Seyit Tosun
KİNDAR NESİL OUT, Z KUŞAĞI IN!
İşte Z Kuşağı budur!.. Birbirlerini inancına, kimliğine, cinsiyetine, görüşlerine, ırkına, tercihlerine göre değil, ortak yanlarına, özgürlüklerine ve duygularına göre değerlendiren bir kuşak onlar… Bu kuşak gözlerini açtığında bu iktidar vardı, şimdi ise onlar bu iktidarının gözünü açıyor. Kutuplaşmanın tarafı olmadan birleştiler. Küresel ısınma nedeniyle kutuplar eriyor ama Türkiye’de kutupları eriten, Z kuşağı oldu…
“Sümer tabletlerinde ‘Bu gençlik nereye gidiyor’ yazısını gördüğümden beri, gençleri sorgulamıyorum...”
(Muazzez İlmiye ÇIĞ)
Recep Tayyip Erdoğan, 2012’de AKP İstanbul gençlik toplantısında, “Dininin, dilinin, beyninin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik istiyorum” cümlesini içeren bir konuşma yapmıştı. Bu cümle, Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Gençliğe Hitabesi’nden’ alınmıştı. Aslında dile getirilen “dininizi ve kininizi eksik etmeyin” öğüdünün ana kaynağı buydu.
Seçimlerde Z Kuşağının belirleyici oy gücüne sahip olmasının ortaya çıkması sonrası Recep Tayyip Erdoğan “Z kuşağına anlatmamız gerekiyor” dedi. Bu açıklamadan 1 hafta sonra Türkiye’nin en köklü ve kurumsal üniversitelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu atandı. Öğrenciler ve akademisyenlerin barışçıl protestoları sonrası İstanbul başta olmak üzere öğrencilere destek veren birçok ilde yüzlerce kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan gençler Z kuşağıydı. İktidar; özgür medya ve muhalefetin 40 gün 40 gece uğraşsa anlatamayacağı asıl ülke gerçeğini, Z kuşağına bir günde bir güzel anlatmıştı.
Z KUŞAĞININ FOTOĞRAFI
Son dönemde oy potansiyelleri nedeniyle sıkça gündeme gelen Z kuşağı kimdir, nedir, ne istiyorlar, ne yapabilirler sorularına belki de en güzel cevap, Boğaziçili öğrencilerin serbest bırakılmaları sonrası verdikleri bu poz oldu. İşte Z kuşağı budur. Birbirlerini inancına, kimliğine, cinsiyetine, görüşlerine, ırkına, tercihlerine göre değil; birbirlerini ortak yanlarına, özgürlüklerine ve duygularına göre değerlendiren kuşak bunlar.
Yukarıdaki fotoğraf diyor ki “Biz kimsenin bize biçtiği elbiseyi giymeyiz! Biz ayrı ayrı özgür bireyler olarak her birimiz kendimize giyeceğimiz elbiseyi kendimize dikeriz.”
Voltaire’ye atfedilen oysa 1906’da onun biyografisini yazan Evelyn Beatrice Hall’in bir vecizesi olan “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm” sözünün hem fiziki dünyada hem de sanal alemde ete kemiğe ve megabaytlardaki vücut bulmuş halidir Z kuşağı. Türkiye’de nadiren rastladığımız devrimci, Atatürkçü, Müslüman, başı açık, başı kapalı, LGBT birey ittifakını bu öğrenciler ortak hakları üzerinden kurdular ve birbirlerine destek oldular. Barışçıl protestolara rağmen yaşanan polis şiddeti, Z kuşağının oluşturduğu gibi farklı mahallerde de bu konuyla ilgili bir ittifak sağladı.
Çünkü bu gençler farklılıklarına rağmen yan yana durdu. İşte iktidarın kutuplaştırma siyasetinden bıkan solcu, sağcı, Müslüman, devrimci, muhafazakâr ailelerin bu çocuklara sahip çıkması da seçimlerde ne yapılması gerekliliğinin ipucunu veriyordu. Bu ülkenin farklı siyasal görüşlerine sahip insanları demiş oldu ki “Biz kindar nesil değil; eğitimli ve özgür bir nesil istiyoruz”
Bu kuşak gözlerini açtığında bu iktidar vardı, şimdi onlar bu iktidarının gözünü açıyor. Kutuplaşmanın tarafı olmadan birleştiler, oylarını üçe beşe satmayacak kadar zekiler. Küresel ısınma nedeniyle kutuplar eriyor ama Türkiye’de kutupları eriten, Z kuşağı oldu.
Öyle ki, MetroPOLL’ün “Üniversite rektörleri nasıl seçilmelidir?” araştırmasının sonuçlarına göre, halkın yüzde 73’ü rektörlerin Üniversite Öğretim Elemanları tarafından seçilmesi gerektiğini kaydettiğini söyledi. Partili rektör atamasının yanlış olduğunu söyleyen AKP'li seçmenlerin oranı ise, yüzde 50,6!
UŞAK OLMAYACAK BİR KUŞAK!
Böylece Boğaziçili öğrenciler; farklılıkları zenginlik olarak gören ve yaşayan Z kuşağı; kindar nesil isteyen iktidara kırmızı kart göstermiş oldu. İşte size uşak olmayacak bir kuşak!
Özgürlüklerine o kadar düşkünler ki bu uğurda özgürlüklerini feda edebileceklerini gösterdiler. Netflix’ten kafayı kaldırmadığı sanılan gençler şimdi Netflix dizilerine konu olacak işler yapıyor.
Bu aslında yaklaşan sandıkta da ‘beyin göçü’ demek.
Milyonlarca gencin önüne oy pusulası konulacak, ‘pusulasını şaşıranların’ paniği de ondan. İnternetin kucağında doğan Z kuşağı çocuklarına; çevirmeli telefonla haberleşenlerin çağında doğanlar ne anlatabilir ki?
Buraya kadar tamam. Peki madalyonun diğer tarafı?
Z kuşağına sadece kendi siyasal görüşlerini anlatmaya çalışanlar büyük bir hata içinde. Z kuşağına anlatılmaz; Z kuşağı sadece anlaşılmaya çalışılabilir bir kuşak.
En başta bu gençlerin hislerine ve motivasyonlarına odaklanmak gerekiyor. Bu yaşananlarla birlikte Türkiye adına büyük bir handikapla karşı karşıyayız.
İktidarın bir amacı da asla ‘dönüş(e)meyecek’ olan ülkenin geleceği olan beyinlerinin umutsuzluk ve kutuplaştırma politikası sonucunda yurt dışına gitmelerini teşvik etmek olabilir mi? Bu sayede hedefledikleri kültürel dönüşümü; hem sosyal hayatta hem de dönüştürülemeyen üniversitelerde gerçekleştirmiş olmayacaklar mı?
Bu nedenle muhalefet başta olmak üzere toplumun farklı düşünen her kesimine büyük bir sorumluluk düşüyor. Bu çocuklar özgürlükleri için harekete geçiyor ama aynı zamanda “Sizin mahvettiğiniz ülkeyi biz düzeltmeyeceğiz. Eğer uygun koşullar olmazsa biz de bizim değerimizi bilecek ülkelere gideriz” de diyor. Bunu söyleyen gençlere kimsenin en ufak bir eleştiri getirmeye hakkı da yok.
Burada gençlerle gurur duymak ve salt bu eylemlerini desteklemek yetmiyor.
Yaşananlar, yetişmiş parlak genç beyinlerin gidişini de teşvik ediyor. Hangi siyasal görüşe sahip olursa olsun bu topraklarda barış ve huzur içinde yaşamak isteyen ve Türkiye’nin geleceğini düşünen herkesin görevi bu tabloyu tersine çevirmek. Çok vakit de yok.
İktidarın bir amacı da asla ‘dönüşmeyecek’ olan, ülkenin geleceği olan beyinlerinin umutsuzluk ve kutuplaştırma politikası sonucunda yurt dışına gitmelerini teşvik etmek olabilir mi? Bu sayede hedefledikleri kültürel dönüşümü; hem sosyal hayatta hem de dönüştürülemeyen üniversitelerde gerçekleştirmiş olmayacaklar mı?
Liselere kadar inen beyin göçü yüksek lisans, doktora öğrencilerinde zirve yapıyor. TÜİK verilerine göre; 2017'de 113 bin 326 kişi Türkiye'yi terk etti. Yurtdışına gidenlerin sayısı 1 yılda yüzde 63 artarken bunlardan her 5 kişiden 2'si 20-34 yaş aralığında yani yüksek eğitim çağında gençlerden oluşuyor. Son 3 yılda ise 319 bin 392 Türk vatandaşı Türkiye'den ayrıldı. Bu da tarihte bir ilk. Giden gençler değil; Türkiye’nin geleceği.
Onlarla yaş akranı olmanıza gerek yok; duygularının akranı olarak iletişime geçmemiz gerekiyor. (Mış-gibi yapmadan)
Siyasal kimliğini ırk, mezhep ya da inanç üzerine konumlandırmış merkeziyetçilerin Z kuşağına ulaşması söz konusu bile değil. Bu tıpkı çevirmeli telefonla Twitter’a ya da Whatsapp’a girmeye çalışmak gibi bir şey.
Üniversiteye girdiğim sene başörtüsü yasağı vardı ve başörtülü öğrenciler de başörtülerinin bir kısmının gözükeceği şekilde peruk takarak giriyorlardı. (Yaşananları bu şekilde sessizce protesto ediyorlardı) Bazı günler de girmeden önce toplu halde kısa bir toplu protesto gerçekleştiriyorlardı. O dönem bu haksızlığa benim de dahil olduğum okulun diğer bazı öğrencileri de tepki gösteriyor; onlarla yan yana bu protestolara katılıyorduk. O tepki bir süre sonra büyüdü ve bu haksızlık karşısında solcusu, sağcısı, Müslümanı, ateisti yan yana gelmişti. Birbirini tanımayan çok farklı insanların haksızlık karşısında birleşmesi kadar etkili çok az şey vardır.
Z KUŞAĞININ GÖRÜNMEYENLERİ
Z kuşağı denilince sadece aktif sosyal medya kullanıcısı ya da üniversite öğrencisi olan gençlerin akla gelmesi de konuya bütüncül bakmamızı engelleyebilir. Eğitim olanaklarından yoksun, işsiz, engelli ve ‘görünür ol(a)mayan’ milyonlarca Z kuşağı dönemi çocukları var. Onlar her şeyi görüyor; ama görünmüyorlar.
Kontrol edilemeyecek bir topluluğun; yani özgürlüğü bireysel alanında çok önemli olan; yavaşlamaya, sorgulanmaya, emir almaya, kısıtlanmaya tahammülü olmayan ve bununla da ilgili örgütsel bir harekete de büyük oranda sahip olmayan bir topluluğu, mobilize etmeye çabalamak yerine onlarla birlikte hareket etmek gerekiyor.
Uzun süre önce de belirtmiştik. Burada kuşaklar arası bir “hamilik” değil, kuşaklar arası bir işbirliği olması gerekliliği öne çıkıyor. Çünkü Z kuşağı, Y ve önceki kuşaklara göre daha rekabetçi, daha sabırsız, daha çok özgürlük düşkünü ve daha fazla girişimci ruhlu. Bu nedenle önceki kuşakların; Z kuşağını yönlendirme, mobilize etme ve onlara “hamilik” yapma projelerinin zaten çok hatalı olacağı, sonuçsuz kalacağı açıktır.
Seçimlerde gelen bu “Z Oyu Dalgası” da siyasi partilerin içerisinde tartışmalara ve sonrasında da araştırmalara yol açtı. Z kuşağı ekranı ve “dünyayı” elle kontrol ederken verecekleri oyu salt bir el hareketiyle almak pek mümkün görünmüyor. Kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir dünya isteyen, beklemeye/yavaşlamaya dahi tahammülleri olmayan bu çocukları hangi annenin ya da erkin “güdümlü terliği” disiplin altına sokabilir?!
ANALAR ÇOCUKLARINIZI OYLARINIZLA KORUYUN!
Onlara ‘terörist’ dediler kimse inanmadı, ‘teröristle kol kola’ dediler yine kimse inanmadı, son çare olarak annelerini göreve çağırmaya başladılar ama anneleri onların karşısında değil, dimdik yanlarında durdu. (Gencecik özgür bireylerin annelerine seslenmek de ayrı bir konu!)
O zaman yazıyı da analarla ilgili tarihsel bir afişle bitirelim.
1977'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin Bülent Ecevit liderliğinde % 42 ile birinci çıktığı seçimlerde kullandığı bir afiş bu.
“Analar çocuklarınızı oylarınızla koruyun…"
Önümüzdeki ilk seçimlerde Z kuşağı başta olmak üzere ülkeden giden, gitmek isteyen beyinlerin bu ülkede kendilerini gerçekleştirebilecekleri bir Türkiye kurmaya başlamamız gerekiyor. Yoksa Türkiye’nin geleceğine çok büyük bir şerh düşmüş olacağız.
Anaların çocuklarını reyleriyle; Z kuşağının da analarını oylarıyla hem de Türkiye’de kalarak koruduğu günler dileğiyle!..