Özlem Yalım
KARAR VERMENİN GÜCÜ
Yaratıcı mesleklerin tümü basit bir eyleme dayanır: karar vermek. Yaratıcı düşüncenin günlük yaşamlarımıza ve çalışma kültürümüze sızmasının en olumlu sonuçlarından biri de bu kazanımdır.
Kendi küçük yaşamlarımız da, savaşlar ve zaferlerle örülü tarih sayfaları da, toplumların medeniyeti de, yer kürenin geleceği de bir dizi karar üzerine şekilleniyor. O pek ünlü sözün anımsattığı gibi, hayat seçimlerden ibaret.
Karar verebilmek, yaşamsal özelliklerimizin en önemlilerinden biri. Henry Ford’un ilginç sözü gibi, doğru kararlar da alsak, yanlış karar da versek, doğrudur! Çünkü bir kararın doğru mu yanlış mı olduğunu pek bilemeyiz. Okuduğum bir hikayede, evlenmek isteyen Darwin’in bu evlilik kararının çalışmalarını olumsuz etkileyeceğini düşündüğü için bir süre kararsız kaldığından söz ediliyordu. Darwin bu kararı alabilmek için evlilik ile vakit kaybı yaratacaklar adına bir liste yapmış. Bu listeye karşılık ikinci bir liste de çocuklar hakkında hazırlamış ve evlilik kararını buna göre almaya çalışmış.
Plato, doğru kararların rakamlar ile değil, bilgi ile alındığından bahsetmiş. Oysa pek çok büyük düşünür ve bilim insanı da kararları için Darwin gibi analitik yöntemler, yani bir bakıma rakamlar kullanmayı yeğlemişler.
Doğru karar gibi iddialı bir tanımlama kullanmasam da, doğruya yaklaşan kararların hem bilgi, hem rakamlar -yani analitik göstergeler, kıyaslamalar- hem de uzun düşünceler sonucu alınabildiğini düşünüyorum. Bütün bunların üzerine bir de iç güdü eklenmeli. Medenileştikçe unuttuğumuz, bastırdığımız iç sesimiz aslında hayvansal bir özelliğimiz ve insanlık olarak bugünkü yaşantımıza kavuştuysak, hayatta kalma becerilerimizin temelindeki o iç güdü sayesindedir.
İnsan hayatını kararları ile şekillendiriyor gerçekten de. Yaşama biçiminiz, yeriniz, işiniz, yedikleriniz.. Özetle sizi siz yapan her şey bir bakıma kendi seçimleriniz. Her biri için karar veriyorsunuz. Markette alışveriş yaparken en sağlıklısını -ve artık en ekonomik olanını- seçiyorsunuz. Bir yerden başka bir yere gitmek için yürümeyi, toplu taşıma kullanmayı veya özel araç kullanmayı tercih ediyorsunuz. Bir su birikintisinin üzerinden atlayarak geçmeyi veya kenarından dolaşmaya karar veriyorsunuz. Bireysel kararların yanında toplu kararlar da veriyorsunuz tek bir gün içinde onlarca. Akşam ne yeneceğine, ailece nereye tatile gidileceğine, arkadaşlarla buluşmaya karar veriyorsunuz. Yerel yöneticinizi kendi kararınızla belirliyorsunuz. Toplumsal olarak sizin adınıza belirli kararları verecek siyasi partileri yine tek tek siz kararlarınızla belirliyorsunuz. Sizin özgürlüklerinizi, sizin kazancınızı, sizin ödediğiniz vergiyi, size sunulan hizmeti, sizin yaşamınızın güzelliğini veya berbatlığını belirleyenleri, siz kendi kararınızla seçiyorsunuz. Birileri, “Sokakta öpüşmeyin, şort giymeyin, kadının yeri evidir, kadınlar kahkaha atmasın, üniversitelilerin mezuniyet törenleri yapılmasın, alkole sürekli zam yapılsın, milli içkimiz ayran olsun, bu ağaçları keselim, şuraya camii yapalım” gibi toplum adına kararlar alırken, aslında o kararları kimin alacağına siz karar vermiş oluyorsunuz.
Plato aslında karar mekanizmasında bilgi sahibi olmanın önemini vurguluyordu. Belki de toplumsal ve siyasi anlamda çok sayıda olanın kararının değil, daha bilgili olanların kararının geçerli olabileceğini savunuyordu. Zaman zaman kendimi faşizan düşünceler içinde bulduğumda oldukça şaşırıyorum ama işte burada şimdi Plato’dan güç alıp diyorum ki, evet sadece belirli bilgi düzeyinde olan bireyler toplumların yönetimleri adına karar verici olsaydı acaba nasıl bir hayatımız olurdu? Biliyorum bu söylediğim demokrasi ve insan hakları adına kabul göremez ama çok sayıda bilgisizin aldığı kararlar o toplumu uçuruma sürükleyicidir; buna karşılık az sayıdaki bilgili insan daha doğru kararlar alabilir; bu ihtimali zaman zaman hayal etmeden geçemiyorum.
Yaratıcı mesleklerin de temelinde karar vermek vardır. Bir mimar ortaya koyduğu yapının yer ile, rüzgar ile, güneş ile ilişkisinden duvar malzemesine, içindeki hacimlerden dışarıdaki güvenliğine, malzemelerinden, teknik gereksinimlerine dek sayısız konuda karar vermelidir. Aynı durum bir ürün tasarımcısı için de geçerlidir. Tasarlanan eşyanın nasıl kullanılacağı, neden üretileceği, nasıl üretileceği, ona verilen formun kullanıcı için rahat olup olmayacağı, o eşyanın tamir gerektirip gerektirmeyeceği, gerektirirse bunun nasıl yapılacağı, bu eşyanın nasıl paketlenip satış noktalarına ulaştırılacağı gibi pek çok temel konuda kararlar alır ürün tasarımcıları.
Bir mekan tasarımcısının en önemli özelliğinin hızlı kararlar alabilmesi olduğunu düşünürüm. Her tasarım işinde olduğu gibi mekan tasarımında da tüm kararlar birbirine bağlıdır ve iyi bir orkestrasyon gerektirir. Bir kararın yanlış veya geç alınması, diğer tüm işleri geciktirir veya bozar. Tüm tasarım alanlarında neyin önce neyin sonra yapılacağının, yani iş sırasının kararlarını uygun ve hızlı biçimde alabilmek gerçekten de fark yaratır. Estetik kararların yanında bu operasyonel karar mekanizmasını da iyi yönetmek gereklidir. Çok iyi ve yaratıcı bir tasarımcının bile, zaman içerisinde müşterileri ile yaşadığı problemlerin ardında, sunulan iyi tasarıma karşılık seri ve doğru biçimde alınamayan ve yönetilemeyen karar süreçleri vardır. Buna karşılık daha vasat tasarım özelliklerine sahip bir başka tasarımcı çok iyi kararlar alabildiği ve bu süreci yönettiği için daha çok iş potansiyeli ve daha olumlu müşteri deneyimleri yaratabilirler.
Tasarım odaklı düşünme (design thinking) finans, sağlık sektörü, kamusal hizmetler gibi yaratıcılık gerektirmeyen alanlara yaratıcı düşünme süreçlerini anlatmaya ve entegre etmeye yarayan bir profesyonel alan. Karmaşık ve bürokratik yapılardaki pek çok problemi sadeleştirmeye ve tüm ilgililerin daha geçerli, katılımcı ve kalıcı çözmeye yarayan basit bir süreç aslında.
Yaratıcı düşünme biçiminin tüm süreçlerini veya önemini tekrar etmek istemiyorum sadece buradaki akışta da karar vermenin önemli olduğu bir an var, ona dikkat çekmek istiyorum. Tasarım odaklı düşünme sistemi temel olarak birbiri arasında gidip gelen beş etaptan oluşuyor. Bunların ilki “empati yapmak” olarak adlandırılmış, konuyu araştırma, öğrenme, muhatapları ile görüşüp anlama safhası. Bu şekilde çözüm beklediği var sayılan problem bir tanıma kavuşuyor.
Yaratıcı düşünme biçimi özel ilişkilerde de tüzel işlerde de oldukça faydalı bir bilgi. Yaşadığımız pek çok konuda gördüğüm ve kendi çalışmalarımdan da bildiğim üzere aslında toplum olarak piç bir alanda problemler için sahici tanımlar yapmayı bilmiyor, bunu beceremiyoruz. Problem tanımı basit ve tek cümle olsun; hedefi açıkça işaret etsin isteriz. Bir paragraflık ve yakınmalarla dolu ifadelerle dolu bir tanım aslında problem tanımı değildir çoğu kez. Bir kez bu yakınmalarla dolu durumu basit ve net bir problem tanımına indirgediğimizde pek çok sorun kolayca çözüme kavuşabiliyor. Bu tanımlamanın emen ardından, yaratıcı beyin bir dizi fikir geliştirmeye başlıyor. Tasarım odaklı düşüncede buna fikir geliştirme (ideate) deniyor; ben fikirleme diye bir tanım uydurdum yıllardır bunu kullanıyorum. Her insanın pek çok konuda pek çok fikri vardır. Bu fikirlerle hepimiz er an her problem aşamasında karşı karşıya kalırız. Siyasi ortamla ilgili, toplumsal sorunlarla ilgili, şirketlerimizdeki toplantılarda veya aile sorunlarında bu fikirler havada uçuşur durur.
Tasarım odaklı düşünme sisteminde bu uçuşan fikirleri somutlaştırmak için, doğru-yanlış, saçma-mantıklı olmasına bakılmaksızın bunların hepsi bir post-it kağıda yazılır, tabii Darwin gibi listeler de yapabilirsiniz!
İşte karar mekanizması bu aşamada oldukça kritik hale gelir. Bu fikirlerin birbiri ile benzeyenleri gruplanır. Karşımızda duran pek çok fikir arasından bir tanesini seçmek ve yola devam etmek gereklidir. Yaratıcı alanda çalışan kişiler ve organizasyonlar bu süreci bu kadar net ve rafine biçimde yürütmediklerinde, bir şeyler eksik kalıyor ve alınan kararlar da çok temelli olmayabiliyor. Sadece birkaç kişinin bilgisine, bir kişinin ihtiraslarına, bir başkasının çıkarlarına yönelik kararlar, yukarıda bahsettiğim biçimde açık, katılımcı ve araştırmacı bir yöntem uygulanmadığında alınabiliyor.
Yöntem doğru bile olsa, alınan kararlar elbette doğru olmayabilir. Dış etkenler, geçmiş deneyimler, kültürel farklar, o kararın muhataplarının mevcut durumları gibi faktörler alınan kararların sonuçlarına yansıyabilir. Tasarımcılık biraz da bıkmadan, usanmadan tekrar başa dönme cesareti ve becerisi demektir. Tasarımcılar bir kararı alırken aslında bu ihtimallerin tümünü de bir yandan akıllarının bir köşesinde bulunduran; sürekli B ve C planları olan kimselerdir. Bir tasarımcının aldığı en olası kararın, mutlaka geçmişte alınan diğer kararlar, potansiyel alternatifler ve en son durumda yapılabilecekler biçiminde alındığı çok iyi bildiğimiz bir şeydir.
İngilizcede “decide” olarak kullanılan karar vermek eylemi, yaygın olduğu üzere Latinceden “decidere” kelimesinden geliyor; anlamı cut off, yani kesip atmak (de+caedere). Karar verdiğiniz anda bir konuyu orada kesip atıyorsunuz. İlerleyebilmenin, bir sonraki aşamaya geçebilmenin daha net bir tanımı olamazdı. Bir şeyleri kesip atmaz iseniz sürekli orada takılıp kalabilirsiniz ve bu şartlar altında pek ilerlemiş sarılmazsınız.
Buna karşılık, kelimenin Türkçede kullandığımız halinin geldiği yer benim daha çok hoşuma gidiyor. Arapça -krr kökünden gelen bu kelimenin anlamı aslında durmak. Aslında kesip atmıyorsunuz, biraz duruyorsunuz, biraz sabit kalıyorsunuz gibi. Kesip attığınızda bir bitmişlik var da sanki durduğunuzda hala bir düşünme payı var gibi. İlerleseniz de, kararınızın doğru olmadığını düşündüğünüzde, belki de o durduğunuz yere yeniden dönebileceğinizi anımsatabilen bir kelime bizim kullandığımız.
Bireysel olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz kararlar var ise geri dönmek için bir an tereddüt etmeyin dilerim ve elbet toplumsal kararlarımız adına daha sağ duyulu, kapsayıcı ve ileri görüşlü olabilmeyi de. Doğru veya yanlış karar vermek, kararsız kalmaktan iyidir. Belirsizlik güçsüzlere göredir. Buna karşılık ne olursa olsun bir karar sahibi olmak bir güç, irade ve cesareti anlatır.
Bu haftalık yazımı çok sevdiğim bir kitaptan, Işığın Savaşçısı’ndan Paulo Coelho’nun bir sözü ile bitiriyorum: Işığın savaşçısı karar vermeyi geciktirmez!