Seyit Tosun
HERKESİN BAŞKASINA SABIKASININ OLDUĞU ÜLKE: TÜRKİYE
Bir ülkenin en iyi gelişmişlik ölçütü, yetkililerin sorumluluk alıp almadığını denetleme sorumluluğunu o halkın ne kadar alıp almadığıyla ölçülür. İşin ÖZ’eti burada yatmaktadır çünkü alınmayan her sorumluluk, denetlenmeyen her yetki çürümeye ve vasata dönüşmeye mecburdur. Bu hangi siyasal parti, dernek, kurum ve ülke olursa olsun. En başta da her bireyin kendisi...
Bazı bireylerin gelişmemiş davranış biçimleri vardır. Örneğin bir sorunla karşılaştığında bunu çözmek için akıl süzgeçlerini kullanmak yerine kaba kuvvete ya da sözlü şiddete başvurur. Toplumda bu tiplere o kadar alıştık, bu o kadar normalleşti ki bizler için sıradan hale geldi. Herkesin etrafında hatta ailesinde mevcuttur bunlar. Bu kişiler sorumluluk almaz. Alsa da muhtemelen batıracaktır. Sadece eğitimli ve iyi insanlar yıktığı şeyin sorumluluğunu alabilir. Bu diğerleri almaz. Yıkar ama mutlaka sorumlusu başkadır. Suç işler ama yine de zerre sorumluluk duymaz. Empati nöronlarını işportada çoktan satmış gibidir. Bu tip insanlar bir kadın tecavüze uğradığında konuyu mini eteğe bağlar, bir ev soyulduğunda ev sahibinin camı açık bırakması nedeniyle soyulanı sorumlu tutar, ülke soyulurken o çoktan bal tutan parmağını yalamaktadır, işçinin hakkını çalarken Cuma ayetini Facebook’tan atmayı ihmal etmez, genç bir kadının saç telinden rahatsız olur ama karanlık odalarda psikanalistleri bile dumura uğratacak fantezilerini gerçekleştirmeyi asla ihmal etmez. Kendisi altın varaklı kadehlerle, fil midesinin bile kabul edemeyeceği çeşitlikte yemeklerle, kullanmayı bile bilmediği özel yapım araçlarla, bedevilerin bile utanıp kullanmayı bıraktığı kaftanlarla, sadece yerden değil; tavandan da ısıtmalı villalarda yaşarken milletin çocuğuna bir telefonu, sıcak bir ekmeği, düzgün bir okulu ve hatta taze soğanı bile çok görür bunlar.
Ahlak bekçileridir bunlar aynı zamanda. Ama ahlaksız ahlak bekçileri. Birbirini seven iki genç el ele tutuşunca dinin elden gittiğine yönelik kumpanya patlatırlar ama kendileri öyle şeyler tutar ki akla ziyan.
Netflix bunların ahlakını bozar ama 11 yaşındaki kıza tecavüz eden tarikat şeyhi bunları asla bozmaz.
Aslında tipik bir şark davranış kalıbıdır bu. Kendi hariç herkes suçludur. Konforu bozulmasın ama herkesin ayarı bir güzel bozulsun. Hem karnı doysun hem pastası dursun. Hem ayranı dökülmesin hem tatsız olaylar yaşanmasın. Acı yesin ama helaya tatlı tatlı gidebilsin. Kendileri şahanedir ama kendilerini onaylamayan herkes berbattır. Kimse kendi hayatını yaşamasın, herkes bunlar için yaşasıncı parazitlerdir. Zerre bir şey üretemezler. Varlıkları üretilmişleri tüketmeye bağlıdır.
Bir de bunun örgütlü, bu tiplerin organize hala gelmiş şekilleri vardır ki fantastik kurgu edebiyatçılarını bile secdeye getirir. Utanma duygularını ameliyatla aldırmışlardır.
Böyle durumda iyi de olsanız, eğitimli de olsanız, haklı da olsanız, masum da olsanız fark etmez. Mutlaka kültürel sabıkanız vardır. Herkesin bir başkasına sabıkasının olduğu ülkede sorumlular dışında bütün yetkisizler sorumlu ve sorunludur. Bu tip kurgulara sahip ülkelerde kadınsanız, eriller tarafından doğuştan sabıkalısınız demektir. Atatürkçüyseniz, Cihangir tayfasınca sabıkalısınız. Solcuysanız, dogmacılar tarafından sabıkalısınız. LGBTİ+'lar, homofobiklerce sabıkalı; Kürt'seniz, ırkçılar nezdinde sabıkalısınız. Aleviyseniz, yobazlarca zaten sabıkalısınız demektir.
Gençseniz, gurbetçi dayılar karşısında sabıkalı; yoksulsanız, bir kodamana, sığınmacı iseniz bir kendini bilmeze karşı, hayvansanız bir sadistin hayatında mutlaka sabıkanız vardır.
Samimi dindarsanız da bundan kurtuluş olmaz çünkü o zaman da bir sarıklıya karşı sabıkanız vardır. Sadece gazeteciyseniz baştan kaybettiniz, çoğunluk karşısında hepten sabıkalısınız. Ağaçsanız bile bunlardan kurtulamazsınız; çünkü gözünü doğanın değil, doların yeşili bürümüş bir müteahhitte karşı sabıkalısındır. Akademisyenseniz bir ümmiye karşı, dürüstseniz bir ispiyoncuya ve namuslu iseniz bir namussuza karşı mutlaka ama mutlaka sabıkalısınız...
Bu ülkenin çocukları, bu ülkenin gençleri, bu ülkenin kadınları, bu ülkenin iyi insanları ve bu ülkenin ağaç ve hayvanları; çocukluklarını, gençliklerini, kadınlıklarını, yaşamlarını ve kaybettikleri zamanı alacaklı durumdadır.
SORUMSUZ SORUMLULUK KONFORU
İşte bu organize hale gelmiş takımın hayatımıza bir güzel soktuğu kavramdır sorumsuz sorumluk. Yani bir çeşit ‘yetkili olalım ama sorumlu olmayalım’ hali. ‘Bizim bütün ahlakımızı bozan’ çağdaş Batı ülkelerinde birisinin bırakın rüşvet aldığının belgelenmesini; o ülkelerde küçük bir iddia bile derhal istifaya ve soruşturmaya neden olur. Orada bir belediye başkanı gereksiz yere bir ağacı keserse halk derhal en sert şekilde tepkisini gösteriyor. Bir kurumun zarara uğradığı ortaya çıkınca kurum yetkilileri özür dileyerek görevlerinden ayrılıyor. Bu liste uzar gider. Bizde ise kurumun başındaki kişinin yeteneksizliği, beceriksizliği ve kurumu yağmalaması nedeniyle ilgili birim yok olma evresine gelse bile zerre yaprak kıpırdamaz. Birisi çıkıp bunu sorsa maazallah ‘terörist’ bile ilan edilebilir. Bir derneğin yazışmaları ortaya saçılıyor; torpiller para aklamalar ve tacizler alıp başını gidiyor ama o derneğin yetkilisi “Bu yapılan İslam’a, bayrağa ve ezana saldırıdır” diyebiliyor. İslam, İslam olalı böyle zulüm görmedi desek abartmış olmayız. Çünkü en konforlu alan olan sorumsuzluk alanı bütün bu sistemi koruyor ve bu konforu korumak için her türlü inancı, değeri ve yaşamları kullanmakta bir beis görmüyorlar.
Bir ülkenin gelişmişlik seviyeleri ölçütünden birisi yetkililerin sorumluluklarını ne kadar alıp almadığıyla ilgilidir.
Ancak bir ülkenin en iyi gelişmişlik ölçütü ise yetkililerin sorumluluk alıp almadığını denetleme sorumluluğunu o halkın ne kadar alıp almadığıyla ölçülür. İşin ÖZ’eti burada yatmaktadır çünkü alınmayan her sorumluluk, denetlenmeyen her yetki çürümeye ve vasata dönüşmeye mecburdur. Bu hangi siyasal parti, dernek, kurum ve ülke olursa olsun. En başta da her bireyin kendisi...
Yazının sonunu Nietzsche’ye bırakalım; "Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuzu o'dur.”