KAPILAR

Çok sevdiğim bir şarkının sözlerinde “Keşfedecek çok oda var ama kapılar hep aynı görünüyor” diyor Daft Punk. Kapılar, odalar hakkında da bir fikir veriyor demek.  tartışmalı bir konu bu açıkçası , özellikle günümüzde.

Kapı metaforik anlamda oldukça güçlü bir yapı elemanı. Köprülerle birlikte insanın bilinç altı ve düşsel bütünlüğünde önemli bir yer tutuyorlar. Yapılı dünya, insanın tüm duygularının, korkularının, meraklarının bir yansıması olduğundan olsa gerek, yapısal bir öğe olarak kapı en çok çeşitlenen ve üretilen nesnelerden biri.

Antik Roma mitolojisinde Janus, kapıların ve geçitlerin tanrısı. Bu tanrı somut ve soyut öğelerle, hep ikili olarak tasvir ediliyor. Başlangıç ve bitişlerin, kırsal ile kentselin, ölüm ile yaşamın, savaşın ve barışın, ilkellik ile medeniyetin, gençlik ile yaşlılığın arasında bir yerlerde her zaman Janus var. Bu dualite nedeni ile Janus tasvirlerinde birbirinin ters yönlerine bakan iki baş görüyoruz, biri geçmişe biri geleceği bakıyor. Ayrıca elinde tuttuğu bir anahtar ile biliniyor bu karakter. İki dünyanın birinden diğerine geçişin kapısını ancak Janus açabiliyor. Bir geçiş yeni bir başlangıç sayıldığından, yılın ilk ayına pek çok batı dilinde verilen isim January de bu tanrıdan ilham alınarak konulmuş.

Antik Roma kültürünün simgesel yaklaşımı, günümüzdeki dini ritüellere kadar ulaşır. Hristiyan Katolik mezhebinin mabedi Vatikan’ın, altından geçenlerin kutsandığına  inanılan bir kutsal kapısı var: Porta Sancta. Hz. İsa, “Ben bir geçidim, içimdeki geçide girenler kurtulacak” demiş. (John 10:9). Müslümanların kutsal kitabı Kuran’da ise kapı metaforunden sayısız ayette bahsediliyor. Cennetin kapılarının açılmasından, cehennemin yedi kapısından, göklerin kapılarından sıkça söz ediliyor:

 “Ve açılır gök, olur kapı kapı“ (Nebe,19. Ayet). Hristiyanlar kapılarının üzerine çoğunlukla haç, Müslümanlar ise Arapça Allah kelimesini sıklıkla konumlandırırlar. Bu geleneğin Yahudilerin kültüründeki yansıması, kapılara bir kılıf içerisinde bulunan parşömen kağıdına yazılarak asılan ve kelime anlamı “kapı postası” olan Mezuzah’dır. Mezuzah’lar sadece dış kapılara değil, banyoların haricindeki tüm yaşam alanlarına iç mekanda da asılabiliyor. Kelimenin etimolojisi, hareket halinde olana referans veriyor; gitmek veya kalmak anlamında kullanılan köklerden geliyor.

Kapı kelimesinin Latince karşılığı olan fores kelimesi de gitmek veya kalmak (olmak) anlamında kullanılırmış.

Yaşamamızı güvenli kılmak için oluşturduğumuz yapılardan istediğimizde gidebilmemizi sağlayan ve orada kaldığımız sürece de bizi güvenli bir biçimde korusun diye kullandığımız en önemli yapısal öğe olan kapılara, mimar Rem Koolhaas da 2014 yılında küratörlüğünü gerçekleştirdiği Venedik Mimarlık Bienali’nde önemli bir yer ayırmıştı.

Katedrallerin Hz.İsa’nın kanını simgelediği için kırmızıya boyanan kapıları, güvenlik için yapılan sahte kapılar, ya büyük olduğu için ya da geçitler tanrısı Janus’un dualitesinden ilham aldığı için bilinmez, çoğunlukla çift kanatlı yapılan kapılar… Asya tapınaklarındaki ahşap kapılar da çoğunlukla çift kanatlı olarak üretilir.

Doğudaki bu tapınaklarda mekan sadece fonksiyonel olarak değil, mistik olarak da tanımlandığından her bir kapı tıpkı diğer dinlerdeki gibi bu ruhsal alanlara geçişi simgeler aynı zamanda.

KORKULARIN SİMGELEŞTİĞİ YER

İster doğuda, ister batıda olsun, bu katedrallerin kapılarındaki hayvan, insan, tanrı melek ve şeytan kabartmalarının, heykellerinin tümü, o kapının gerisinde ne olduğunu anlatır ve çoğunlukla o kapıdan içeri kötü ruhlar, kötülükler, şeytanlar giremesin diye yapılmışlardır.

İnsanın güvenlik ihtiyacı öyle büyük ki, siteler inşa ediliyor ve mutlaka bir kapı ile giriliyor bu sitelere; bizden önceki yaşamların kale kapılarından hiçbir farkları yok. Bunun başka bir karşılığı şehir kapıları. Antik kültürden bu yana ve hemen hemen her coğrafyada, insanlar sadece yapılara değil, bölgeleri de güvenlik altına almak için hemen duvar örüyorlar, kuşkusuz duvarı olan her yerin bir de kapısı oluyor.

Artık şehirlerin duvarları olmasa bile, büyük kapıları olabiliyor. Ankara Belediyesi’nin önceki bir dönemde bu şehir kapılarına haksız yere döktüğü büyük paraları daha önce konu etmiştim. Burada yapılmış olan kapıların ne kentin güvenliği ile ne de burada bahsettiğim ruhsal bir bütünlükle ilgisi yok elbette. Bu gösterişçilik kapının bazı kentler için bir gösteriş sembolü haline dönüşmüş olmasının bir sonucu. Dünya üzerinde örnekleri pek çok bu gösteriş görgüsüzlüğünün.

Günümüz mimarlık anlayışında çağdaş mimarlar hem bu geleneksel ve dini inanışlara protest bir tavırla hem de modern düşüncenin bir yansıması olarak, kapıya hiçbir öğe eklememeyi tercih ederler. Aslında bu hiçlik, yalınlık da tarih, felsefe ve teolojik bilgiler doğrultusunda kendi içinde oldukça anlam yüklüdür.

Çok sevdiğim bir şarkının sözlerinde “Keşfedecek çok oda var ama kapılar hep aynı görünüyor” diyor Daft Punk. Kapılar, odalar hakkında da bir fikir veriyor demek ki?  Tartışmalı bir konu bu açıkçası, özellikle günümüzde. Evet eski günlerden bu yana kapıya çok anlam yükleniyor diğer yandan hakikatın oldukça tartışmalı olduğu günümüzde belki de bu sözlerdekinin tersine, kapıların çok çeşitli, odaların ise keşfedilmeye değmeyecek kadar sıradan ve aynı olduğunu söyleyebiliriz.

Latin kültüründeki geçit kelimesi porta, bugünün sanal gerçeklik dünyasındaki portallar haline dönüştü. İnsan aklı ve ruhu artık sadece somut kapılardan geçmiyor.  Bilim kurgu kitapları ve filmleri bizleri portallar ile evrenler, dünyalar, duygular arası ışınlayabiliyor. Günümüzün meta-aleminde de hala benzer kapılardan geçe geçe yaşıyoruz. Kapısız bir hayat mümkün mü bilmiyorum? Kapıların ardındakini açıkça görebildiğimiz, içinde de dışında da kendimizi güvende hissedebildiğimiz kapısız bir ortam hayal ediyorum, mümkün mi sizce?

BABAKALE’NİN KAPILARI

Bu satırları yazarken, Çanakkale’nin Babakale köyündeyim. Mitolojik İda dağının eteklerinde kurulu ve Asya kıtasının en uç noktası olan ( Lektos burnu) Babakale’de olmak oldukça büyüleyici bir deneyim. Beni burada konuk eden arkadaşlarımla yürüyüş yolunda her zaman olduğu gibi kapılara bakıyorum. Çünkü bana göre orada yaşayanlar hakkında ip uçları veriyor her zaman kapılar. Boyandığı rengi, yeniliği, eskiliği, üzerine, yanına asılanlar, dışındaki çiçekler veya duvarlar… İster bir köyde ister dünya üzerinde kim bilir hangi şehirde olayım, hep kapılara takılır aklım. Babakale sokaklarında bir sürpriz beni bekliyor. Eski köy evlerinin, duyarlı ve özenli biçimde restore edilmiş yeni sahiplerine ait yazlık evlerin arasından süzülürken yeni eski farketmeksizin er bir kapıda bağlı el örmesi iplere rastlıyorum. Renkleri ile dokuları ile farklı bu uzunca iplerin ucunda mutlaka bir püskül de var. Bu iplerin bazıları bağıl, bazıları sıkı sıkı düğümlü, kimisi ise serbest kalmış.

Çocukluğundan beri burada yaşayan arkadaşım anlatıyor, aydınlanıyorum. Bu ipler komşulara bir tür mesaj olarak kullanılıyor. Eğer bağlı değilse evdeyim demek, eğer az dolanmış ise tokmağa veya halkaya, kısa bir süreliğine çıktım geliyorum demek. Eğer sıkı sıkı düğümlendi ise uzun süre gelmeyeceğim, boşuna bekleme demek anlamında bu ipler. Bu geleneği ilk kez burada görüyor, duyuyor ve büyüleniyorum. Burada olduğum için maalesef sadece internet üzerinden yapabildiğim araştırmalarda kökenini bulamadım ancak denizcilikle özdeşleşmiş bir antik liman köyünde olduğuma göre , bu ip bağlama alışkanlığının denizcilerin halat bağlamalarından esinlenmiş olacağını, onların sıklıkla kullandığı bir yöntem olarak günümüze kadar uzandığını düşünmek istiyorum.

Tasarım adına en sevdiğim tanım her zaman onnu bir iletişim yöntemi olduğunu ifade etmek olmuştur. Kapılar, iç mekanda veya mimari öğe olarak, yada kentlerde o iletişimin bir parçası. Sandığımızdan çok daha fazla anlam yüklüler. Bazen işte burada, Babakale’de olduğu gibi kapıya takılan püsküllü bir ip de bu iletişimin yani tasarımın en güzel örneği olabiliyor. İçinden geçebilmek gerek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi