HEDİYEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

Evet yılın o zamanı geldi. Eski yılı iyisiyle kötüsüyle geride bırakacağımız o son haftaya giriyoruz. Bu hafta, dünya üzerinde en çok hediye alınıp verilen zaman aynı zamanda. Hediye almak da vermek de epey yaratıcı bir eylem; eğer bu kavramı bu tarafından hiç düşünmediyseniz, işte sizler için yazdım.

Yılın bu zamanı çocukluk hatıralarımda, masalsı bir kartpostal görüntüsü ile özdeş. Ailemden 1 TL harçlık alıp, onu kuruş kuruş harcayabildiğim yıllardan geliyorum. Ankara Bahçelievler semtindeki ilkokulumun karşı köşesindeki köhne ve karanlık kırtasiyede o pırıltılı kartpostalları görmek, harçlığım elverdiğince bir kaçını almak ve sevdiğim arkadaşlarıma hediye etmek, şimdilerde yılbaşı zamanı kentleri donatan ışıkların yaydığı heyecana eş değerdi.

Bu kartpostallarda renkler ve çizgiler masalsı olurdu. Karlı yollar, pencerelerinden ışık süzülen evler, geyikler, mutlu çocuklar ve aileler, paten yapanlar, atlı arabalar, çam ağaçları, kuşlar, köpekler ve bazen de hediye paketleri, o yıllardan bu yana beynime kodlanmış bir yeni yıl imgelemi oluşturmuş; büyülü bir kış masalı.

Çocukluğumun Ankara’sında belki vardı ama şimdi İstanbul’da arasan kar bile yok. Dünyanın pek çok yerinde o kartpostallardaki manzara hala vardır. Örneğin Amsterdam’da kar, kanallar ve ışıklı köprülerle birleşince aynı masalsılığa bürünür. Paris’te veya NYC de gökdelenlerin arasında bile, karlı bir günde paten yapanlar bize biraz olsun o kartlardaki masalsı güzelliği anımsatır.

İSTANBUL’DA YILBAŞI HEYECANI BİLE YOK

İstanbul’da ise kar çirkinlikleri örten bir örtü gibi; yağdığında anlık olarak kente bir huzur ve masumiyet getirir getirmesine ama bu, her güzel an gibi kısacık sürer. Kar sonrası İstanbul balçık ve çamura teslim olur, çekilmez bir hal alır. İstanbul’da yaşadığım hayatımda, işte o çocukluk kartpostallarının görsel hafızamdaki hayaline sığınırım ben bu yüzden.

Eğer benim gibi eidetik hafızanız olduğunu biliyorsanız, bir zamanlar gördüğünüz ve duygu dünyanıza işlemiş imgeler, sonra onlardan mahrum kaldığımızda, istenirse beynimizin kıvrımları arasından zihnimizce bulunup çıkarılır ve aynı hazzı yaşamamızı sağlar.

Bilim insanları eidetik ve fotografik hafıza arasındaki farklılıkları, zihnin görsel imgelerle tuttuğu arşivi ve beynimizin hatırlama süreçlerini hala araştırıyorlar. İspatlanması oldukça zor olan bu hafıza türü sadece eğer sahipseniz deneyimleyebildiğiniz bir özellik ve söylenene göre çok az insanda bulunuyor. Bu hafıza özelliği ile birlikte yaşayan bir kişi olarak inancım şu ki, beynimizin bu özelliği evet belki genetiktir ancak yaratıcı pratikler ile geliştirilebilir. Aynı zamanda, bir grup bilim insanının vardığı sonuçlarla paralel olarak, bu görselliğin beynimizin gönderildiği yerde kalma -ve böylece iz bırakma- süresinin, görme duyumuza eşlik eden diğer duyuların gücü ile arttığını belirtebilirim. Bir ses, bir koku, dokunma gibi diğer duyular görülen imgeye güçlü bir biçimde eşlik ediyor ve daha önemlisi duygulanım yaratıyorsa o zaman görüntü beyinde daha uzun stoklanabiliyor ve eidetik hafıza ortaya çıkabiliyor.

Yılbaşı kartpostalları, hafızamızdaki özlemlere, eski anılara, arzularımıza dokunduğundan hangi kültürde, hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım bizde aynı olumlu duyguları yaratıyor.

Hediye için verilen kartpostal pazarı, 2026 yılında global olarak 1.4 trilyon Amerikan Doları’na ulaşacak. İnsanlar hediye alıp vermeyi seviyor. Posta kartları bu hediyelere eşlik ettiği gibi, tek başlarına da hediye olarak veriliyor. Bu arada bahsettiğim miktar, basılı kartlar için geçerli. Dijital ortamlarda gönderilen kartlar için farklı istatistiklere bakmak gerekli.

Yılın bu zamanı hediye zamanı. Aynı istatistikler, 2027 yılında kişisel hediye pazarının 434.3  milyar Amerikan Doları olacağını belirtiyor. İnsanların %69’u yılın bu döneminde mutlaka hediye alıp veriyormuş. Eğilimler ise değişiyor. İnsanlar artık gittikçe daha çok dijital ortamlardan hediye gönderiyorlarmış. Deneyime dayalı hediyelerde bir artış olmasına rağmen yine de nesnel hediye pazarının 2025 yılına dek 14.6 milyar dolar daha büyüyeceği bildiriliyor. Bu nedenle tüketici markaları  hediye sezonlarını kaçırmıyor.

EN ESKİ GELENEK: HEDİYE VERMEK

Bu gelenek tüm kültürlerde olan kadim bir alışkanlık. Tarihte ilk olarak ne zaman başladığını bilemeyeceğimiz kadar insana özgü bir kavram hediye. Zihnim tarihte anımsayabildiğim en uzun soluklu imgeyi arayıp buluyor hediyeyi düşününce. Adem’e Havva tarafından uzatılan yasak elma da bir hediye miydi? diye sorabileceğimiz kadar uzun bir hikaye hediyenin hikayesi.

Coğrafya ve kültür-tanımaz ataerkil ego, erkeğin kadına karşı doğal arzularını Havva ‘dan Lilith’e şeytanlaştırmış, günah kesesine sokmuş, karanlıkla özdeşleştirmiş durmuş; bu bilgi çağından bakınca aslında her şey apaçık ortada ama 8 milyar insanı bir anda aynı bilinç düzeyine çekmek nerede ise imkansız; cehaletimizle yaşayıp gidiyoruz. Basit bir arzudan doğan zaafın korkusundan türeyen mitler, mitlerden türeyen dinler ve dini söylemlerden bağımsız düşünülemeyen sosyal yapı, işte bu hediyeyi de “baştan çıkarma” olarak kodlamış. Hurafelere inananlar diretiyor; inanmayanlar savaşıyor. Ben sonuca bakarım. Hediye güzel bir varlıktan; üstelik merak uyandırıcı, Adem de yemiş mi? Yemiş! Alan da veren de mutlu ise, hediye amacına ulaşır.

İngilizce’de hediye vermek için “change” kelimesi kullanılır, değiş-tokuş anlamında. Hediye alınırsa mutlaka verilir de. Ben hediye verirsem mutlaka bana da verilsin diye beklemem ancak toplumda bu gelenek vardır. Komşunuz size tabak içerisinde bir şey getirdiğinde, o tabağın geri boş verilmemesi gibi.

“Hediye vermek bir sanattır” veya “hediye verme sanatı” gibi klişeleşmiş cümleleri pek sık duyarız. Nedir onu sanat yapan? Muhtemelen özenli seçilmiş bir hediyeyi, özenli bir biçimde vermektir kast edilen. Paket kağıdından, torbasına, üzerindeki süs püse ne kadar özen gösteriliyorsa ne kadar “estetik” bir ambalaj yapılırsa, o denli sanatlaşır nesne.

TASARIMCI OLARAK HEDİYE VERMEYİ DÜŞÜNMEK

Biz tasarımcılar için ayrı bir yeri var hediye verme kültürünün. Tasarımcı bakış açısı bu durumu da her olayı olduğu gibi bir süreç olarak görür. Stanford D School’un açık kaynak dökümanları ile bir anda dünya çapında yayılan bir de tasarım odaklı düşünce egzersizi vardır, ilgili atölyelerde katılımcılarla gerçekleştirdiğimiz: Hediye vermeyi yeniden düşünmek.

Tasarım süreçlerinde çok önemli yeri bulunan empati kavramına dikkat çeken bir çalışma için hediye kavramı vakalaştırılmış Stanford tarafından.

Karşımızdakine verilecek bir hediyeyi düşünmek için onu iyi tanımamız gerekir. Hediyemizin işe yarar ve/veya mutlu edecek bir hediye olabilmesi için bir takım ipuçlarına ihtiyaç duyarız. Bu örnek çalışmada bu ipuçlarının yakalanması için sorular sorarız. Soruların yanıtlarını analiz ederiz ve hediye verme sürecini yeniden düşünerek tasarlarız.

Günlük yaşamlarımızda da böyledir. Hediye vermek için mutlaka karşımızdaki hakkında düşünmemiz gerekir. Fiziksel özelliklerini, yaşamında ihtiyaç duyduğu bir şeyi, onu mutlu edecek bir şeyi, onu şaşırtarak ilgisini çekecek senaryoları, sevdiği bir rengi, yaşam biçimini, evini veya ofisini gözden geçirmemiz gerekir eğer hediyemizin hakkını veriyorsak. Bu empati yapmaktır bir tür.

Her verdiğimiz hediye karşımızdakini olduğu kadar kendimizi anlatır aslında biraz da. Evet hediye vereceğimiz kişiyi düşünürüz ama kendi tercihlerimiz de hakimdir. Hatta kimi hediye verenler, o hediye ile karşısındakine sadece kendi varlıklarını, zevklerini, düşüncelerini belirtmek ister. Böyle bir kurguda hediye bir iletişim aracına dönüşebilir; biraz ruhunu da kaybeder bana göre.  Öğretmenler gününde basına  ve sosyal medyaya yansıyan hediye haberlerini bir hatırlayın.

Bazen özür için, bazen bir suçu örtbas etmek için alınır verilir hediyeler. Şu deyişi çok severim: Çiçek buketi ne kadar büyükse, vicdan o kadar lekelidir. Gösterişli hediyelere tabii olarak sürdürülen hayat formları var dünyada. Alanın de verenin de sesiz bir anlaşma içinde olduğu, evler, arabalar, pırlantalar, pahalı saatler bu yaşamlarda başlıca hediyeleri oluşturur. Bu yaşam formunda hediye bir anda gerçek anlamından sıyrılır; eh biraz da masumiyetini kaybeder. Siyasette karşımıza çıkan hediye skandallarını da hatırlayın.

Bu son bahsettiklerim, hediye kavramını özünden uzaklaştıran alışkanlıklar. Bir iş yaptırmak için, bir ayrıcalık sağlamak için alınan verilen şeylere hediye değil rüşvet veya ödeme denir; aman karışmasın!

HEDİYENİN HEYECANI

Hediyenin şaşırtma ve sürpriz yanı keyiflidir oysa. Heyecan unsuru, bazen karşımızdakini çok şaşırtabilecek bir seçim yapıldığından bazen de sırf paketlerinin açılmasından bile sağlanabilir.

Yıllarca kızım Lal için çok sayıda irili ufaklı hediyelerin bir arada olduğu büyük hediye paketleri hazırladım. Bu paketlerde mutlaka ihtiyacı olan bir şey, çok istediğini tahmin ettiğim bir şey ve irili ufaklı, bazen sayıları onu bulan paketlerle birlikte yer alırdı. Belki kızıma hiç söylememişimdir ama bunu kendimce bir gelenek edinmiştim. Bu geleneğin ardında babasının bana ilk tanıştığımız zamanlarda hazırladığı sürpriz kutusu vardı. İlk kez o büyük kutu ile deneyimlemiştim onlarca paketi açıp, hediye almanın mutluluğunu ve uçuşup gitmiş ailemizin bir geleneği gibi yıllarca ben de kızıma o büyük kutulardan hazırlamış durmuştum. Büyük paketin içinden birer Matruşka bebek gibi çıkan küçük paketleri açması ve bu hediyeleri keşfetmesi ona olduğu gibi bana da büyük keyif verirdi bu yüzden.

Geçmiş yıllara şöyle bir uzanıp bakarsam, daha çok hediye alan değil; veren olduğumu görebiliyorum. Hediye vermeyi bu kadar çok sevmemi, yaratıcı kişiliğime bağlıyorum. Hediye vermeyle ilgili olarak tüm süreci tasarlamayı sevdiğimden, hediyelerimi aldıklarında duyacakları heyecanı paylaşmak için, onlar için düşündüğüm bu şeyi sevip sevmeyeceklerine karşı olan merakım yüzünden belki de daha çok veren oldum.

İtiraf etmeliyim ki 2022 benim için bu hediye verme-alma dengesini değiştiren bir yıl oldu. Bu yıl kendi kendime bile hediye verdim, beni çok heyecanlandıran bir iki işi hayata geçirirken. Tanıştığım güzel insanlar her zaman olduğu gibi en büyük hediyem oldu. Çok değerli kişilerden, çok beklenmedik durumlardan onlarca hediyeye boğuldum tüm yıl boyunca. İmzalı kitaplarım, çok değerli özel eşyalar, almayı çok istediğim birkaç ihtiyacım bile kendiliğinden hediye olarak ulaştı bana bu yıl içinde. Bolca çiçek, fotoğraf kitapları, müzik, ağaçlar, dostlarımın ellerinden çıkmış veya özenle seçilmiş çok kıymetli ev eşyaları…

Pahada değil ama anlamda özel ve kıymetli olan onlarca sürpriz yaşamımı doldurdu. Evim bu insanlarla doludur benim. Hediyeleri değişim kartları ile değiştirmeyi sevmem. Çünkü aynı Yeni Zelanda mitinde olduğu gibi, bana o hediyeyi veren kişinin ruhunun onda gizlenmiş olduğunu düşünürüm.

Yeni Zelandalı Maoriler, Hau adını verdikleri büyülü bir gücün hediyenin içine gizlendiğini ve hediyeyi verenle alan arasında görünmez bir bağ oluşturduğuna inanırlar. İşte benim de yaşamıma girmiş hediyeleri etrafımda tutmam, onları kendi beğenilerime göre değiştirmek istememem bu Hau yüzündendir. Eski bir sevgilinin hediye ettiği yüzük parmağımda takılıysa, hala ondan kalan güzel hatıraları hatırlarım, canım arkadaşımın hediye ettiği şalı sırtıma alırsam sanki o bana sarılmış gibi hissederim, masamdaki hediye vazoda duran, herhangi bir çiçek değildir benim için, içinde dostlarımın ruhu çiçek açar hep.

“Hediye vermeyi sevmem” anlayışını bu nedenle hep kaba saba bulmuşumdur. Hediye üzerinde düşünmemiş bir insan, muhtemelen başkaları ile bağ kurmayı bilmeyen veya bunu bile isteye istemeyen, önemsemeyen insandır, ki böyle birini hiç takdir etmem. Hediye vermek ve almak bağ kurmaktır ve bu insan olmanın en birincil özelliğidir.

TÜM KÜLTÜRLERDE BİR OLAN DEĞER YENİ YIL HEDİYESİ

İnsanlık muhtemelen ilk olarak, yılın dönümü olan bu zamanlarda, fazla hasatını ihtiyacı olanlarla paylaşmak, zor kış koşullarında aç açıkta olana kendi giysilerinden vermek için hediye kültürünü başlatmış.

Yeni yılın döngüsü, yeni umutları da taşımak demek. Yeni bir yılın daha bereketli geçmesine dua eder insanlık bu mevsimde. Romalılar bu bereket için yılın ilk günü dükkanlarını kısa bir süre için bile olsa açık tutarmış. Fransızlar bu gelenekten ilhamla yeni yılın ilk hediyesine entrennes ismini vermişler. Romalılar’da bu kelimenin kökeni, bereket için önemli olan “yılın ilk satışı” demek. Bizdeki siftah ile hemen hemen aynı anlamda ve duyguda değil mi?

Kelimenin İngilizce kullanımı olan gift ve diğer Avrupa dillerinde fonetik olarak benzeri kelimelerin tümü, doğrudan alma verme eylemine bağlanıyor. Bunun da öncesi zaten insan eline uzanıyor köken olarak. Bizdeki hediye ve armağan kelimelerinin kökeni Arapça. -ar ve -hyd köklerinden türemiş. Bu kelimenin anlamı, yola çıkmadan önce yolluk olarak kesilen hayvanı işaret ediyor. Yola çıkanların karınlarını doyurabilmesi için onlara verilen bu hayvan için kullanılırmış özetle bu kelimeler.

Evlerin, ambarların, depoların yeni hasat için boşaltılmak istenmesi, bu hasadın fazlası için kurulan sofralar, bu sofraların birlikte yaşayan insanları bir araya getirmesi, çocukların bu buluşmaları neşeleri ile doldurması, yılın bu zamanını bir kutlamaya dönüştürmüş. İster Hristiyanların Noel’i olsun ister Dersim’in Gagan’ı, ister Yahudilerin hayvanlara, ağaçlara adanmış farklı yılbaşları, tüm kültürler aynı kapıya çıkıyor. Bu kapı paylaşmaya, ortak duygulara, ortak umutlara açılıyor. Zor durumda olanların toplum tarafından kollanmasına, ölmüşlerin anılmasına, yaşlıların deneyiminden faydalanmaya, birbirine verilen değerin şu ya da bu biçimde gösterilmesine çıkıyor. Mevsimin ruhu tam olarak bu. Hediye de bunun aracı. Paylaşmak için, düşünüldüğünü göstermek için mutlaka bir nesneye ihtiyacımız da yok üstelik. Yazılan küçük bir not, bir ses, bir merhaba, bazen bir bakış bile en büyük hediyedir. Hediyeyi yeniden düşünmek için tam zamanı bu hafta.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi