Seyit Tosun
KADER
“Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar,
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;
içimde cesetler ve daha ölmemişler var.” (Metin Altıok-Bir Acıya Kiracı)
1983 Zonguldak Armutçuk’ta grizu patlaması oldu. 103 işçi göçük altında hayatını kaybetti. Devletimiz yaraları sardı. Tüm Türkiye madencilere dua etti. Bir grup maden mühendisi ve gazeteci olayın ihmal olduğunu yazıp söyledi. Ama tam da darbe dönemi, hemen susturdular. Zaten acılı günde buradan siyaset yapma derdinde olan başıbozuklardı bunlar. Kader dediler, geçtiler...
1990 yılıydı. Amasya’da Yeni Çeltek Kömür İşletmelerine ait madende grizu patlaması oldu. 68 işçi öldü. Üçü patlamanın yakınındaydı. Onlar yanarak can verdi. Diğerleri göçük altında kaldı. Devletimiz hemen koştu. Yaraları sardı. Tüm Türkiye madenciler için dualar etti. Birileri “ihmal var mıydı?” diye soracak oldu. “Tam da acılı anımızda ettiğin suale bak” dediler. “Ölüler üzerinden siyaset yapma” dediler. “Ülke olarak birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günde bu ne terbiyesizlik” dediler. “Kader” dediler...
1992 yılıydı. Zonguldak Kozlu’da taş kömürü ocağında grizu patlaması meydana geldi. O tarihe kadar başımıza gelen en büyük maden felaketiydi. Tam 263 madenci can vermişti. İlçede her eve ateş düşmüştü. O zaman devlet işletmesi olan Türkiye Taş Kömürü burayı işletiyordu. Maden Mühendisleri Odası aynı yıl bir rapor hazırladı. Raporda ocak tasarımlarının çağdaş şekilde yapılmadığı, pano güvenliklerinin yetersiz olduğu, toz patlamalarına karşı hiç önlem olmadığı, yer altında patlamanın olduğu bölgedeki işçilerin hiçbirinde maske bulunmadığı ve havalandırmaların çalışmadığı belirtildi. Facianın olması için her şey vardı ama olmaması için hiçbir şey yapılmamıştı. Aynı raporda bir daha bu tür olayların yaşanmaması için de oturup uzman mühendisler kafa patlatmıştı. Yer altı ocaklarının çağdaş kat anlayışı ile açılıp bölmelere ayrılması gerektiği, havalandırmaların sağlam şekilde yapılması, kamunun buna zarar etsin etmesin kaynak ayırmasının hayati olduğu anlatılıyordu. Raporun devamında araştırma geliştirmeye önem verilmediği ve eğitimin ne denli önemli olduğu vurgulanıyordu. Tabi kimse dinlemedi, ciddiye bile almadı. Liboşluk o zaman da muteberdi. Hemen özelleştirmeci kalemler yazılar yazdılar. “Buraları özelleştirirsek bir daha işçi ölmez” dediler. Sanki işçi onların çok umurundaymış gibi... Ama aynı liboşlar, meselenin salt özelleştirme olmadığı, bir anlayış olduğu; denetim konusu olduğunu anlatmaya çalışanları ölülerin üzerinden siyaset yapmakla suçladılar. Şirketler olursa bu kazalar olmaz diye diye oraları özelleştirdiler. “Peki ölenler ne olacak?” diye soranlara “kader” dediler...
(Bu katliamdan sadece 1 yıl önce 1991’de yine aynı yerde Zonguldak’ta 100 binden fazla emekçi yürüyüş yaparak bu kar hırsı, özelleştirme ve iş güvenliği için yürüyüş yapmıştı. Tarihimizin en önemli işçi yürüyüşlerinden birisidir. Emekçilerin talepleri o zaman da dinlenilmedi. Gözaltılar yapıldı. İşten çıkarmalarla tehdit edildiler. Dönemin iktidarı “Maden zarar ediyor ne yapalım. Bize ne” denildi. Bu, işçinin canı önemsiz, siz yeter ki kömür çıkartın mesajıydı. Adeta 1900’lerin başındaki ABD ve İngilteresindeki vahşi kapitalizm yaşanıyordu.)
1995 yılıydı. Yozgat’ın Sorgun İlçesinde Matsan Madenciliğe ait bir kömür madeninde grizu patlaması oldu. 38 işçi can verdi. “E hani özelleştirme olursa can kaybı olmazdı?” dediler. Liboşlardan ses çıkmadı. Nasılsa ölen onlar ve yakınları değildi. Herkes dualar etti. Bir daha böyle bir felaketin yaşanmaması için her şeyin yapılacağı açıklandı. Tabi ki yapılmadı. “Kader” dediler...
2003 yılıydı. Karaman Ermenek’te özel bir maden şirketinin ocağında patlama meydana geldi 10 işçi öldü. Doğru dürüst ne denetim yapılmış ne de çağdaş mühendislik kurallarına uyulmuştu. Hatta cansız işçilerin bedenlerine zar zor ulaştılar. Günler sürdü. Bir daha böyle bir acının milletimizin başına gelmemesi için gereken tüm adımlar atılacaktı. Atılmadı. Sorumlular kimdir, hesap verdiler mi kimse bilmiyordu. Tabi ki “kader” dediler.
2004 yılıydı. Kastamonu Küre’de bakır ocağının içi alev aldı. Adeta cehennemdi. Yüz elli metrelik alan yangın yeriydi. Biri mühendis 19 insanımız hayatını kaybetti. Ülke olarak yas tuttuk. Dualar ettik. Kader dedik...
2009 yılıydı. Bursa’daki maden ocağında yaşanan grizu patlaması nedeniyle 19 maden işçisi can verdi. Ülke olarak birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan o gün de “ihmal var mı” diye soranlara ağzının payı verildi. Ölüler üzerinden siyaset yapmanın ne denli kötü bir şey olduğunu anlatıldı. Kimseye bir şey sorulmadı. Kimse de anlatmadı. Kader dediler.
2010 yılıydı. Arka arkaya maden faciaları yaşanıyordu. Balıkesir Dursunbey’de 17 işçi, Zonguldak’ta 30 işçi, Edirne’de 3 işçi madenlerde hayatını kaybetti. Büyük bir felaket adeta geliyorum diyordu. Önlem alalım bakın bu böyle olmaz. Denetimler yapılıyor mu? Yapılıyorsa nasıl yapılıyor? Diyenlerin de ağzının payı verildi. Ölülerin üzerinden siyaset yapılamayacağı gereken titizlikle onlara anlatıldı. Milletimiz acı içindeyken bunların derdi başkaydı. Kader dediler.
2013 yılıydı. Zonguldak Kozlu’da 8 işçi hayatını kaybetti. Manisa Soma’da bir maden işçisi demirlerin altında kalarak can verdi. Bir işçi çok mühim değildi! Doğru dürüst haber dahi yapılmadı. Alt yazı geçtiler. Basının çok daha önemli konuları vardı. Liboşlar bu defa başka açılımların peşindeydi. Ülke olarak çağ atlamak üzereyken zaten ölüler üzerinden siyaset yapmaya kalkmak, terbiyesizliğin daniskalığı olurdu. Kader dediler hızla geçtiler.
2014 yılıydı... Manisa Soma’da özel bir firmaya ait maden ocağında kaza yaşandığı haberi geldi. Gelen sayılar öyle ürkütücüydü ki bir an herkes affalladı. İşini yapan onur sahibi gazeteler gerçeği yazmaya ve olay yerinden yayın yapmaya başlayınca gerçek açığa çıktı. Patlama anında 787 işçi içerideydi. Şirket sahibi işçilerin yakınlarını veya mühendisleri aramadı. İlk aradığı kişiler yakın olduğu siyaslerdi. Tam 301 işçi ölmüştü. Bırakın Türkiye tarihini, dünya tarihinin en büyük maden kazalarından biriydi. Ertesi gün hem üzgünlük hem kızgınlık vardı. Acı içindeki madenci yakınları yerlerde sürüklendi, ihmal var mıydı diye bağıran madenci çocukları tekmelendi. Bunları bilmeyene anlatsan inanmaz, o kadar distopik bir karanlık içindeydik. Sonra madende 3 vardiya olduğu ortaya çıktı. İçeride olması gerekenden kat kat fazla emekçi bulunuyordu. Şirket kendi yetmiyor, taşeronlara da iş vermiş; kar etmek için adeta bir yarış yapıldığı ortaya çıkmıştı. İncelemelerde sağlam havalandırma olmadığı, yasal olarak bulundurulması gereken yaşam odalarının hiç yapılmadığı, eski trafoların kullanıldığı ortaya çıktı.
İhmal yoktu, adeta katliama davet vardı. Olaylar bu kadar açığa çıkmışken bunu soran siyasileri bozgunculuk ve milli servet düşmanlığı ile suçladılar. Onurlu gazeteci ve maden mühendislerini ölüler üzerinden siyaset yapmaya kalkmakla itham ettiler. Ne desen ne anlatsan yetmiyor ya hani öyle bir çürümüşlüktü. Şirket sahipleri bir basın toplantısı yaptı. İzlemeyen varsa bulup izlesin derim; hayatınızda böyle trajik şeye çok az şahit olmuşsunuzdur. Gazeteleri hizaya çekmeye kalkan sözde bir halkla ilişkilerci bir kadın var, yaşam odasını sormaya çalışan muhabirlere fırça atmaya kalkıyor falan. Sonra tabi gazeteciler haklı olarak çıktı “Sen kimsin, sorumuzu soracağız” dediler. Şirket heyeti eveliyor geveliyordu. Tam utanmasalar ölen işçileri sorumlu tutacaklar diye içimizden geçirirken utanmadılar ve bazıları işçilere ihaleyi yıkmaya kalktı. Ama yediremezlerdi, karşılarında onurlu namuslu yazarlar, gazeteciler, mühendiler, bilirkişiler, akademisyenler, siyasiler, uzmanlar vardı. Bütün gazeteciler illalah etti “Net bir soru soruyoruz. Yaşam odaları var mıydı yok muydu?” dediler adeta koro olarak. Adamlar hala geveliyor “var diyemiyoruz ama yok da diyemeyiz falan” diyorlar. Rezalet işportaya düşmüştü öyle bir haldi. Tabi ulus olarak birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekiyordu. Hemen bin tane molla gönderdiler. Ev ev gezdi bunlar. Nasıl olsa ölen kendileri ve yakınları değildi. Kapı kapı gezip “İsyan etmeyin. Bu işin fıtratında var. Kaderdir...” dediler...
1992’deki Zonguldak maden Kazasının üzerinden 22 yıl geçmişti. Buraları yok pahasına satalım, devlet maden işletmesin, özelleştirirsek işçi falan ölmez diyen liboşlar halen ülke medyasında söz sahibiydi. Tabi gıkları çıkmıyordu çünkü biliyorlar ki bunları kimse hatırlamaz. Haklıydılar da. Soma’da şirketin neredeyse hiçbir mevzuata uymadığı, işçileri ölüme gönderdiği gün gibi ortaya çıkmıştı. Ne oldu biliyor musunuz? Ne onları denetlemesi gerekenler, ne denetlemesi gerekenleri atayanlar, ne de şirket zerre hesap vermedi. Şu anda Şirket yetkililerinden tutuklu olan kimse yok. Beraat ettiler. Şu anda kim tutuklu biliyor musunuz? Ölen işçileri savunan avukatlar...
2015 yılıydı. Sivas, Muğla, Zonguldat, Amasya ve Ankara’da madenlerde 6 işçi hayatını kaybetti. Sadece alt yazı olarak geçti. Kader dediler...
2016 yılıydı. Siirt Şirvan’da Madenköy’de yaşanan kazada 16 işçi hayatını kaybetti. Hemen dualar edildi. Şirket sahibi iktidara yakındı. Oraya da mollarlar gönderildi. Daha “İhmal var mı...” diye sorarken cümle bitmeden ölüler üzerinden siyaset yapılamayacağı gereken lisanla sormaya çalışanlara anlatıldı. Kader dediler.
2019 yılıydı. Manisa Soma’da bir işçi madende can verdi. Alt yazı geçildi. Kader dediler.
Ve 2022...
Bartın’da madende grizu patlaması meydana geldi. Şu ana kadar 41 işçi hayatını kaybetti. Sayıştay’ın 2019 senesindeki raporları çıktı, raporda bu madende grizu patlaması yaşanabilir deniliyordu. Millet olarak birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken bu günde ölüler üzerinden siyaset yapılmaması gerektiği belirtildi. Sayıştay raporu tabi ki görmezden gelindi. İhmal olup olmadığı önemli değil çünkü bu işin fıtratında var denildi. Dualar edildi, acılar paylaşıldı. Tabi ki kader dediler...
İşin ÖZ’eti; Öyle bir kader ki sadece yoksulu, emekçiyi ve işçiyi vuruyor. Bu gerçeği sormadığımız her gün, bu gerçek asıl kaderimiz olmaya devam ediyor. Bu kaderi neden bir Alman, İngiliz, Fransız işçi yaşamıyor da bu çağda bir biz yaşıyoruz? Türkiye Avrupa'da en yüksek iş kazasının ve ölümlerinin olduğu ülke. Ölenin kendimiz veya yakınımız olmadığı dürtüsüyle yüzümüzü çevirdiğimiz her acı, bizi toplum olarak daha da zehirliyor. Kiminin yüzüne kömür, kiminin yüzüne yüz karası çalarak...