Seyit Tosun
İstanbul Sözleşmesi uygulanmadıkça şiddet artıyor
İstanbul Sözleşmesi’nin mimarlarından olan ve hem Türkiye’de hem de Avrupa’da sözleşmenin hazırlanma ve imzalanma sürecinde bulunan dönemin CHP Ankara Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi Gülsün Bilgehan’la Sözleşme’ye yönelik sürdürülen tartışmaları ve karşı çıkışların nedenlerini konuştuk.
Kadınlar şiddete uğrarken ve öldürülürken İstanbul Sözleşmesi de hedefe konuldu. Eril dil ve tahakküm; bu coğrafyada yeniden “kodlarını” devreye soktu.
“Tahrik olma”, “Tokat atma” ve “Kadını susturma” özgürlüğünün! Tehlikede olduğunu düşünen bu eril koda göre kadın asla düzenin dışına çıkmamalı. Sokakta devletle geleneklerin, evde kocasıyla babasının, işyerinde de patronunun sözünden asla “çıkmamalı”
Hepimizin “dişi” mücadele borcu; geçmişten bugüne dövülen, öldürülen, tecavüze uğrayan ve sosyal, ekonomik ve siyasal hayattan uzak tutulmak istenen kadınların sesleri ve “sessizlikleriyle” daha da artıyor.
Gazete Pencere Pazar olarak İstanbul Sözleşmesinin mimarlarından olan ve hem Türkiye’de hem de Avrupa’da sözleşmenin hazırlanma ve imzalanma sürecinde bulunan dönemin CHP Ankara Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi Gülsün Bilgehan’la konuştuk.
◼ Siz o dönem Avrupa Konseyinde İstanbul Sözleşmesi için en yoğun mesai harcayanlardan birisi oldunuz. Konunun mimarlarından birisi olarak; kadına yönelik şiddet, cinayet artarken İstanbul Sözleşmesi’nin de tartışılmasını neye bağlıyorsunuz? Kadınları koruyan bir sözleşme, tam da kadın cinayetleri konuşulurken neden hedef alındı?
Gülsün Bilgehan: İstanbul Sözleşmesi’nin başına gelenlere inanamıyorum! Avrupa Konseyi’nde gururumuz olarak anılan ve tek amacı kadına yönelik şiddeti önlemek olan bu metin nasıl oldu da hedef tahtası oldu? Hazırlanış ve kabul ediliş sürecinde iktidarı, muhalefeti, akademisyeni, diplomatı, kadın dernekleriyle hepimizin emeği geçti. Avrupa Konseyi, biliyorsunuz 1949’dan beri kurucusu olarak içinde bulunduğumuz uluslararası bir kurum, insan hakları ve demokrasi konularına odaklanmış, kararları ülke parlamentolarından gelen temsilcilerin aldığı ortak bir forum. Avrupa’da her 3 kadından biri şiddet görüyor, en çok da kendilerini en fazla güvende duymaları gereken yerde, evlerinde çeşitli şekillerde saldırıya uğruyorlar. 47 Avrupa Konseyi üyesi ülke bu insanlık suçunu önlemek için iyi niyetle bir çalışma yaptı. Kadın cinayetlerinin gittikçe arttığı bir dönemde, daha iyi uygulamak için gayret edileceğine, yersiz iddialarla ilk imzalayıcısı olduğumuz ve bu dünyanın en güzel şehirlerinden birinin adını taşıyan Sözleşme’den çekilmek Türkiye’ye yapılacak bir kötülüktür.
◼ Peki sözleşme kapsamında verilen taahhütlerden gerçekleşeni, uygulananı var mı? Sözleşmesinin uygulanmasının önündeki engeller neler?
Sadece Türkiye’de değil, Sözleşme’nin şu anda yürürlükte olduğu 34 Avrupa ülkesinde de kadına yönelik şiddetle mücadele devam ediyor. Özellikle Covid19 döneminde, Birleşmiş Milletler verilerine göre ev içi şiddet oranlarında artış var, bu da İstanbul Sözleşmesi’ne ne kadar ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Ülkemizde, İstanbul Sözleşmesi imzalandığı yıllarda çok daha görünür şekilde etkiliydi. Gerek TBMM gerekse hükümetin desteği ile yapılan çalışmalar Konsey’de iyi örnek olarak gösteriliyordu. Konu ile ilgili yargı, güvenlik ve sağlık birimleri eğitimden geçirildi, acil başvuru hattı açıldı, askerlik hizmetini yapan gençlere seminerler verildi. Değiştirilen ceza kanunu örneğin namus ve töre cinayetlerine caydırıcı etki yaptı. Bu şekilde topyekun mücadele devam etseydi çok daha iyi sonuçlar alabilecektik ama uygulama iradesi azaldıkça şiddet de arttı. Sözleşme devlete şiddete uğrayanları koruma yükümlülüğünü getiriyordu, TBMM’de 24 Kasım 2011’de CHP Grubu adına konuşmamın son cümlesinde “oy verirken büyük bir sorumluluk alıyorsunuz!” diye milletvekili arkadaşlarımı da uyarmıştım! İstanbul Sözleşmesi her partinin desteği ile oy birliğiyle geçti ama uygulamada sınıfta kaldı.
◼ Gelen eleştiriler arasında İstanbul Sözleşmesinin eşcinselliği özendirdiğini, kültürümüze aykırı olduğunu söyleyenler de var. Sanki eşcinsellik suçmuş gibi bunu dile getirmelerindeki asıl amaç size göre nedir?
Sözleşme, evin içinde ya da dışında şiddet gören herkesi korumayı hedefliyor, “Şunları koruyalım, şunları bırakalım şiddet görsünler!” mi diyecekti? Dünyanın pek çok yerinde yaşlılar görünen ya da görünmeyen şekilde ayrımcılığa uğruyorlar, Avrupa’nın ortasında kadın sünnetine maruz kalan kız çocukları var, gelişmiş gibi görünen ülkelerde yaptığımız toplantılarda şahit olduğumuz vahşete inanamazsınız. İnsan hakları söz konusu olduğunda gelenekleri kalkan olarak kullanamazsınız.
◼ Kadına yönelik şiddet arttı mı? Yoksa zaten vardı da sosyal medyada mı yer almaya başladığı için mi böyle algılanıyor? Biliyorsunuz sosyal medya yasası Meclisten geçti. Şiddete uğrayan birçok kadın sesini sosyal medyadan duyuruyor. Kamuoyuna mal olan birçok kadın cinayeti yine sosyal medyadan duyuruluyor. Sansürün, sosyal medya yasasının bu cinayetler ve şiddetle bir ilişkisi var mı?
Asırlardır süren, kadınla erkek arasındaki güç eşitsizliğinden kaynaklanan bir şiddetten söz ediyoruz. Zamanla değişen, bu suça göz yummak, ev içinde kalan tabu bir olay olarak görmek yerine, önleme, koruma ve cezalandırma aşamasına geçmektir. İstanbul Sözleşmesi en fazla şiddeti önlemeye ağırlık vermiştir, eğitimle, hakların bildirimi ile toplumu duyarlı hale getirmek mücadelenin en önemli bölümüdür. Bu aşamada tabii ki geleneksel ve sosyal medyaya büyük görev düşüyor. Medya dilini eşitlikçi ve şiddet karşıtı bir hale getirmek için Avrupa Konseyi başka kararlar da çıkartmıştır. Sosyal medyada en çok saldırıya uğrayanlar tam da Sözleşmede “şiddet kurbanı” olarak görünen kesimlerdir. Fakat diğer taraftan medya bir “cankurtaran “ işlevi de görmektedir. Burada önemli olan, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasındaki çizgiyi iyi belirlemektir.
◼ İstanbul Sözleşmesine saldıran asıl odaklar size göre kimler? Sözleşmeyi korumanın ve uygulanmasının yöntemi ne olmalı?
İstanbul Sözleşmesi’ne saldıran odaklar açıkça kadın-erkek eşitliğine karşı çıkanlardır. Birkaç yıl önce Sözleşmeyi Avrupa Konseyi adına anlatmak için gittiğim Brüksel’deki AB Parlamentosunda bu görüşte olan aşırı sağ, ırkçı, yabancı düşmanı milletvekillerinin aynı gerekçelerle İstanbul Sözleşmesini reddettiklerini görünce dayanamamış “ben AB’ye üye olmayan müslüman bir ülkenin milletvekiliyim, bu sözleşme benim Meclis’imden oy birliği ile geçti” demiştim ve büyük çoğunluk tarafından alkışlanmıştım.
Avrupa Konseyi uzun zamandır İstanbul Sözleşmesi’ni ülkelerimizde nasıl tanıtırız diye düşünüp duruyordu, Türkiye’de başlayan bu tartışma sözleşmeyi meşhur yaptı. Bundan sonra beklenen, bu vesileyle birleşen bütün farklı kesimlerin, başta kadınlar olmak üzere şiddet gören herkesin korunması için sürdürdükleri mücadeleye devam etmeleridir.