Özlem Yalım
KAOS VE TASARIM
Hiçbirimiz yeni bir yıla böylesi bir gerçekle girmeyi beklemiyorduk; diğer yandan bugün yaşanan sonuçların pekala bu denli büyük bir dizi sorunun bir arada beklenmedik biçimde yaşanması ile ortaya çıktığını, dürüst olalım hepimiz biliyoruz. Halının altına süpürdüklerimiz artık görünür oldu. Kafamızı başka yöne çeviremeyeceğimiz yerdeyiz. Şaşkınlığı isyanı bırakıp, çöken sistemin yerine yeni bir sistem tasarlamalıyız. Makine tekliyordu, iyice bozuldu, artık kullanılamaz halde ve tamir gerekiyor.
Görünen o ki, sadece deprem ile yıkılmadık.
İçinde bulunduğumuz durumu anlatmak için sadece birkaç kelime yanıp sönüyor belleğimde: Çöküş ve kaos.
Yıkım, bir dış etken ile yaşanan bir gerçek, çöküş ise olumsuz koşullar sonucunda kendiliğinden yıkılmak demek. Tıpkı bir binanın temelinin ve yapıtaşlarının güçlü ve doğru olmayıp yıkılması gibi. İçinde bulunduğumuz durum bu nedenle bir yıkımdan çok bir çöküşü temsil ediyor bana göre.
Çöküşün farklı alanları ve aşamaları var. Bu aşamalar bağlama veya sisteme bağlı olarak değişebilir, ancak genellikle belirli temel alanlardan söz etmek mümkün.
Toplumların aile, eğitim, ekonomi, politikalar ve inançlar ile yapılandığı söylenir. Günümüzün bireyselleşme eğilimi, toplum yapısında aileden çok bireyi öne çıkarıyor. Diğer tüm konuları etkisi altına alan teknoloji ve iletişim de içinde bulunduğumuz toplumsal yapının artık bir bakıma temel taşlarını oluşturuyor. Özelikle ekonomide, siyasette, sosyal alanda ve kültürel bakımdan çöküş toplumları zedeleyen en önemli gelişmelerden biri. Bireysel ahlakın çöküşünü de unutmayalım.
YIKIM DEĞİL ÇÖKÜŞ
Evet evet yaşadıklarımız kesinlikle bir yıkım değil, katmanlı bir çöküş.
Siyasi çöküş, mevcut siyasi sistemin meşruiyetini kaybettiği ve temel hizmetleri sağlayamadığı, kanun ve düzeni koruyamadığı durumlarda ortaya çıkıyor. Bu, otoriter rejimlerin yükselmesine, devlet başarısızlığına ve kimi durumlarda iç savaşa kadar uzanan bir dizi sonuca yol açıyor. Son haftalarda sıkça gündeme geldiği üzere, mevcut yönetimin iktidara geçmesinin altında Türkiye’nin o dönemde içinde bulunduğu siyasi çöküş yatıyordu. Günümüze dek Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en otokrat yönetim olarak tarihe geçen AKP hükümeti iktidarını ve gücünü bu siyasi iklimden alırken, çıkışlarla ve inişlerle geçen 21 yıl sonucunda, bizlere yine aynı mirası bırakıyor: siyasi bir çöküş! Dış ilişkilerimizde yaşanan sorunlar, polemikler, ülke olarak hemen her alanda global ölçekte itibarsızlaşmış olmamız, belirsizliğimiz ve güven veremeyen bir ülke konumuna sokulmuş olmamız, siyasi çöküşü sadece sınırların içinde değil, dışında da belirgin hale getiriyor.
Geçtiğimiz dönem boyunca içinde yaşadığımız sistemi irdelediğimizde, mevcut hükümetin en büyük icraatinin ekonomik çöküş olduğunu artık günlük yaşamımıza etki edecek biçimde hissediyoruz. Bu aşama genellikle şiddetli ekonomik depresyon, yüksek enflasyon oranları, yaygın iflaslar ve para birimi veya varlıkların değerinde keskin bir düşüşle karakterizedir. Daralan ekonomi sadece işçi sınıfının ve dar gelirlinin sorunu değil. Tarım arazilerini, kamu mallarını, iletişim, ulaşım gibi temel değerlerini satarak ve inşaata yoğunlaşarak büyümeyi amaçlayan rant ekonomisi, ancak siyasilerin ve işbirlikçilerinin ekonomisini yükseltti. Belirli kesimlerin zenginleşmesini izlerken toplum olarak 21 yıl öncesine göre zenginleşeceğimize fakirleştik. Üstelik yeni nesillere bırakabilecek zenginliklerimizi de hızla tüketiyoruz.
Ne üzücü ki, zaten apaçık olan bu gerçeği, deprem ve sonrasında yaşanan deneyimlerle en acı biçimde idrak etmiş olduk. Şeffaf olmayan bir yönetimle karşı karşıya olduğumuzdan mevcut hükümetin yönetimi süresince elde ettiği gelirleri nerelere aktardığını bilmiyoruz; diğer yandan bunların toplumun en temel ihtiyaçları için ayrılmadığı çok trajik bir biçimde ortaya döküldü. Geçtiğimiz süreç içinde mevcut yönetime inanan, güvenen ve belki de oy vererek onları destekleyen insanların hayal kırıklığı büyük. İlk günden beri bunların olacağı bilenlerin öfkesi ise tarifsiz, dile kolay, yirmi bir yıl göz göre göre, bile bile bu hale gelmek, yaşanılan çaresizlik ve acı, başka türlü ve ölçeksiz.
Devletin ekonomik kondisyonu, Türkiye’yi global ölçekte de pek çok alanda pasif durumda bırakıyor. Girişim, ticaret, kültürel zenginlik, inovasyon, tasarım gibi ülkeleri güçlendiren ve geliştiren önemli alanların tümü ekonomi ile paraleldir. Daralan ekonomi, ülkenin insan gücünün, beyin gücünün, sahip olduğu birikimi aksiyona dönüştürmesine de, dünyayı takip etme kapasitesine de set çekiyor. Ekonomik çöküş, insanların sadece temel ihtiyaçlarına odaklandığı, böylece diğer her türlü konunun ikincil, üçüncül konuma gerilediği bir atmosfer yaratıyor. Böyle bir ortam, sadece kendi iç dünyasına hapsolmuş bir biçimde yaşamını sürdüren toplumlara gebe.
KÜLTÜREL VE SOSYAL ÇÖKÜŞ
Böyle bir iklimde, kültürel ve sosyal yaşam dünyanın geri kalanına göre farklı gelişiyor. Kültürel çöküş, kültürel kimliğin kaybı ve kültürel değerlerin çöküşü ile tanımlanabilir ve bu da sosyal normların düşüşüne, ahlaki çöküşe ve tarihsel belleğin kaybına yol açabilir. İnsanlar sanatın har alanından uzaklaşıyor, bilim takip edilmiyor, kitap okunmuyor. Fikir değersizleşiyor. Toplumsal bir seviye belirleyici olmadığından herkes her şey olabiliyor; her şeyin iyi veya kötü bir alıcısı, takipçisi olabiliyor. Kültürel çöküşün olduğu ortamda değer kavramı geriliyor, Vasatlık artıyor.
Sosyal çöküşü ise sosyal kurumların çöküşü ve sosyal uyumun kaybıyla, artan suç oranları ile anlayabiliriz. Böyle bir ortamda sivil huzursuzluk ortaya çıkar ve bu durum da toplumsal değerlerin çöküşüne yol açabilir. Belki 20 gündür sergilediğimiz dayanışma ruhu, kimi yerlerde tek yürek, tek ses olma becerimiz sosyal çöküş içinde olmadığımız izlenimi yaratabilir. Aman kendi küçük dünyanızı büyütüp yanılgının rahatlığına düşmeyin ! Deprem sonrası bine yakın çocuğun sağ kurtarıldığı halde hastanelerden kaybolmasının, kimilerinin bir takım cemaatlere verildiğinin ortaya çıkmasının, bu dehşet verici olayın ardında organ mafyasından, cinsel istismara, veya bebeklerin evlatlık olarak satışına kadar pek çok tarifi zor ahlaksızlığa uzanılmasının kelimeyle ifadesi, sosyal çöküştür.
Son 20 gündür yaşadığımız tüm deneyimlerde, toplumu toplum yapan temel alanlarda çöküşün izlerini görmek mümkün. Devlete ve topluma, nesnel olarak, örneğin bir makine gibi bakarsak, bu sistemin nerelerde sorun çıkardığını analiz etmek, tasarım odaklı düşüncenin “empati” aşamasının bir gereği.
Bir sistemin veya toplumun çöküşü her zaman lineer, yani birbirini takip eden bir süreç değil; farklı aşamalar aynı anda veya farklı bir sırayla ortaya çıkabilir. Her aşamanın şiddeti ve süresi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişebilir.
İçinde bulunduğumuz 21 yıl boyunca, sistematik olarak özgürlüklerimizin baskılanması, geniş anlamda enstitü kavramının içinin boşaltılması, eğitimin yozlaştırılması, maneviyatın pompalanarak bireylerin somut değerler yerine oldukça göreceli ve soyut değerlere yöneltilmesi, adalet ve güvenlik gibi temel toplumsal ihtiyaçlar konusunda yaratılan algı ile korkunun ve çekingenliğin körüklenmesi ve bunlar gibi sıralanabilecek pek çok stratejik eylem, sistemsel çöküş yarattı. Bu çöküş kimi zaman birbirini takip ederek, kimi zaman ise katmanlar biçiminde zamana yayılmış olarak yaşandı. Tüm bu yaşananların deprem ile yaşanan büyük yıkım ve can kaybı sonrasında, oldukça yoğunlaşmış biçimde karşımızda durduğunu gözlemliyoruz şimdi. Sanıyorum bu çöküşün kaosu.
KAOS VE DÜZEN
Kaos, aslında boşluk demek. Sizi bilmiyorum ama ben bunu ilk öğrendiğimde epey şaşırmıştım. Dilimizde karmaşa ile eş anlamlı olarak kullanılan bu kelime, Latince chaos, Yunanca khaos kelimesinden gelmektedir. 14. Yüzyıldaki anlamı, açık uçlu boşluk, geniş ve boş olan şey, ölçülemeyen uzay anlamında. (* khnwos'dan, PIE kökü * ghieh- "esnemek, açılmak, genişlemek" kelimesiyle bağlantılıdır).
Bugün kullandığımız biçimde "Tam bir karışıklık" anlamı yaklaşık 1600 yıllarında Yaratılış’ın Latince çevirisi olan ve öz metin olarak kabul edilen Vulgata versiyonundaki teolojik kullanımından türetilmiş ve genişletilmiş bir anlamdır. Bu anlamda "kaos", evrenin karmaşık, şekilsiz, öğeleri belirgin olmayan başlangıç boşluğu şeklinde kullanılır. Buradaki kullanılış, köklerini yine antik dünya kültüründen alır. M.Ö. 730 yılında Hesiodos'un tanrıların doğuşunu anlattığı "Theogony" isimli şiirinde khaos, evrenin ilk boşluğu olarak tanımlanır. Romalı şair Ovid'in "Metamorphoses" isimli 15 kitaplık epik eserinde de khaos, düzenlenmiş evrene karşıt olarak tanımlamaktadır.
Her çöküş ardından düzensizliği getirir. Bu düzenin tutturulamadığı yerde zincirleme çöküşler yaşanırken artık pekala kaostan söz edilebilir.
Hiçbirimiz yeni bir yıla böylesi bir gerçekle girmeyi beklemiyorduk; diğer yandan bugün yaşanan sonuçların pekala bu denli büyük bir dizi sorunun bir arada beklenmedik biçimde yaşanması ile ortaya çıktığını, dürüst olalım hepimiz biliyoruz. Halının altına süpürdüklerimiz artık görünür oldu. Kafamızı başka yöne çeviremeyeceğimiz yerdeyiz. Şaşkınlığı isyanı bırakıp, çöken sistemin yerine yeni bir sistem tasarlamalıyız. Makine tekliyordu, iyice bozuldu, artık kullanılamaz halde ve tamir gerekiyor.
Kaostan çıkışın yolu yeni bir düzen kurmaktır. Bu düzen, tamamen yok olmuş 10 şehir, kaybolan canlar, yersiz yurtsuz kalan milyonlar, tarifsiz acılar söz konusu olduğunda kurması oldukça çaba gerektiren zorlu bir iş. Bu, herhangi bir gücün veya insiyatifin tek başına yapabileceği, emir komuta zinciri ile altından kalkılabilecek bir iş değil. Büyük bir takım işi gerekiyor. Sizce biz takım olabilir miyiz?
Kadim kültürlerin bir arada yaşadığı, kültürel mirası en zengin bölgelerden biri olan; gastronomisiyle, tarımı ile, yerel üretim gücü ile müstesna deprem bölgesinin kentlerini yeniden ayağa kaldırırken, tıpkı bir iğne oyası yapar gibi ince ince, sabırla, doğru iplikle, doğru renklerle örmek gerekiyor dokuyu. Geçmişte yapılan tüm hatalardan uzak, yepyeni ve çok daha iyi bir kenti yapılandırmak hem bölgede sarılmaz acılara gömülen insanlara, hem de kuruluşunun 100.yılına, bu ülkenin insanlarına borcu gibi. Mimarlar, mühendisler ve tasarımcılar kentlerin, sosyologlar toplumun, psikologlar insanların, çocukların, tarihçiler hikayelerin ve belgelerin korunmasından, yeniden yazım ve yapımından sorumlu olmalı. Siyasiler işin mutfağında kolaylaştırıcı rolü üstlenmeli, geri planda kalmalı. Bugüne dek gördüklerimiz bunun tamamen tersi. Oysa ülkenin her alandaki öncü isimleri zaten benzer mesajları, eylem çağrılarını günlerdir dile getiriyor. Sivil insiyatifin sesi Türkiye’de iç olmadığı kadar yüksek çıkıyor. Siyaset şapkası giymiş her kesimin bu sesi duyması şart. Vatan sevgisi filan değil; medeniyet ve çağdaşlık bunu gerektirir.
ORGANİZASYON TASARIMI
Kaos ve tasarım, birbirine sanıldığından daha yakın iki kavramdır. Tasarım, mevcut durumu analiz eden, empati geliştiren, buradaki sorunları tespit ederek problemleri tanımlayan, bunların çözümü için fikirler geliştiren, bu çoklu fikir havuzundan en uygun fikri seçen ve bunları uygulamaya koyan bilim dalıdır. Her sistem bu bağlamda bir tasarımdır. Organizasyon tasarımı, mesleklerimizin branşlarından sadece biri. Tekil bir nesnenin yapımından seri üretime, binalardan kentlere, karmaşık yapılardan nihayetinde günümüzdeki teknolojik yapılara kadar her karmaşıklık düzeyinde tasarımcılara yer açılmasının sebebi onların bu alandaki geniş uzmanlıkları ve yaratıcı yetenekleridir.
Organizasyon tasarımı konusunda onlarca yayınlanmış model bulunmakta, dünyanın önde gelen kuruluşları kendi bilgi birikimleri ve deneyimleri doğrultusunda kendi sistemlerini ve modellerini yaratmakta. Organizasyon tasarımı, çok parçalı bir karmaşayı, iç güdüsel veya göreceli kabuller doğrultusunda değil; bilimsel veriler ışığında düzene sokmayı hedefler. Ne yazık ki paydaşlardan biri veya bir kaçı eksik olduğunda, iyi bir tasarımdan, yani başarılı bir düzenden söz edilemez. Organizasyonel tasarım, emeğin ve enerjinin verimli kullanımını sağlayan bir iştir.
Deprem sonrası somut ve soyut çöküşün getirdiği kaosun yayında, yardım kuruluşlarının içinde bulunduğu kaosu, bireylerin kendi çabaları ile gerçekleştirmeye çalıştıkları desteklerin kaosunu gördük. İyilik gördüğümüzden daha çok kötülük gördüğümüz bu günlerde, iyi olan şeylerin de kaos içinde yitip gittiğini gördük. Bir süre sonra bunun getirdiği kızgınlıklar, yorgunluklar ve geri çekilmeler başlayacak. Kaos bu düzensizlik ve bilinçsizlik ortamında, belki de kelimenin ilk ortaya çıktığında ifade ettiği anlama yakınlaşırcasına ucu açık bir boşluk yaratacak.
Kültürel olarak bir arada iş yapma, sağlıklı iletişim kurma, sabretme, ağırdan alma, karşımızdakini dinleme, anlama gibi konularda gelişkin değiliz. Bu aceleci kültürü en çok biz tasarımcılar iyi biliriz. Yaşananların çok hızlıca çözüm gerektirdiği çok açık Diğer yandan iyi tasarımın da evrensel kuralları yüz yıllardır belli. Sesimizi duyan var mı?