KATI OLAN HER ŞEY BUHARLAŞIYOR*

Çağımızda dönüşüm gösteren pek çok şeyi olağan bir biçimde pandemi ile ilişkilendiriyoruz. Pandeminin etkisi yadsınamaz. Ne var ki tasarım ile ilişkili işlerin tümünde değişim ve dönüşüm çanları çoktan çalıyordu. Pandemi olsa olsa bir tür bardağı taşıran son damla etkisi yaratmış gibi.

Bir tasarımcıdan yeni bir su bardağı tasarlamasını isterseniz, yapacağı ilk iş geçmişten bu yana ortaya konan tüm bardak tasarımlarını, onların malzemelerini, üretim biçimlerini araştırmak olur. Bu bardağı kullanacak kişiler, bardağın kullanılacağı yer, bardağın oraya nasıl ulaştırılacağı ile ilgili kafa yorar. Tüm bu süreç size fazlası ile uzun veya masraflı gelebilir. Çoğu kez de memnun olmanız için ortaya iyi bir yeni bardak çıkması yetmez; açıkçası süreç umurunuzda da değildir. Siz sonuç ile ilgilenirsiniz. Eğer satacaksanız bu bardağın ticari başarısı size onun iyi bir bardak olup olmadığını gösterir. Bu bardak ne kadar çok sattı, ne kadar çok insan onu kullandı, ne kadar çok ödül aldı? Bu bardak nerelerde sergilendi, hangi dergilerde yayınlandı, kimler onun hakkında konuştu? Çağımızda bir bardak asla bir bardak değil, pek çok farklı değerin, fonksiyonun, hedefin bir araya geldiği bir maldır.

Daha iyi bir tasarımcıdan bu problemi çözmesini isterseniz, yapacağı ilk iş suyu düşünmek olacaktır. Daha da öteye giderek, su içmenin alışılmadık yöntemlerini araştıracaktır. Bardağı neden elimizle tutup ağzımıza götürdüğümüzü sorgulayacaktır. Suyu bedenimizden içeri almanın pek çok başka yöntemlerle sağlanıp sağlanamayacağı hakkında kafa patlatacaktır. Ya bardağı tutan ellerimiz olmasaydı, onu nasıl tutardık? Su serum gibi damarlarımıza verilebilir mi? Yoksa suyu doğrudan midemize mi göndermek zorundayız? Su derimizden içeri süzülebilir mi?

Siz muhtemelen bu daha iyi tasarımcı ile asla çalışmak istemeyeceksiniz. Çünkü o tasarımını yaratırken, sizin şimdiki dünyanızda onun çalışmaları sadece vakit ve nakit kaybı gibi görünecek. Ona ütopik diyeceksiniz. İşe yaramaz olmakla, yavaş olmakla, sonuca ulaşmayan başarısız bir tasarımcı olmakla suçlayacaksınız. Başkaları sonsuz formda, malzemede yeni su bardakları üretip piyasaya sürerken ve bu malın satışından kar ederken, su içmenin yeni bir yöntemini kime kabul ettirebilirsiniz ki hem zaten?

Üzücü haber şu ki, dünyayı değiştirenler, dönüştürenler ve geleceği yaratanlar o daha iyi tasarımcılardır. Bu tasarımcılar, eğer daha farklı bir ”şey” sunamayacaklarsa, yeni bir su bardağını yaratmanın gereksiz olduğuna inanırlar. Onlar suyun pekala oluktan, musluktan veya gölden avuç içinde, ya da önlerindeki herhangi bir kaptan içilebileceğini bilirler. Daha iyi tasarımcının işi, bu mevcut su içme deneyimine yeni bir öneri sunmaktır.O önerinin zamanı belki on yıllar sonra gelecek olsa da.

Dünyada üretilmiş olan milyonlarca çeşit su bardağı, kimi daha uzun, kimi daha kısa, kimi camdan, kimi topraktan, kimi metalden, kimi plastikten veya kağıttan çeşidi ile tüketim çılgınlığımızın en basit metaforu olarak her gün her yerde etrafımızda durur. Cam bardaklarımız kırılır ve yerine yenileri alınır. Plastik bardaklar atılır ve dünyayı kirletir. 2020 yılında dünyada 244.7 milyar adet kağıt bardak tüketilmiş. Pandemi sebebiyle artan ilgi önümüzdeki 5 yıl içerisinde bu sektörde görülmemiş bir artış bekleniyor. Dünya üzerindeki insanlar yılda 500 milyar plastik bardak tüketiyor. Plastiğin doğaya verdiği zarar sebebi ile 2019 yılında pek çok Avrupa ülkesi tek kullanımlık plastik bardakları yasaklasa da bu malın üretiminde de pazar değişiyor, yeni kullanıcılar devreye giriyor. Pandemi sebebi ile plastik bardaklara yönelik talep de önümüzdeki 5 yıl boyunca şimdiye kadar olmadığı biçimde artacak gibi görünüyor.

FORM FOLLOWS FINANCE

Sanayi üretiyor ve üretim devam ettikçe, tasarımcılar artık sadece forma indirgedikleri tasarım yaklaşımları ile piyasada yerini bulacak, ticari başarıları şu ya da bu olacak yeni ürünlere imza atıyorlar. Bu form eskiden fonksiyonu izlerdi (veya fonksiyon formu izlerdi), sonra form duyguları izler oldu, öyle ya duygularımızı tatmin etmek de bir ihtiyaçtı. Günümüzde form sadece finansı izliyor. Bu gerçekle sadece ürün tasarımında karşılaşmıyoruz. Mimarlık yapılarının birbirleri ile ayrıştıkları en belirgin unsur, yaşadığımız şehirleri nerede ise bir sirke çeviren formları haline dönüştü. İhtiyaç olmadan gerçekleştirilen tüketim pastasında en büyük pay hazır giyim endüstrisine ait. Bu alan, devasa fabrikalarda çalışırken hakları hiçe sayılarak sömürülen isanların, çocuk işçilerin, ürünlerde kullanılan zararlı kimyasalların, çevreyi kirleten atıkların skandalları ile gündemdeydi pandemiye kadar. Sahne arkasında bunların olduğu oyunun en ışıltılı ve en renkli hali podyumlarda azınlıklarca alkışlandı. Etiyopyalı Abel, Kofi, Yonas  bir aylık çalışma karşılığında yaklaşık 400 TL kazanabilirken, kimse bizi nispeten daha gelişmiş ülkelerimizde rengi, deseni, modeli farklı bir yeni giysi almaktan alıkoyamıyor. O markadan almasanız, ötekinden alacaksınız. Yaratıcı dünyaların diline pelesenk ettiği o ünlü deyiş, form follows function, artık “form follows finance” olarak yerleşmiş durumda. Yönümüzü sanata çevirsek de kapitalin varlığı ortada, teknolojiye çevirsek de karşılaşacağımız gerçekler aynı.

Pandemi ile değişiyoruz ve dönüşüyoruz gibi bir algı var. İfademden de anlayabileceğiniz gibi ben bu değişimin ve dönüşümün samimiyetini ve gerçekliğini sorgulamaya başladım.

Tasarımcılar üretim konusunda daha duyarlı hale gelip, eskisinden daha yoğun bir biçimde yeni malzemelerin yaratılmasına yöneldiler. Tasarımın sosyal boyutu gittikçe artan bir öneme sahip olur oldu. İnsan düşünmeden de edemiyor. Keşke aslında tasarım olarak anılamayacak her türlü yaratıcı faaliyetin bunca didik didik edilmesi yerine, hiçbir zaman durdurulamayacak olan üretim çarklarının daha akıllı planlanması, daha az malzeme ile daha verimli üretim yapılması gibi konular irdelense daha iyi olmaz mı? Bu tür çalışmalar da var diyeceksiniz; elbette var; ama sayıları oldukça az.

Kısa bir araştırma ile herkes tasarıma dayalı fakültelerin dünya çapındaki durumuna bakabilir. Bunların büyük bir kısmının hala geçmiş yüz yıla ait programlarla tasarımcılar yetiştirdiğini görebiliyoruz. 1980’lerde, 90’larda kapitalizmin altın çağlarında ve o çağın gereklerine göre oluşturulmuş bir öğrenim ortamı bugünün gerçekleri için geçerli olabilir mi? Hayır! Daha yenilikçi olanlarında ise tasarım araştırmalarının öbeklendiği alanların aslında üretim dünyasından nasıl da kopuk bir takım ilgilere yöneldiğini de görebiliyoruz. Üretime dayalı sektörler tasarımcı iş birliğinden çıkmış bir durumda; çoğu kendi başının çaresine bakmayı yeğliyor.Çünkü deyim yerinde ise toplum ne verirsen yiyor, kim daha iyisini, daha güzelini yapmaya zaman, enerji ve kaynak ayırsın ki? Bir tasarımcının sunabildiği önerme şekilden öteye geçemedikçe, asıl zarar tasarımcının kendine geliyor. pek yakında o formların en yapılmamış olanı yapay zekalarca taranan datalar ile, en iyi çizimler ve üretim detayları ile üreticinin önüne konacak zaten.

Tasarım dünyası etkinlikleri, bienalleri, yaratımları ile gerçek dünyadan kaçıp gittikçe daha soyut ve sanatsal bir tavır takınırken, buna de en geçerli alt yapı olarak sosyal bilimler kullanılıyor. Tasarım toplumsal yapıları irdeler ve sosyal ihtiyaçlarını çözümünde öncelikli bir metodoloji sunabilir ve bu çok güzel bir birliktelik. Diğer yandan tasarımın kapsayıcılığı ve dünyayı daha iyi bir yer haline dönüştürme ideali düşünüldüğünde, bu yönelim, buzdağının görünen yüzü kadar küçük ve önemsiz. Tasarımcı sorumlulğu çok daha fazlasını gerektiriyor; zahmetli tasarım pratiği daha iyisini hak ediyor. Yine tasarım kelimesi ile, kelimenin dokunduğu tüm profesyonel meslek alanlarını ifade ediyorum.

Pandemi koşulları altında dönüşüyormuş gibi görünen günümüzün ortamında Marx ve Engels’in birlikte kaleme aldıkları Komunist Parti Manifesto’nun  Burjuvalar ve Proleterler bölümündeki satırlarını anımsıyorum:

Burjuvazi, üretim araçlarını ve bağlantılı üretim ilişkilerini, bunların tümünün birlikte toplumla olan ilişkilerini sürekli olarak devrimleştirmeden var olamaz. Eski üretim tarzlarının değişmeden korunması, tam tersine, tüm endüstriyel sınıflar için ilk varoluş koşuluydu. Üretime dair geçekleşen tüm devrimleştirmeler, tüm toplumsal koşulların sürekli olarak bozulmasına, sonsuz bir belirsizliğe, ajitasyona yol açtı.Burjuva çağı böylelikle önceki dönemlerden ayrılıyor. Bütün sabit, donmuş ilişkiler, ve onlara zincirle bağlı olan eski ve saygıdeğer önyargılar silinip süprüldü. Bütün yeni oluşumlar daha kemikleşmeden antikalaşıyor. Katı olan ne varsa buharlaşıyor.Kutsal olan ne varsa lanetleniyor ve insan nihayet gerçek yaşam koşullarına ve türü ile olan ilişkisine daha ayık bir biçimde bakabiliyor

Bakabildik mi sahiden? Bana tüm tasarımcılar, kendim dahil, Mefisto’nun gölgesindeki zavallı Faust gibi geliyor.

(*)Karl Marx-Friedrich Engels

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi