor ve hepsi bir şekilde idare ediliyor. Ama işte o fakirlik bir gün "konut krizi" olarak kapıya dayanıyor! Türkiye'nin gıda fiyatları bile elinde avro olan Batılı toptancılar tarafından belirlenirken "Dolarla mı maaş alıyoruz sanki?!" diyen muhalifler kendini bir anda Berat Albayrak'la aynı konumda bulabiliyor!
Hem İstanbul'da yaşayayım, hem Bağdat Caddesi'nde oturayım, hem de iki bin lira kira vereyim. Güzel olurdu tabii... Eski parayla "iki milyon lira"!.. Hem hayal kurma "özgürlüğü"nden vergi de kesilmiyor!