Özlem Yalım
KENTİ YIKMAK
Almanya’daki Stuttgart Garı, İsviçre Basel’deki Güzel Sanatlar Müzesi gibi yapılara imza atmış olan Alman mimar Paul Bonatz’ın tasarladığı Ankara Saraçoğlu Toplu Konutları’nın yıkım haberi gündemimize düşen son çaresizlik. Kenti yıkmak ve durmadan yeniyi inşa etmeye çalışmak Makyavelist bir histeri olsa gerek.
Kamuoyu Aydınlatma Platformu’nda yayınlanan bildirime göre, Ankara Saraçoğlu mahallesinin restorasyon ve yenileme projesi sözleşmesi yüklenici Güryapı A.Ş. ile 364.250.000,00 TL’ lık bir bedel dahilinde 31 Ağustos 2020 tarihinde imzalandı. Firmanın önceden üstlendiği projeler arasında İstanbul Ataşehir Mimar Sinan Camii, Vialand, İstanbul Finans Merkezi, Venezia Mega Outlet var.
Bu sözleşmenin imzalanması, AKP yönetimi ve bu yönetimin siyasi güç adına en büyük kozlarından biri olan inşaat faaliyetlerine dayalı rant stratejisi adına bir zafer; toplumsal hafızamız, kültürel değerlerimiz ve mimarlık tarihimiz adına da bir kayıp. 1994 yılından bu yana kent merkezindeki değerli konumu ile göz dikilmiş olan, son yıllarda artık iyice kaderi ile baş başa bırakılmış, çürümeye terk edilmiş bir bölge olarak nitelendiriliyor Saraçoğlu mahallesi.
Oysa burası, 1944 yılında projesine başlanmış olan Türkiye’nin ilk toplu konut projesi olma özelliğini taşıyan ve II. Ulusal Mimarlık Akımı’nın da ülkenin başkentindeki öncü örneklerinden biri olan bir mahalle. Günümüzde toplu konut dendiğinde algıladığımız dikey beton küp yığınlarına karşılık, 75 yıl önce toplu konut kavramının insanlara aslında ne sunduğunu göstermek üzere eşiz bir örnek.
Alman mimar Paul Bonatz, pek çok Alman meslektaşı gibi Türkiye’nin mimarlık tarihinde önemli etkileri olmuş bir mimar. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin yapılandığı o dönemdeki pek çok binanın jürilerinde bulunmuş, üniversitelerde eğitmenlik yapmış, Taşkışla’nın onarım ve üniversiteye dönüştürülme çalışmalarına katılmış, Ankara Havalimanı Terminal ( eski) binasının da mimarlığını üstlenmiş bir isim aynı zamanda.
Anıtkabir için açılan uluslararası yarışmanın jüri üyeleri arasında da bulunmuş bu mimar, Saraçoğlu mahallesini tasarlarken yerel öğelerden esinlenen konut mimarisinin beraberinde, mahalle kültürünü oluşturan kaldırımları, ağaçları, kütüphaneyi, spor alanlarını, küçük meydancıkları da düşünmüş. Günümüz toplu konut anlayışının insanları üst üste hapsettiği niteliksiz, bağlamsız kutucuklar yerine, nefes alan, buluşturan, etkileşim yaratan, doğayla iç içe, insancıl bir iyi yaşam ideali bu mahallede hayata geçirilmiş.
Başta Ankara Mimarlar odası olmak üzere bir avuç insan, bu değeri, buradaki kültürü, kaliteyi, yaşamı korumaya çalıştılar. Mimarların yıllarca süren hukuk mücadelesi sonuçsuz kaldı. Sözleşmenin imzası duyulur duyulmaz ortaya çıkan yoğun tepkiler, Çevre ve Şehircilik Bakanı, Murat Kurum’a açıklama yapma gereği doğurdu. Bakan birkaç gün önce konu hakkında: "Saraçoğlu Yenileme Projesi, tek bir ağacın bile kesilmeyeceği, Ankara'ya yemyeşil bir yaşam alanı kazandıracak bir koruma, yenileme ve yaşatma projesidir " dedi. Zaten ziyadesiyle yaşam dolu olan bir bölgenin önce yaşamsızlığa terk edilmesi, sonra kaybettirilen bu yaşamın yeniden bulunması benim izleyebildiğim oysa. Sayın bakana bir de şunu söylemek isterim: bir kez de yenilemeden korusak? Zira yenileme kelimesi, son 17 yılda her karşımıza çıktığında karşılaştığımız hüsranın taşlarını maalesef ucuzluk, beceriksizlik, bilgisizlik ve zevksizlik ördü. Güvenin bunca zedelendiği bir ortamda, üstelik referanslar arasında Venezia Mega Outlet de olunca, kimse kusura bakmasın, güvenemiyoruz bu açıklamalara.
Bu projelere dair süreçlerin, projelerin kendilerinin görünür ve şeffaf olmaması sorunun temelini oluşturuyor. Bakan Kurum açıklamasında tescilli tüm yapıların ve ağaçların korunacağını belirtirken, konu hakkındaki mücadelede Mimarlar Odası Ankara Şubesi adına yer alan Tezcan Karakuş Candan, söz konusu yenileme çalışmalarının içinde yer alan, yerin altında düşünülen 3 katlı otopark, eklemlenen özel sağlık alanı, otel ve ticari alan gibi aslında var olmayan eklentilere dikkat çekiyor. Candan’ın bu yıl içerisinde gerçekleşen basın toplantısındaki sözlerinin bir kısmını olduğu gibi paylaşmam daha doğru:
“Planda Saraçoğlu Mahallesi’nin bir bütün olarak yeşil alan potansiyeli yok sayılarak, sadece yollardaki ağaçlar korunuyor. Evlerin bahçesindeki oluşan bitki örtüsü ve ağaçlar yok sayılıyor. Saraçoğlu’nun kendisi bir doğal varlıktır. Kendi florasını kendi bitki örtüsünü üretmiş bir varlıkken, planda kırmızı ile gösterilen ve Ticaret 1, Ticaret 2 denilen yerlerde orta alanda yeni bir yapılaşma öngörüyor. 5000 metrekarelik kütüphane, yurt, kreş özel sağlık alanı gibi yapılar öneriyor. Buranın zaten bir kütüphanesi var. Kendi özgünlüğünü korumayan, yok eden buraya bir iş makinesi girdiğinde Saraçoğlu Mahallesi’nin potansiyelini alt üst edecek yeni bir planla karşı karşıyayız”
Bu plan mesleğin sivil toplum örgütü tarafından yargıya taşındı. Ankara Büyükşehir Belediyesi alanla ilgili düzenlemelere şerh koyduğu halde, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu mimarların bu mücadelesine bizzat destek verdiği halde, kararlarda değişiklik olmadı. Tıpkı Seyfi Arkan imzası taşıyan ve 2017 yılında yıkılan İller Bankası gibi, üzerinde yürütmeyi durdurma kararı bulunan ve bu kararlar pek de tanınmadığı için her an yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunulan Behruz ve Can Çinici imzası taşıyan Ağa Han Ödüllü TBMM Camii gibi, koskoca bir mahalle gözlerimizin önünde yok olacak.
Yıkım üzerine yazılabilecek çok şey var. Yeniye olan düşkünlük üzerine de. İnşaat ve gayrimenkul sektörünün karlılığı, başka bir deyişle rant ekonomisi devam ettiği müddetçe, yıkım ve yeniden yapma eylemleri devam edecek.
Floransalı düşünür Niccolo Machiavelli, başta siyasetçilerin ve şirket yöneticilerinin baş ucu kitabı olan Prens’i kaleme almış bir yazar. Siyasal görüşü gerçekçi, bilimsel, dinden ve ahlaki değerlerden ayrı tutar bir biçimde ele aldığı bu başyapıt, otoritenin ve gücün sağlanması adına duymaktan pek de hoşlanmadığımız ilkeler ve düşüncelerle doludur. Aslında Machiavelli, insan doğasının bencilliğine, hırslarına ve güç tutkusuna işaret eder ve maalesef bunların önüne hiçbir şeyin geçemeyeceğinin kabulü ile sıralar düşüncelerini.
Burada verdiği öğütlerden biri şu:
“Özgür bir kenti fetheden ve onu yıkmayan kimse büyük hata yapar; ve sonunda kendi mahvoluşunu bekleyebilir “
Bu düşünceye göre, bir otokrata gücünü sağlayan sadece kentin surlarından içeri girmesi değil; ele geçirdiği bu toprak parçasını yıkması, yağmalaması, onu var eden her şeyi önce yok etmesi, sonra da yenilerini inşa etmesidir. Bir yer, dönüşmelidir ki fethedenin gücü anlaşılsın.
Buradan hareketle, kent aslında bizlerin insancıl şartlar altında yaşamamız üzerine kurgulanmış bir yaşam alanı olmaktan çıkar ve yönetenlerin fethini tescilleyen Makyavelist bir histerinin oyun alanına dönüşüverir. Eh, önümüz arkamız sobe!