Seyit Tosun
‘Hayalim yok, büyüyünce Suriye’ye gitmek istiyorum!’
İstanbul’daki kâğıt toplayıcısı Yakup’la harabelerde yaşayan Suriyeli Ali, “Hayalim yok” diyerek kader kardeşi oluyorlar. Çünkü yabancı düşmanlığı (zenofobi) ile neo-liberalizm akrabadır. Irkçı birisi, 10 yaşındaki yoksul Suriyeli Ali’den rahatsız olur ama zengin Suriyeli biri ile ortak olabilir! Yani “Biz” ve “Öteki”, çıkarlara göre değişir. Hatta o “öteki”nin içine “hayalleri olmayan” Türk kâğıt toplayıcısı çocuk Yakup’la Suriyeli çocuk Ali girebilir -ki aslında çoktan girmiştir!..
CNN Türk muhabiri Fulya Öztürk’ün, İstanbul’da “Kaç kardeşsiniz” diye sorduğu Yakup’un “7 kardeşiz. En büyükleri benim. Eve ekmek götürmek için çalışmak zorundayız” cevabı sonrası görüntüler sosyal medyada gündem oldu.
Öztürk’ün “Peki ellerinde nasır oluştu mu?” sorusunu da yanıtlayan Yakup, “Evet, sert” diyor.
Röportaj, şu şekilde;
- Bu yük senin bedenine çok fazla değil mi?
- Alıştım ben… Yani başta zor geliyor da insan alışıyor ondan sonra.
- Ellerinde peki, nasır oluştu mu?
- Biraz var. Sert… Sert, burası. Toplam yedi kardeşiz.
- Onlar da çalışıyor mu?
- Onlar ufak, en büyüğü benim. Ben…Ben, ben çalışıyorum, baba çalışıyor. O yüzden işte…
- Eve bir babanın bir de senin getirdiğin para giriyor.
- Evet…
- Yakup… Peki hayal kuruyor musun?
- Yok, hiçbir hayalim yok…
Bu haberin birçok kişi tarafından paylaşılmasında, insanları duygulandırmasında (ama bana göre rahatsız etmesinde) ana etken Yakup’un ‘çocuk işçi’ olmasından daha çok hayalinin olmadığını açıklamasaydı. Çünkü sınıfsal uçurum normaldi ve yoksul bir çocuk mutlaka ‘zengin’ olma hayali kurabilmeliydi. Bu da kapitalizmin yoksullar üzerindeki afyonlarından birisidir: “Hayal kur, zengin olduğunu düşün, inanırsan başarırsın!..”
Gelelim bu röportajın bir benzerine. Bu defaki çocuk bir Suriyeli.
İstanbul Süleymaniye'de bir harabede 100'e yakın Suriyelinin yaşadığı, o harabede bebekler ve gençlerin çoğunun hasta olduğu ekranlara taşınmış ve 10 yaşındaki Ali'nin sözleri ise hafızalara kazınmıştı. Bu haberi de CNN Türk muhabiri Ezgi Cankurtaran yapmıştı. Görüntüler bir filmde yayınlansa izleyiciler, sefaletin abartıldığını dahi düşünebilir, o kadar yani!..
“Davranmıyorlar, azarlıyorlar!..”
Ezgi Cankurtaran ve Suriyeli Ali’nin diyalogu şu şekilde:
- Ne kadar kazanıyorsun günde?
- 5…4… Öyle.
- Ne yapıyorsun o parayı?
- Ekmek alıyorum.
- Nasıl davranıyorlar sana?
- Davranmıyorlar…Azarlıyorlar…
- Hayalin var mı?
- Hayalim yok…
Konuşmanın sonlarına doğru “Büyüyünce ne olmak istiyorsun” sorusuna Ali’nin verdiği cevap, sığınmacı/mülteci karşıtlarının hayaliyle birleşiyor. Ali “Büyüyünce Suriye’ye gitmek istiyorum” diyor.
Sığınmacı düşmanlarıyla, Suriyeli çocuğun hayalinin aynı olması kadar ağır bir dram bu toprakların sırtına yükleniyor.
Çünkü küçük Ali, şu tespiti yapıyor. “Davranmıyorlar, azarlıyorlar…” Davranışın hangi eylem ve tutumlarla ölçüleceğini anlamış olan Ali; kendisine ‘davranılmadığını’, yani iki insan arasındaki iletişimin içine giremediğini bu nedenle de azarlandığını anlamış durumda. İletişim iki insan arasında oluyorsa ve biri diğerini ‘insan’ olarak görmezse orada iletişim olmayacağını fark etmiş Ali.
Yoksul milliyetçi, eşittir, sığınmacı düşmanı
Savaşın, ötekileştirmenin ve şiddetin sonucunda hayatta kalma mücadelesi veren göçmenler sadece Türkiye’de değil tüm dünyada popülist sağ politikacıların söylemlerinde mutlaka yerini alıyor.
Çünkü savaşın ve sömürünün kaynağı/nedenleri yerine bunların mağdur ettiği kesimlerin hedefe oturtulması, çatışmacı toplumdan beslenen politikacıların temel besin kaynağını oluşturuyor. Sağ politikaların bagajının bununla dolu olmasındaki ana etkenin toplumdaki fakirliğin faturasının en rahat ihale edilebileceği kesimin sığınmacılar olmasından ileri geldiğini söylemek mümkün. Bu şekilde de yoksul seçmen sola yönelmek yerine sığınmacılara karşı sözlü/fiziksel şiddete yönelir ve ‘Yoksul Milliyetçi’ olarak sistemde istenilen yerini alabilir.
Sığınmacı karşıtlarının ve Suriyeli Ali’nin hayali nasıl aynı ise, “Dış Mihraklar” demekle “Suriyeliler yüzünden açız” söyleminin de kardeş olduğunu unutmamak gerekiyor. Tıpkı gelir adaletsizliği ve sömürünün ‘sığınmacı düşmanlığı’ ile baba oğul olduklarını unutmamamız gerektiği gibi.
Zenofobi-neoliberalizm akrabalığı
Yine benzer şekilde “Etle tırnağız, onlar da din kardeşimiz” cümlesi ile “Suriyeliler kadınlara laf atıyor” cümlesi de kuzendir. Sığınmacılara saldıran, yok yere yaralanmalarına neden olan kişi ve grupların söylemlerinin içeriğine bakarak bunu kolaylıkla anlıyoruz.
İstanbul’daki kâğıt toplayıcısı Türk Yakup’la harabelerde yaşayan Suriyeli Ali de “hayalim yok” diyerek kader kardeşi oluyor.
Nasıl mı?
Çünkü yabancı düşmanlığı (zenofobi) ile neo-liberalizm akrabadır. Irkçı birisi 10 yaşındaki yoksul Suriyeli Ali’den rahatsız olur ama zengin Katarlı ve Suriyeli biri ile ortak olabilir! Yani ‘Biz’ ve ‘öteki’ çıkarlara göre değişebilir. Hatta o ‘öteki’nin içine ‘hayalleri olmayan’ Türk kâğıt toplayıcısı çocuk Yakup ile Suriyeli çocuk Ali girebilir-ki aslında çoktan girmiştir.
Hayal borcumuz!
Kutuplaştırmayı ve her türlü gericiliği güçlendirmek, şiddeti normalleştirmek, baskıyı artırmak, sömürüyü büyütmek için sığınmacı düşmanlığının tutkal olarak kullanıldığı şu dönemde göçmenlerle, sığınmacılarla değil; buna yol açan nedenlerle mücadele etmek gerekliliği Yakup ve Ali’yi kardeş yapıyor.
Bu nedenle şimdi hepimizin bir hayali olmalı; “hayali olmayan” çocukların, hayal kurabildiği bir dünya.
Bu, tüm dünya çocuklarına olan “hayal” borcumuzdur…