Memetcan Demiray
Hoşça kal Covid, merhaba Putin!
İngiltere'de bir süpermarket, Rusçası "Kiev tavuğu" olan yemeğin adını değiştirerek Ukrayna'nın işgalini "protesto" ediyor! "Günlük vaka sayıları"nın yerini çoktan savaş istatistikleri aldı, sosyal medyada artık varyantlar değil "nükleer kıyamet" tartışılıyor. Dijital çağda her türlü felaket hızla sulandırılırken insan hem fail hem de kurban olarak silikleşiyor, kayboluyor.
Ne kadar enteresandı "Koronavirüs" sözcüğünü ilk duyduğumuz o günler... 2019 sonu Çin'in Vuhan kentinde ölümcül bir grip virüsünün peydah olduğunu öğreniyor, "Nasılsa bize gelmez!" diye pek de umursamıyorduk. Uzmanlar uyarıyor, hızla yayılan salgının bir "pandemi"ye dönüşebileceğini söylüyorlardı. Tam da o dönem Galatasaray, 21 yıllık "Kadıköy fobisi"ne son verip Fenerbahçe'yi 3-1 mağlup etmişti. Kozmos aşkına!.. Covid'den bize neydi?!
Oysa hastalığın Türkiye'de de görülmesi sadece birkaç hafta alacaktı. Henüz günlük 3-5 vaka açıklanırken bile herkes paniğe kapılacak, sosyal hayat son bulacaktı. Eve giren market torbaları, su damacanaları, hatta parkta oturulan banklar bile dezenfekte ediliyor, ortalık çamaşır suyu ve kolonya kokusundan geçilmiyordu. Facebook'a düşen acil servis görüntüleri dehşet vericiydi. Sydney'den Giresun'a, Dakar'dan Toronto'ya korku kentleri sarmıştı. Yoksa hepimiz ölecek miyiz? İnsanlık, sonunu bilmediği bir "yeni normal"e ilk adımı atmıştı.
DELTA: 139 KAT DAHA BULAŞICI!
Bu "yeni normal"de ev ziyaretleri bitmiş, Instagram canlı yayınları başlamıştı. İş toplantıları için Zoom, aile büyükleriyle hasret gidermek için WhatsApp vardı. Sağlık Bakanlığı'nın Koronavirüs tabloları Twitter'da panikle paylaşılıyor, devrin yeni yıldızı virologlar dayanışma çağrıları yapıyordu. Öyle ya, "ortak düşman"la savaşmak için maske ve mesafe şarttı!
Sokağa çıkma yasaklarında kimileri tuvalet kâğıdı ve çikolatalı kek stokluyor, kimileri hafta sonu için içki ve sigara zulalıyordu. Şirketler de elbette bu "distopya"da bizlerin yanındaydı! Siz yeter ki evden çıkmayın! Hamburgeriniz 10 dakika içinde kapınızdaydı! Aylarca sürecekti bu durum... Ama insan "hapis" hayatına bile bir şekilde alışacaktı.
Derken 24 kat daha bulaşıcı (!) Alfa, 139 kat daha tehlikeli (!) Delta gibi varyantlarla iş sulanıyordu. Hem devletler değil miydi toplu ulaşım ve fabrikalarda kalabalıklara izin veren? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusuydu. Sonunda "daha az öldürücü" Omikron ile insanlık nefes alacak, statlar ve spor salonları hıncahınç dolacak, konserler, tiyatro oyunları yeniden başlayacaktı. Zaten "yüzde 95'e kadar etkili" aşılar da emrinize amadeydi. Daha ne... "Eski normal", tünelin ucunda belirmişti.
YENİ VAKALAR: PATLAYAN TANKLAR!
Ta ki Ukrayna krizine dek... Bu kez ABD Başkanı Joe Biden savaş uyarısı yapıyor, Rusya'nın işgal hazırlığında olduğunu söylüyordu. 2022 Avrupa'sında sıcak çatışma?! Olacak şey miydi? Derken bir sabah canlı yayında Rus tanklarının Donbas'a girdiğini izliyorduk. Şimdi tüm dünya basınında bu tarihî hadise manşetti. Tıpkı bir zamanlar Covid gibi... Ama bu kez tehdit "3. Dünya Savaşı", yeni "virüs" ise bizzat Vladimir Putin'di.
Kısa süre sonra cepheden haberler yağmaya başlıyordu. Haritalar üzerine mevziler ve harekât yönleri resmediliyor; iki ülkenin silah ve mühimmatı kıyaslanıyordu. "Yeni vakalar", "entübe edilenler" ve "iyileşenler"... Hepsi geride kalmıştı. Artık grafiklerde "düşürülen uçak", "imha edilen tank" ve "yaralı sivil - ölen asker" sayıları vardı.
Elbette savaş berbat bir şeydi ve azıcık vicdan sahibi herkes tarafından lanetlenmeliydi. Peki bu uğurda Instagram profilimize Ukrayna bayrağı eklemek yeterli miydi? Tabii ki hayır... Kiev halkıyla dayanışma için her haber detaylıca paylaşılmalı, takipçilerimizin dikkatine sunulmalıydı.
TAVUĞUN ADI, DEMOKRASİNİN TADI...
Vurulan Ukraynalı siviller, esir alınan Ruslar, tren camlarında çocuklar ve yeni bir mülteci akını... Hepsi evimizin konforunda, telefon ekranına yansıyan anlardı. Ooo... 12 kilometrelik Rus konvoyu bombalanmış! "Like" butonuna basmanın tam zamanıydı.
The New Yorker'dan Kyle Chayka, durumu "Dünya'nın İlk Tik-Tok Savaşı" diye niteliyordu. Savaş fotoğrafçılığı bir tür belgeselken Ukrayna'dan yapılan canlı yayınlarda "online klipler" vardı. Kimi esprili, kiminin fonunda pop müzik, kimi son derece kanlı videolar... Komedi ile dehşet iç içe geçip milyonlarca "görüntülenme" almaktaydı. Ta ki 30 saniye sonra yenisi yüklenene dek...
Küresel bir dünyada savaşın hepimizi etkileyeceği de aşikârdı. Örneğin baharda Ukrayna'nın ayçiçeği tarlaları ekilemezse ne olacak? Bunun sonu kıtlıktı, sefaletti. Şu durumda çare, sıvı yağ stoklamak ve "en kötü"ye hazır olmaktı. Kaldı ki daha bunun buğdayı, doğalgazı, petrolü vardı. Ama merak etmeyin! Savaşa karşı büyük firmalar da bizimle aynı saftaydı! Teknoloji devleri Rusya'dan çekiliyor, ülkenin havayollarına ambargo uygulanıyordu. Berlin'de yeniden açılan dans kulüpleri, ilk hafta gelirlerinin bir kısmını savaş mağdurlarına bağışlayacağını açıklıyordu. Zira "gece hayatı eğlence olduğu kadar, insanların kaynaşması, dayanışması da demek"ti. Ve bir İngiliz süpermarketi, Sovyet döneminde "Kiev" diye adlandırılan tavuk yemeğini Ukrayna usulü "Kyiv"e çevirerek satacağını müjdeliyordu! Hatta raflarından Rus votkasını da kaldıracaktı. Daha ne olsun! İşte "demokrasi" büyük bir zafer kazanmıştı!
VİRÜS DEĞİL İNSAN ÖLDÜRÜYOR!
Bugünlerde virologların saltanatı son buldu, televizyonda "strateji uzmanları" baş tacı ediliyor. Virüs ve insidans analizleri bitti, atom bombasının tahrip gücü (ballandıra ballandıra!) anlatılıyor. Ve çok değil, daha birkaç ay önce "aşı yanlıları" ile "aşı karşıtları" Ekşisözlük'te kozlarını paylaşırdı! Şimdi "Rusyacılar" ve "Natocular" birbirlerini "faşizm sevdalısı" olmakla suçluyor.
BioNTech aşısının mucitleri Özlem Türeci ve Uğur Şahin çoktan "demode" iki kahraman artık... Rusya'ya her fırsatta sert çıkan Emmanuel Macron yeni dönemin "pop starı"na dönüşüyor!
Tabii ki birçok kişinin yaşananlar karşısında samimiyetle canı yanıyor. Tıpkı Covid krizinde olduğu gibi... Ama işte dijital çağda gündemin olabildiğince hızlı "tüketilmesi" gerekiyor. Sonuç? Tek bir insan hayatı bile kıymetliyken on binlerin kaderi ekranda soğuk bir "data", bir tür "clickbait" (tıklama tuzağı) haline gelebiliyor.
Ve en önemlisi... Tüm bu teknolojik hengamede "esas fail" silikleşiyor, kayboluyor. Salgını yaratan asıl faktör insanların gezegendeki aşırı hareketliliği değilmiş gibi suç zavallı bir virüse atılmıştı. Şimdi de sporcusundan sanatçısına, Dostoyevski'den Çehov'a, savaştan haberi bile olmayan koca bir Rus halkı (ve kültürü!) günah keçisi ilan ediliyor. Oysa adı ister Hitler olsun, ister Saddam... İster Selim, ister Putin... Katliamların altından hep en yalın haliyle "insan" çıkıyor.