Özlem Yalım
"Hayalini kurmadan daha iyi bir dünya inşa etmek imkansızdır"
Başlık olarak seçtiğim cümle, kapılarını bu hafta açan Venedik Bienali, 18. Mimarlık Sergisi küratörlüğünü üstlenen Lesley Lokko’ya ait. İçinde bulunduğumuz günler dünyada yaratıcılığın epey yükseldiği günler. Size kısa bir dünya turu attıracağım.
Biz seçim gündemine iyice sıkışıp kalmışken, sınırların hemen dışında başka dünyalar, başka hayatlar, başka akışlar sürüp gidiyor. İşine gücüne, çoluğuna çocuğuna odaklanıp aklını sağlam tutmaya çalışanlar var biliyorum. Ben her zamanki gibi tasarıma sarılıyorum. İçinde bulunduğumuz bu günlerde Türkiye’nin de çeşitli katmanlarda katılımcıları arasında olduğu Venedik Bienali Mimarlık Sergisi 18. Kez kapılarını açarken, Amerika’da NYCxDesign Festivali de izleyici ile buluşuyor. Londra’da Clerkenwell Tasarım Haftası ise 20-24 Mayıs tarihleri arasında 14.kez tasarım meraklılarını kentin çeşitli köşelerinde bir araya getirecek.
Etkinlikler yaratıcı ekonominin önemli bir aracı. Yaratıcı ekonomi, sektörel anlamının ve öneminin yanında bir kentin turizm ekonomisini de etkileyen öncelikli bir kapı. Turizm ekonomisinin içinde ulaşım, konaklama, yeme içme, tarihi yerler, kültürel faaliyetler gibi pek çok alt gelir kapısı var. Düzenlenen yaratıcı bir etkinlik için bir kente insanlar geldiğinde, kentin tüm yaşamında bir canlanma oluyor.
Venedik ve Milano gibi kentlerde bu canlanma, bir tür turist istilasına dönüştüğünden, kentlilerin belirli etkinlik dönemlerinde evlerini yaşamlarını bırakıp oradan kaçtığını biliyoruz. Pek çoğu artan talebi karşılamak için giderken evlerini Airbnb ve benzeri ağlar üzerinden kiralayıp kaçış paralarını fazlası ile ceplerine koyuyorlar.
Bir önceki mimarlık sergisi 2020 yılında küresel salgının tüm belirsizliklerine rağmen parça parça da olsa açılmış ve yıkıcı ekonomik tabloya rağmen gerçekleştirilmişti. Küresel salgının yıkıcı etkisini biraz açmam gerekirse, bu sergi tek başına pandemi öncesi 600.000 civarında insanı Venedik’e çekiyordu ve en az 3.3 milyar Euro değerinde bir turizm ekonomisi yaratıyordu.
2022 yılında hazırlanan “World Cities Culture Report” ta belirtildiğine göre, pandeminin en çok etkilediği alanlardan biri kültürel yaşam. Dünya çapında yapılan araştırmalar sonucunda festival katılımlarında %94; uluslararası turizmde %72, sinema gişelerinde %64, tiyatro gişelerinde %61, film festivallerine olan ilgide %50, ülkelerin en üst seviyedeki 5 müzesine girişte %48 oranında düşüş yaşanmış. Aynı şekilde yeni film, tiyatro oyunu, performans üretimi alanında da %50 ler oranında bir gerileme olmuş. Eh sunulamayan kültürel üretim nasıl gerçekleşebilir? Kültürel merkezler de bu salgın döneminden epey etkilendi. Bu araştırmaya göre, dünya genelinde tiyatroların %8 i kapanmış. Canlı müzik merkezleri %3.5 oranında yok olmuş.
İntikam tüketimi
Aradan geçen 3 yıl sonrasında, bunların tümünde yükselişler yaşanmaya başladı; hatta içinde bulunduğumuz yıl için ilginin eski günleri aratmayacak hatta geçebilecek noktaya gelindiği gözlemleniyor. Buna “intikam tüketimi” deniyor. Pandeminin hemen ardından özellikle lüks tüketim ürünlerine yönelik olarak uzak doğu ülkelerinde yaşanan büyük ilgi, ekonomistlerin bu davranış modeli üzerinde pek çok analiz yapmasına da imkan sağladı. Uzmanların intikam alışverişi, rövanş tüketimi, bastırılmış talep gibi isimler verdiği bu eğilim, uzun süre baskı altında kalan insanların satın alma ve katılım gösterme durumunu inceliyor.
Örneğin, Çin'in Şangay kentinde, Hermes mağazası pandemi nedeniyle birkaç ay kapalı kaldıktan sonra 2020 Nisan ayı ortasında yeniden açıldığında, ilk gününde yaklaşık 3 milyon ABD dolar değerinde bir gelir elde etmiş ve bu, mağazanın sektördeki en yüksek rakamlarından biri olarak tarihe geçmiş. Pandemi sonrasında alışveriş yapanların Çin'deki mağazalara dönmek için sıraya girdiği, kozmetik ürünlerini ve gösterişli yeni kıyafetleri istiflediği gözlemlendi. Yine bir örnek Louis Vuitton’un, Çin'de yer alan mağazasından yansıdı; marka sokağa çıkma yasaklarının ardından satışlarda %50 artış bildirdi.
Bu konudaki araştırmalar, özellikle intikam tüketimi sırasında tüketicilerin kalite, yarar, fayda gibi eskiye göre öncelikli faktörleri dikkate almadığını belirtiyor. Başka bir deyişle insan kitleleri böyle bir dönemde ne verirseniz kabul edecek psikolojideler, yeter ki olsun. Bu noktada her konuda olduğu gibi bilinçli/ seçici tüketim ve bilinçsiz/seçimsiz tüketimden söz etmek olası.
Benzer bir tüketim eğilimi, bugün sadece satın alma eğilimlerinde değil, kültürel etkinliklerde ve çeşitli buluşma ortamlarında da gözlemlenebiliyor. Tasarım ve mimarlık etkinlikleri başta olmak üzere tüm yaratıcı endüstriler yeniden eski günlerine dönüyor. Venedik, ağır eleştirilerin ardından bienaller dünyasındaki tarihi konumunun da baskısıyla yeni dönem sayılabilecek bu aşamada oldukça bilinçli davranmaya çalışıyor.
Venedik Bienali Mimarlık Sergisi’nin küratörü Ghanalı/İskoçyalı Lesley Lokko’dan sizlere bu köşede kısa süre önce bahsetmiştim. Bienalin basın toplantısında Lesley, her defasında olduğu gibi oldukça çarpıcı ifadelerde bulundu. Örneğin katılımcılardan bienalin sergi mekanlarına olabildiğince az müdahalede bulunmalarını istediklerinden bahsetti.
Bilirsiniz bir bienaller bir tema etrafında şekillenen sergi ve sunum tasarımı demektir. Her sergi içinde yer alacağı açık veya kapalı alanı bir miktar değiştirir ve dönüştürür. Sergiler böylece izleyiciyi izleme süresince anlatmak istedikleri temanın atmosferine çekmeye çalışırlar. Bu durum bu mekanlara çeşitli katkılar, çeşitli eklentiler getirir. Bunların tümü geçicidir ve sergiden sergiye değişir; pek çoğu bu günlere dek çöp olarak atıldılar. Lesley bundan bahsediyor. Katılımcılara yaptıkları bu çağrının sadece karbon salınımını azaltmakla kalmadığını ekranların, filmlerin, modeller ve kütleler yerine örneğin eskizler ve çizimlerin başka bir algı ve ton yarattığını vurguluyor.
Lokko’nun The Laboratory of the Future/ Gelecek laboratuvarı ismini verdiği 18. mimarlık sergisi, zaten yine küratörün değimi ile her bakımdan bir şeyleri şimdiye kadar olduğundan daha “farklı ele alma” eğiliminde. Bu çerçevede aynı sergi mekanında sanat alanında düzenlenen bir önceki bienalde küratör Cecilia Alemani’den kalan bazı strüktür ve malzemelerin de kendi mimarlık bienali sergileri için kullanıldığından bahsediyor.
Dünyanın en öncelikli konusu kuşkusuz seçimi hangi siyasetçinin kazanacağı değil. Gittikçe büyüyen bir sorun olarak, iklim krizine çözüm aramak. Bu arayış etrafında sadece çözüm önerileri değil, iklim dengesine zarar veren her türlü girişime ve kuruluşa karşı tepki göstermek ve baskı uygulamak da sıklıkla karşımıza çıkıyor. Örneğin yine Venedik Bienali özelinde bakarsak, bu bienale karşı yükselen sesler son yıllarda en çok şu soruları soruyor: Bunca kişinin sadece bu sergileri görmek için yaptığı yolculukların karbon salımına olan etkisi nedir? Bu sergilerde kullanılan malzemeler, geçici iş gücünün yasal hakları, kentin dokusuna gelen zarar gibi konularda mimarlar ve tasarımcılar ine kadar sorumluluk alıyorlar? Lokko’nun tüm ifadeleri bu hassasiyetlerin tümüne yanıt verecek kadar duyarlı. Profesyonel ahlaktan, maskelerden, tüm alışkanlıklardan, beklentilerden kurtularak gelmelerini istediği katılımcılardan sadece özlerine dönmelerini yani en özgün ve otantik kendilerini getirmelerini istediği sergiler 26 Kasım’a dek izlenebilecek.
İKSV tarafından koordinasyonu sağlanan Türkiye Pavyonu’nda sunulan ve küratörlüğünü So! Mimarlık’ın üstlendiği Hayalet Hikayeleri başlıklı serginin de yer aldığı bienalden beni etkileyenleri ve haberleri Kasım ayına dek ara ara sizlerle payalaşacağım.
Bienaller, triennaller gibi ticari boyutu olmayan, kültürel çıtası yüksek ve her defasında belirli ve çağdaş bir söylemi vurgulayan, böylece bir nevi çağın sorunlarına kaygılarına ışık tutmayı hedefleyen etkinlikler bir yana, dünyada irili ufaklı pek çok başka yaratıcı etkinlik de düzenlenmeye devam ediyor. Bunların başında irili ufaklı pek çok girişimin bir araya geldiği festivaller ve tasarım haftaları başı çekiyor.
Eğer yeterince iyi ve yaratıcı bir fikriniz, bir ürününüz var ise bu tür etkinliklerde boy göstermek her zaman faydalı. İyi bir katılım sonucu, iyi tanışıklıklar kurabilirseniz bu katılımlar ürününüz/ fikrinizin satışı adına ve sizin tanınırlığınız adına her zaman olumlu etkiler yaratır. Bu nedenle fazlaca zahmetli, pahalı ve zorlu olmasına karşılık tasarımcılar her zaman bu tür etkinlikleri takip eder ve bunlara katılmaya çalışır.
Festivaller ve tasarım haftaları, bienallerin tersine ürüne, fikre ve hizmete direkt olarak ulaşmayı sağlayan ortamlar.
New York'tan Londra'ya tasarım haftaları
İçinde bulunduğumuz günlerde, yaratıcı alanlarda en az İtalya kadar iddialı olan Amerika ve İngiltere’nin de öncü kentleri bu tür buluşmalara sahne oluyor. Kendini “New Kork kentinin resmi tasarım kutlaması” olarak tatıdan NYCxDesign etkinliği kentin otellerinde, müzelerinde, galerilerinde 18-25 Mayıs tarihlerinde gerçekleşiyor. Bu festival yıllar içerisinde gelişerek bugün farklı ülkelerin de uzak kıtada boy göstermesine olanak taşıyan bir kapasiteye ulaştı. Bu yıl New York Fransa, Arjantin ve İtalya’dan özel katılımlara ev sahipliği yapıyor.
Fransa ve ABD arasında sanat ve kültür aracılığı ile fikir değiş tokuşu yapmayı amaçlayan kuruluşlardan biri olan Villa Albertine girişimi ile sunulan Qui Design! Sergisi Fransalı yaratıcı kültürü ve üretimi Amerikalılarla buluşturacak. NYCxDesign kapsamında düzenlenen ICFF tasarım fuarında Arjantin’in yaratıcı deneyimini sunan katılımı ise ülkenin yaratıcı potansiyelini sunmak üzere Arjantin’in dış ilişkiler, ticaret ve kültür bakanlıklarınca en üst düzeyde desteklenen ve tüm dünyadaki benzer etkinlikleri turlayan bir girişim. Gözlerim ve kulaklarım, söz gelimi New York’ta taze biten Türk Evi’nde benzer sergiler görebilecek miyiz diye arıyor. Geçtiğimiz yıllarda bienaller için dahi “biz ve onlar” söylemi yaratan ve sürekli olarak birleştirerek güçlendirmek yerine ayrıştırma politikaları yürüten mevcut Türkiyeli hükümet, böyle bir program oluştursa bile buradaki kaliteyi ve kapsayıcılığı sağlayabilir miydi o da ayrı bir konu elbet.
Son on yılda sürdürdüğü organizasyon ve tanıtım politikaları ile kendini tasarımın başkenti olarak konumlandıran Londra -ki bir rekabet söz konusu ise bu Milano kenti iledir- bu yıl çok farklı etkinliklerle izleyiciye ulaşıyor. Geçtiğimiz haftalarda sona eren London Craft Week ‘in ardından içinde bulunduğumuz günlerde 14. Kez düzenlenen Clerkenwell Tasarım haftası gerçekleşiyor. Yaratıcı ekonominin mabedi olan, bu alandaki literatüre ve istatistiklere dünya çapında yön veren İngiltere’nin başkenti, 1-25 Haziran tarihleri arasında çok yeni hayatımıza giren Londra Tasarım Bienali’ni
“Küresel Oyun: İşbirliklerini Yeniden Haritalandırmak” başlığı ile sunacak. Bienal kentteki diğer tasarım etkinlikleri gibi London Design Festival şemsiyesi altında gerçekleştiriliyor. İlk kez 2003 yılında gerçekleşen Londra Tasarım Festivali, diğer girişimleri de içine alarak bu yıl 20. Yıldönümünü kutluyor. Festivalin hemen pendemi öncesinde, 2019 yılında 75 ülkeden 600.000 kişi ağırladığı belirtiliyor; bakalım bu yıl sayılar ne olacak.
16-24 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek festival kapsamında her yıl bir de Global Design Forum gerçekleşiyor. İçinde bulunduğumuz günlerde bu forum New York ile paslaşıyor. SAP desteği ile gerçekleşecek bu oturumda öncü tasarımcılar bu kez döngüsel tasarım başlığı altında ambalaj tasarımının geleceğini konuşacaklar. Yeni nesilin tüketici eğilimlerinden döngüsel tasarım alanındaki yeni girişimlerin neler olabileceğine kadar pek çok alanda fikir paylaşımı yapılacak ekinlik 23 Mayıs tarihinde The Standart Hotel High Line’da gerçekleşecek.
Venedik Bienali mimarlık sergisinin orta alanına çoğunlukla Afrikalı mimarların üretimlerini yerleştiren Lokko’ya katılıyorum. Hayalini kurmadan daha iyi bir dünya inşa etmek imkansızdır. Dünyanın dört bir yanında tasarım profesyonelleri bir araya gelerek, birbirlerinden ilham alarak, kendi üretimlerini paylaşarak, fikir değiş tokuşu yaparak, bu çalışmaları belgeleyerek ve sunarak dünyanın mevcut problemlerine çözüm önerileri geliştiriyor ve çok daha iyi bir gelecek için fikir üretmeye devam ediyorlar.
Tasarım bizimki gibi entelektüel düzeyi zayıf ülkelerde halen estetiğe dayalı ve herkesin yapabileceği sıradan ve önceliksiz bir iş gibi görülürken, yaratıcılığın dünya çapında üretim zincirlerinden tüketim eğilimlerine, yaşam kalitesinden gelecek için daha yaşanır bir dünya idealine oldukça yaşamsal konuların temelinde olduğu gerçeği bu etkinlikleri izleyen insanların bildiği ve kabul ettiği bir gerçek. Fiziki çevremizi, temel ihtiyaçlarımızı, tüketim ürünlerimizi, reklam kampanyalarını, bilgisayar yazılımlarını tasarımcılar ve mimarlar yaratıyor. Bu profesyonel alanlar bugün Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz ile bırakın dünya çapındaki bu gelişmelerde yer almayı, izleyici olarak katılmakta bile güçlük çekiyor. Bu nedenle bu ortamlarda varlık gösteren kimi girişimleri, firmaları ve bireysel tasarımcıları kutlamak gerekli. Onlar bayrağı bırakmayanlar.
Tasarımcının ve mimarın halen sanatçı statüsünde görüldüğü ve üzülerek akademik ortamın de bunu bir hayli körüklediği iklimimizde, seçim gündeminin ve vaatlerinin kıyısında veya köşesinde yaratıcı ekonomilere dair en ufak bir söylem dahi olmaması ülkemizin geleceğinin küresel gerçeklerden ne kadar kopuk olduğunun da habercisi. En azından biz yaratıcı profesyonellerin ülkenin karamsarlığına kapılmayıp çağdaş gerçekleri ve gündemi takip etmesi her zamankinden daha gerekli.