HERKESİN MUSTAFASI, MUSTAFA’NIN HERKESİNE KARŞI!

Bir liderin büyüklüğü; onun milyonlara kurdurduğu hayallerle ölçülür. Bugün her şeye rağmen on milyonlarca insan ÖZgürlük, eşitlik, ilericilik, çağdaşlık, barış ve medeniyet hayali kuruyor. Bu hayallerin bir yerinde daima Mustafa Kemal var. Yaşarken hayalleri söndürenlere karşı, öldükten yıllarca sonra dahi hayal kurdurabilen bir Mustafamız var.

İlkokula başladığımızda ve ilk kez sınıfa girdiğimizde hepimizi kara tahtanın üzerinde bir fotoğraf karşıladı. Somurtan, hatta kızgın bir adam... Bu fotoğraf hepimizin üzerinde tam bir tahakküm kurmaya çalışıyordu! Tüm çocuklara onun Mustafa Kemal Atatürk olduğunu anlattılar. Peki gerçekte o kimdi? O fotoğraf; yani o imge gerçekten de Atatürk müydü? Yoksa devletin, rejimin fotoğrafı mıydı? 

O dönem okullardaki zorunlu Hayat Bilgisi kitaplarında karga kovalayan, asla korkmayan, titremeyen, geri çekilmeyen, ağlamayan, gülmeyen bir Atatürk’ten bahsediyorlardı. Yazılanlara göre sanki bu dünyadan değildi, buraya ait de değildi.

Çünkü resmi ideolojinin anlatısı, öyle bir Mustafa Kemal anlatıyordu ki, gerçek Mustafa Kemal adeta kara tahtanın üzerindeki bir çerçeveye hapsedilmişti.

Bununla birlikte her ideolojinin de bir Atatürk’ü oldu. Sağcıların anlattığı Mustafa başka, solcuların ki başka, liberallerinki bambaşka! Çoğunluğu da kendi düşünce ve ideolojik söylemlerine uygun bir Mustafa Kemal üretmişti. Tabi, bir dönem içlerindeki gerçek niyetleri söylemeyen siyasal islamcıların da farklı bir Mustafa Kemal’i vardı. Onlar da ilk Meclis açılışında dua eden Mustafa Kemal’i anlatıyordu. Sözde Atatürkçüler, Mustafa Kemal’i bir oraya bir buraya çekiştirip duruyordu. Kimileri de bu sayede onu kalkan yapıyor, bazısı da yolunu buluyordu. Sevenleri onu sevenlerine dayatıyor; sevmeyen bir kesim de onun üzerinden nefret örgütlenmesi geliştiriyordu.

Peki gerçekten kim Mustafa?

Sovyet Büyükelçiliğinde şarkılar söyleyerek dans eden, Çanakkale’de çadırının yanına bomba düştüğünde hala kitap okuyan, Ankara’da köylülerle saatlerce sohbet eden, İzmir’de herkesle kadeh kaldıran, kendisine tütün bulamadığı için küfür eden köylüyü haklı bularak maaşından tütün gönderen, kurduğu çiftlikte ağaç yetişmeye başlayınca mutluluktan yere bağdaş kurup türkü söyleyen, salıncakta poz verirken çocuklar gibi şen olan, Florya’da mayosunu giyip gençlerle yüzen adam kim peki? Mustafa Kemal anlatısında onun tüm devrimleri var ama bir tek Mustafa yok. İnsansızlaştırılmış bir Mustafa Kemal, insanlarla; özellikle yeni nesillerle nasıl bir araya gelecek? Salt herkesin kafasına, her farklı ideolojinin ürettiği Atatürkleri anlatarak mı? Mustafa Kemal’in dayatmaya ihtiyacı mı var?

Öyle ya, bir kesim bu ülkede her şeyi biliyordu. Mustafa Kemal’i de onlar bilecekti. Nasıl bilineceğini de onlar belirleyecekti.

MUSTAFA KEMAL, SİZDEN BİRİ

Anadolu devrimini ‘küçük burjuva devrimi’ diye niteleyen ortam liboşlarından da, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ‘İngilizlerin planladığını’ iddia eden siyasal islamın meczuplarından da, Atatürk’ü kendi ideolojilerini dayatmak için kullanan politikalardan da gına gelmedi mi! Bütün taraflara birbirlerini yemeleri konusunda başarılar dileyerek yazıya devam edelim...

Siz bizle Mustafa’nın arasından çekilirseniz sorunumuz kalmayacak! Arada duran Atatürk değil; onun adını kullanarak ama asla ona ait olmayan işlerinizle sizler duruyorsunuz. Mustafa Kemal’i, kara bir tahtanın üzerindeki ahşap çerçeveye hapsettiniz.

Nesillerin fotoğrafta baktığı, onlara anlatılan adamla; gerçekte çok farklı olan adam kimdi peki? Harbiye’de her sabah zorla duasını ettirdikleri padişahı ve halifelik makamını kaldırırken tereddüt etmeyen ama İzmir’de kuzu kesilmek üzereyken önlemek için bağıran, yetişemeyince de üzülen adam mı Atatürk?

Cumhuriyetin onuncu yılı kutlanmak üzereyken yapılan hazırlıkta pankartlarda “En Büyük Mustafa Kemal, kurtarıcı Kemal, Ulu Kemal” pankartlarını gördüğünde yüzü buruşan ve bütün bu afiş ve pankartları yaktırıp sadece tek bir pankart astıran adam mı bizim Mustafa’mız? (Yaptırdığı pankartta “Mustafa Kemal, Sizden Biri” yazmaktadır ve sadece bu cümlenin yazılı olduğu pankartlar asılır.)

Gencecik bir adamın (Reşit Galip) Cumhurbaşkanlığı köşkünde kendisine diklendiğinde, onun sakin olmasını talep ettiğinde “Burası Milletin sofrası” dedikten sonra bunu diyeni değil, kendi kalkan ve sonra o sözleri eden genci bakan yapan mı adam mı Mustafa Kemal?

Bütün hayatını, gövdesini, fikrini koyduğu ülkeyi asker, mareşal, Cumhurbaşkanı olmasına rağmen bulunduğu hiçbir bürokratik hiyerarşiye değil; belki de hiç karşı karşıya gelemediği gençlere bırakan adam mı Mustafa Kemal? (Bugün herhangi bir genç, NUTUK’u alıp istediği en güçlü makama gitse ve haklı bir hesap sorsa ona kimse ses çıkaramaz. “Elimde tapu gibi vasiyet var ve ben bunu sorabilirim” diyebilir. Bunun dünyada örneği yoktur.)

Herhangi bir köyden bile çıkıp iktidarın en tepesine dahi hesap sorma yetkisinin yasal olarak vasiyet şeklinde bırakılan tarihteki tek ülke Türkiye’dir. 

Savaş biter bitmez Yunanistan’la birleşmek ve onlarla barış, ticaret anlaşması kurmak isteyen mi? Balkan ve Sadabat Paktlarını kurarak yurtta ve dünyada barışı fiilen tesis eden mi? Öldüğünde Milletler Cemiyeti’nin “Doğunun Barış duvarı yıkıldı” dediği Mustafa Kemal mi gerçek yoksa savaş tamtamları çalarak kendi siyasi ikballeri için onun adını kullanıp mavra yapanların mı Atatürk’ü gerçek?

Balıkları evrimi anlatmak için örnek gösteren mi yoksa ırkçılıklarına Atatürk’ü kalkan yapanların mı Mustafa’sı gerçek?

Ademi merkeziyetçilik kolaydı. Olağanlar olandı. Kolaydı gelene devam demek. Oysa herkesin Mustafa’sı herkes karşı olsa bile doğru olanı yapmalıydı. Bugün, gericilik, tarikatlar ve cemaatler ve faaliyetlerine bakınca Atatürk’ün neden kendisini zora soksa bile laiklik dediğini bir kere daha anlıyoruz. Bugün Ortadoğu ve Asya’da hortlayan zorbalığa bakınca Atatürk’ün tepki alacağını bilmesine rağmen neden çağdaş medeniyetler seviyesini hedefe koyduğunu bir kere daha idrak ediyoruz. Kadınların içine düşürülmeye çalışılan çukura bakınca neden bütün tepkilere rağmen kadınları Avrupa’dan bile önce erkekle eşit hale getirmek istediğini bir kere, bir kere, bir kere daha anlıyoruz. 

Ve gençler...Yurt dışına göçte rekor kıran gençler bakınca...

MUSTAFA KEMALLE ARAMIZDAN ÇEKİLİN

Atatürk Orman Çiftliğinde, maaşını verip tüm Ankaralı çocuklara süt alan Atatürk mü, yoksa okullarda, kurumlarda, sokakta, meydanda disiplin sağlamaya çalışan kendini bilmezlerin herkesi hizaya çekenlerin mi Mustafa Kemal’i gerçek?

Ciddi olmayı somurtmak zanneden, Atatürk’ün asla ağlamayacağını anlatan dayatmacıların Atatürk’ü mü gerçek yoksa Selanik türkülerinde duygulanıp gözyaşı döken, Balkan müziklerinde dayanamayıp halaya kalkan Atatürk mü gerçek?

Herkesin şarkı söylemesini isteyen Atatürk’e mi inanacağız yoksa kimsenin şarkı söylememesi için darbe yapan, bunu da Atatürkçülük adına yaptığını söyleyen vesayetçilere mi inanacağız? 

Bütün Dünya, Selanik’te doğmuş bir yetimin hepimizin kaderini değiştirdiğine tanıklık etti. İster inanın, ister inanmayın Mustafa’nın herkesiyiz. Bu, hiçbir sınıf, din, dil, mezhep tanımayan; hepsine ait herkesin Mustafa’sı. 

Atatürk yaşasaydı, bence herkesin gülmesini, eğlenmesini, istediği gibi kendini ifade etmesini isterdi. Hatta ileri gidip onu eleştirenleri sofrasına alır, sabahlara kadar da sohbet ederdi. Yaşasaydı ve ona karşı olsaydınız, karşı olduğunuz konuda da haklı olsanız sesini çıkartamayıp sofradan kalkarak hakkınızı teslim ederdi. Bunu nereden mi biliyorum, çünkü bunların tamamını yaşarken yaptı.

Kendinize şu soruyu sorun; bir anda kendinizi ıssız bir yolda buluyorsunuz. Etraftan korkunç sesler ve iniltiler geliyor. Yolun bir tarafında malum güruhun liderleri, önde gelenleri; diğer tarafından ise Mustafa Kemal geliyor. Yolun ortasındasınız. Çıkış yolunu soracaksınız. Yol da kapkaranlık ve adres sormanız için tek bir şansınız var. Kime sorardınız? 

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır” diyen Atatürk mü, yoksa “Ben gidersem devlet yıkılır” diyenlerin Atatürk’ü mü gerçek?

Gençliğe Hitabeyi herkes bilir, peki onun tam bir satır öncesini?

“Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce meşgul eden uzun ve ayrıntılı konuşmam, ne de olsa, geçmişte kalmış bir dönemin hikayesidir. Bunda, milletim için ve gelecekteki çocuklarımız için dikkati ve uyanıklığı sağlayabilecek bazı noktaları gösterebilmişsem kendimi mutlu sayacağım.

Efendiler, bu konuşmamla milli hayatı bitmiş sayılan büyük bir milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve fennin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ulaştığımız sonuç yüzyıllardan beri çekilen milli belaların ortaya çıkardığı uyanıştır ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum...”

Dünyada kaç lider gördünüz kendi yaptığı devrimi, yıktığı imparatorluğu ve tüm geçmişini bir “hikaye” olarak niteleyen? Bütün kamu kaynaklarını, konumunu ve halkın gücünü kendilerine toplayarak zenginleşenlerin ve zorbalaşanların Atatürk’ü mü gerçek yoksa kendi yaptıklarını Nutuk’unda “hikaye” olarak nitelendirirken bütün vasiyetinde her şeyini hiç tanımadığı ve daha doğmamış insanlara bırakan Atatürk mü gerçek? (Bknz. Nutuk...)

Belki herkes onun herkesi olmadı ama, her şeye rağmen milyonlar Mustafa’nın herkesi olmaya devam ediyor. Çünkü bir liderin büyüklüğü; onun milyonlara kurdurduğu hayallerle ölçülür. Bugün her şeye rağmen on milyonlarca insan ÖZgürlük, eşitlik, ilericilik, çağdaşlık, barış ve medeniyet hayali kuruyor. Bu hayallerin bir yerinde daima Mustafa Kemal var. Yaşarken hayalleri söndürenlere karşı, öldükten yıllarca sonra dahi hayal kurdurabilen bir Mustafamız var.

Mustafa Kemal, sizden biri...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi