Özlem Yalım
GÜZELLİĞİN TASARIMI: BEAUTIFICATION
Ofisimin bulunduğu semtte “Güzellik Salon”ları kebapçı dükkanları ile yarışır hale geldi. Hemcinslerimle sohbetler daha onuncu dakikada estetik operasyon tavsiyelerine bağlanıyor. Kadınlar -ve erkekler- gittikçe birbirine benziyor. Google’ın 2022 için yayınladığı arama sonuçları bir türlü beynimden gitmiyor. Güzellik, yeni dünyada en çok empoze edilen kavram olabilir.Üstelik sadece bildiğimiz alemde değil, öte alemde de güzellik takıntımız var.
Google şirketi, 2022 yılında en çok aradığımız kelimeleri ve kavramları geçtiğimiz yılın sonunda yayınladı. 1148 milyar Amerikan Doları değerindeki teknoloji devi bu aramalarla ilgili bir de film hazırlamış. İnsanların aradıkları kelimeleri sloganlaştıran bu film, daha iyi olmak, dünyayı daha iyi bir yer haline dönüştürmek isteyen insanları görüntülerken, bu cümleleri de araya sıkıştırıyor. Film şununla başlıyor: Can I change?/Değişebilir miyim- Değiştirebilir miyim? Google şirketinin filmi, bunu kendini aşmak isteyen insanların bir tür rönesansı olarak sunuyor. Bardağın dolu tarafından bakarsak böyle.
Yaratıcı aklım ikna olmuyor. Tasarımcı bakış açısı bardağın hem dolu hem de boş tarafından bakmayı gerektirir; hatta daha çok boş tarafından. Çoğu kez fırsatlar, anlam veya problem oradadır. Öyle yapıyorum.
İnsanlar işlerini, kendilerini, dünyayı, arkadaşlıklarını, stillerini, dış görünümlerini, karakterlerini değiştirmek istiyor ve devam ediyorlar: Nasıl daha orijinal olabilirim? Nasıl daha pozitif olabilirim? Nasıl daha anlık yaşayabilirim? Nasıl yeniden başlayabilirim? Nasıl gelişebilirim? Şirket, son yılların genel eğilimini bu özet film ile perçinliyor: Değişiyorsunuz, değişim kaçınılmaz! Öznelerinden biri olduğu bir durumu böylece kendi kendimize istiyormuş gibi sunuyor bize. Bu durum bana şöyle görünüyor: Biz sizi dönüştürüyoruz, ama siz kendiniz bunu istiyorsunuz sanıyorsunuz.
Eh, sosyal zekanın temel prensibi bu anlayışı gerektirir.
DEĞİŞTİRİYORUZ, DEĞİŞİYORSUNUZ!
Değişim karşıtı değilim. Aksine, değişimden heyecan duyan, değişimi destekleyen bir birey olarak, yazılarımın da çoğunda bu eğilimimi göstermişimdir. Bu sorular, filmde sunulduğu gibi bende bu coşkulu değişim rüzgarını yaratamadı; daha çok hüzünlendim. İnsanların oldukları hallerinden mutlu olmamaları, kendilerini oldukları gibi kabul etmemeleri, hem kendilerini hem de dünyayı değiştirmek, geliştirmek ve ilerletmek adına böylesi büyük bir baskı atında hissetmeleri beni hüzünlendiren. Burada gösterilen sloganların tümü aslında istemsiz bir değişimi, olumlu bir dönüşüm olarak sunuyor gibi. Neden dünyayı daha iyi bir yer yapmanın sorumluluğu sadece bir avuç insanın omuzlarında? Neden insanlar stillerini, dış görünümlerini, hayatlarını değiştirmek istiyorlar? Bir şeyler bizi değiştiriyor ve bizler de zoraki olarak değişmemiz gerektiğine inanıyoruz; daha fenası bunun için mutlaka internette bir arama motoruna yazarak kendimize bir yol bulmaya çalışmamız.
Tüketim çağını geride bıraktık evet ama, içinde bulunduğumuz bu çağ sanki nesnel tüketimi bırakıp, duygusal tüketim çağına girmişiz gibi gelmiyor mu size de?
DUYGUSAL TÜKETİM ÇAĞI
Güzellik kavramı, benim uydurduğum tanım olan duygusal tüketim çağının en önemli yapıtaşlarından biri. Önceki yüzyılın güzellik kavramları artık geçerli değil. Bunların nerede ise artık bir tarihi yazıt niteliğindeki kapsamlı anlatımını Umberto Eco kaleme almıştı. Çok değerli olan bu derleme antik dünyadan başlar ve ne yazık ki 20. yüzyılın alıntıları ile makine estetiğine ve tasarıma çok kısa bir dokunuş ile sona erer. Oysa bu kitabın basıldığı 2004 yılından bu yana dünya sanki etrafında on kat fazla hızla döndü! Eco, belki bugün hayatta olsaydı, “Güzellik Hakkında; Bir Batılı fikri” olan bu eserinin devamı niteliğinde Beautification’u yazardı. Kanımca artık güzellik değil, güzelleştirme daha geçerli bir kavram.
Güzelliğin tasarımı, yani güzelleştirme için, güzel hale getirme, süsleme, dekore etme, arttırma işi gibi tanımlar veriliyor tercümede. Google şirketinin arama sonuçları toplumsal bir eğilim göstergesi ise eğer, bunların arasından açık ara sıyrılan bir eğilim olarak çarpıyor beynime bu kavram.
Türkiye’deki aramalarda “Ben neden?” soru başlığı altında en çok arananlar şöyle sıralanmış:
- Ben neden sevilmiyorum?
- Ben neden bu kadar çirkinim?
- Ben neden doğdum?
- Ben neden dışlanıyorum?
- Ben neden eziğim?
Yayınlanan sonuçlarda, söz gelimi “Piknik kombini”, “Rüyada teyze kızı görmek”, “Rüyada görücü gelmesi”, “Rüyada altın toplamak” “ Özel güvenlik nasıl olunur?” gibi derin sosyolojik çalışmalara ışık tutabilecek pek çok önemli sorunun olduğunu da belirtmeliyim. Türkiye’de insanlar Google aramalarda herhangi bir bilim insanının, doktorun, mühendisin, felsefecinin, mimarın, yazarın, müzisyenin, siyasetçinin kim olduğunu merak etmemiş de, Survivor’da kimin elendiğini, Masterchef’te kimin elendiğini, Doya Doya Moda’da kimin elendiğini veya ilk küfürü bulanın kim olduğunu merak edip araştırmış. Kendi konuma dönmeden önce bunu da buraya not düşmek isterim. Neyse halimiz, çıksın falımız, ne diyeyim?
BEN NEDEN BU KADAR ÇİRKİNİM?
“Ben neden bu kadar çirkinim? araması kendi kategorisinde ikinci sırada. Bu kategorideki tüm aramalar duygusal tüketim çağının en hazin durumunu açıkça ortaya koyuyor. Güzelleştirme eğilimi, insanlara kendilerini çirkin hissettiriyor.
İçinde bulunduğumuz teknoloji çağı, kültürler arasında farklılık taşıyan güzellik kavramını tek tipleştiriyor. Eski yüzyılda, basılı medyanın, reklam kampanyalarının, moda endüstrisinin, Barbie bebeklerin, televizyon kültürünün, insanların güzellik kavramını nasıl yönlendirdiğini konuştuk, yazdık, okuduk. 21. yüzyılın başlarından itibaren moda dergileri ve endüstrisi, kendileri ile bir hesaplaşma içine girdiler. Ayrımcılık kavramının bir uzantısı olarak ortaya çıkan bu hesaplaşma, söz gelimi aşırı kilolu, farklı ten renklerinde, deforme bedenlerin de “onlardan” olduğunu, her fırsatta söylemeye devam ediyor. Body-positivism denilen bu eğilime, tam bir yıl önce bu sayfalarda “ Amorf: Yeni Estetik” başlıklı yazımda daha detaylı biçimde değinmiştim.
YAYGINLAŞAN EĞİLİM: KUSURSUZLUK
Çağımızın çeşitliliğe ve farklılıklara saygılı, bunlara saygılı olmayanlara tepkili olan ortamında, her ne kadar norm kabul edilmiş estetik anlayışının dışında kalan estetik özellikler de kendini cesaretle göstermeye devam etse de, güzellik ideali gün geçtikçe “kusursuzlaşma” ekseninde yaygınlaşmaya devam ediyor.
Güzelliğin tasarımı, gerçek dünyada moda ve kozmetik endüstrileri ile sınırlıyken, geçtiğimiz yüzyıldan bu yana plastik cerrahi alanında akıl almayacak bir artışa sahne oluyor.
Açıkçası bu alanda fikir yürütebilecek en son kişilerden biriyim. Bakım merkezlerinde bile bir rutinim olmadı hiçbir zaman; estetik operasyonları yaptırmadığım gibi hiç de bilmem, ilgili değilim. Diğer yandan çevremde eğer birkaç kadın bir araya geliyorsa, daha onuncu dakikada konu dönüp dolaşıp, hangi serumun kullanıldığına, hangi merkezde fazla kilolardan arınıldığına, en son yağ eritme teknolojilerine ve kaçınılmaz olarak özellikle yüz bölgesine gerçekeştirilen estetik müdahelelere geliyor. Bunun yaşımla alakalı olduğunu sanmayın. Bu konular genç, oldukça genç kadınlar arasında konuşuluyor ve uygulanıyor. Bunun sadece kadınlara mahsus bir şey olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz; erkekler de en az kadınlar kadar estetik operasyonlara başvuruyor.
Plastik cerrahi ve estetik operasyonlar artık yaşlanmaya karşı bir çözüm değil, düpedüz insanların kendilerini baştan tasarlamalarına yönelik bir tercih. İnsanlar yeni bir giysi alır gibi, yeni bir bakış, yeni bir ten, yeni bir dudak, yeni bir meme alıyorlar kendilerine duygusal tüketim çağında. Kusursuzluk çabasının alıcısı büyük.
Amerika’da bu sektör 2018-2019 yılları arasında %44 oranında büyümüş. Google’a sordum, Türkiye’de tam 1200 Plastik cerrah varmış ve bu sayı bizi Avrupa’da şampiyon yapıyormuş. Amerika’dan dünyaya yayılan ve estetik cerrahların baş rolde olduğu, kendini baştan yarat tadındaki TV programları, reality showlar, günümüzün ünlü bağımlılığı yapan sosyal medya platformları insanların hep “daha farklı bir ben” fikri ile kendilerini değiştirmek istemelerine yol açıyor. Tıp doktorları aslında kendi reklamlarını yapmamalı, ancak konu plastik cerrahi olunca nedense bu kural da rafa kalkıyor.
FİLTRELİ GÜZELLİK
Sosyal medya platformlarındaki filtreler çoğumuz tarafından eğlence amacı ile kullanılıyor. Diğer yandan filtreli güzellik o kadar sıradan bir norm haline dönüştü ki, insanlar sürekli olarak baktıkları ekrandaki hallerini gerçek halleri gibi benimsemeye başladılar. Aynada görülen gerçek ben de bir o kadar rahatsız edici hal aldı. Sadece sosyal platformlar değil, iş için kullanılan Zoom gibi uygulamalar veya telefonlarımızdaki lensler bile artık otomatik olarak filtrasyon uyguluyor. Ten rengimiz ışıldıyor, cildimiz düzgünleşiyor. Ekrandaki halimiz, olduğumuzdan daha kusursuz bir ben imgesini, her gün yüzümüze vurmaya devam ediyor. Gerçek dünyadaki hali ile yüzleşen insan, hazin bir mutsuzluk ve özgüven eksikliğine gömülürken, psikolojik testler, kendini iyi hissetme üzerine kurulu çeşitli hesaplar bu çıkmazı körüklüyor.
ÖNCE İNAN SONRA TÜKET
Teknoloji ile gelen sanal gerçeklik, önce bizleri yetersiz olduğumuza inandırıp sonra karşımıza terapi uygulamalarını ve hizmetlerini, ilaçları çözüm olarak sunuyor. Bu sanal dünyadaki kusursuz güzellik anlayışı önce bizi yeterince güzel olmadığımıza inandırıp, sonra bize kozmetik ürünleri, zayıflama ve “sağlıklı” yaşama uygulamalarını ve diğer türlü kendini tasarlama araçlarını pazarlıyor.
Güzelliğin tasarımı, başka deyişle güzelleştirme endüstrisi ekranların dört bir yanından duygusal tüketim çağını körüklüyor.
İyiden iyiye sanal dünya ve gerçek dünya arasında kaldığımız bu dualite ortamında, güzellik kavramı sadece bildiğimiz alemin değil, öte alem dediğim metaverse ortamının da bir sorunsalı. Emlak piyasasından, marka lansmanlarına, eğlenceden mimariye kadar pek çok alanda yaygınlaşan bu öteki dünyada her türlü dünyevi alışkanlığın replikası ile dev bir sanal endüstri fiber fiber örülüyor. İnsanlığın kendine olan obsesyonu burada da büyük bir pazar.
PHYGITAL BEAUTY PAZARI
Bireyin öte alemdeki yansıması avatar. Avatarlar farklı uygulamalarla oluşturulabiliyor. İster yapay zeka aracılığı ile ortaya saniyeler içinde konulan bir “derleme” imge olsun, ister tümü ile hayal gücümüzle yarattığımız bir başka ben, son birkaç yıldır avatarlarımızla birlikteyiz.
Snapchat, Spatial veya Instagram’da önümüze gelen birkaç seçenek arasından fiziki görünümümüzü baştan tasarlayıp bir avatar oluşturmamız bile eski teknoloji haline geldi bugünlerde. Yapay zekaya yüklediğimiz fotoğraflarımız, ip ucu olarak verdiğimiz birkaç kelime, sanal dünyada bizi imleyecek yepyeni bir görüntü tasarlayıp sunuveriyor. Bu görünümler kimi zaman illüstratörlerden, kimi zaman sanat akımlarından, mangalardan, film kahramanlarından esinlenmiş yepyeni bir güzellik anlayışı ortaya koyuyor. Güzelliğin belirleyicisi, bir bakıma biz mişiz gibi görünürken aslında yapay zeka kodlarının ta kendisi haline dönüşüyor. Kendi imgemiz, nette gizli çeşitli farklı imgelerle harmanlanıyor. Bizi ifade eden görüntümüz böylece yeniden tasarlanırken, bu yeni “ güzelliğimiz” karşısında hayretle büyüleniyoruz.
Idoru isimli bir teknoloji girişimi, insanların hayal gücü doğrultusunda gerçeklikten uzak olarak oluşturulan avatarların aslında daha gerçekçi ve asıl bireyi temsil eden nitelikte olmasını savunuyor. Sanal dünyadaki varlığımız da gerçek kimliğimizin bir uzantısı olarak görülsün diyorlar. Sanal ortamların pek çoğunun teknik olarak gerçekliğe yaklaşmakta yetersiz kaldığı bir ortamda bu girişim dikkat çekici.
Yapılan bir araştırma Z kuşağının %70’inin kendilerini sanal ortamlarda giyim kuşam biçimlerini ile ifade etmeye eğilimli olduklarını göstermiş. Yaşı henüz 13 olduğu için gerçek hayatta piercing veya dövme yaptıramayan, saçını gökkuşağı renklerine boyayamayan, Gucci giymeyi ekonomik olarak karşılayamayan, şişmanlığından veya kısa boyluluğundan utanan herkes için avatarlar farklı bir güzellik idealinin oluşturulabileceği ikinci bir şans gibi. İdoru gibi yaklaşımların gerçeklik çağrısı bu aldatmaca içerisinde daha da önem kazanıyor.
Amerika merkezli e.l.f. kozmetik firması, oyun endüstrisi ve sanal alem ile büyüyen bir kozmetik markası. Kullanıcılarının %70 i dijital oyunları oynuyormuş. %65’i ise diğerlerinin oynadığı oyunları izliyormuş. Oyun endüstrisinin ortaya koyduğu yeni estetik anlayışı çerçevesinde üretilen kozmetik ürünler, makyaj setleri, aksesuarlar, saç boyaları yeni dünyanın en önemli gelişen pazarları arasında bulunuyor. Buna bir de isim takıldı: Phygital Beauty; Fizjital Güzellik olarak çevirebilir miyim bilmiyorum? Dijital ortamlarla fiziksel güzellik ürünlerinin birleşimine veriliyor bu isim. Fizjital güzelik kadar fizjital modadan da söz etmek olası. H&M firmasının sunduğu ve oldukça avantgard giyim eşyaları içeren metaverse koleksiyonu bunun somut bir diğer örneği ve bunun gibi pek çok başka örnek de mevcut.
Güzelleştirme kavramından bahsederken, sözünü ettiklerimizin tümü elbet güzelleştirme ekonomisini oluşturuyor bir yandan.
İnsan aklı hep gerçeklikten kopmaya eğilimli değil miydi? Masallar bizleri uzak diyarlardaki o güzel ülkedeki, güzel prensesin ve yakışıklı prensin büyülü dünyasına taşıdı. Destanlar, mitler, tarih yazımı, gerçek olayların yanında bolca hayal gücü ile birleşerek günümüze dek ulaştı. 60’ların müzikle özdeşleştirilen saykadelik yaratıcı ortamı, Freud’un madde bağımlılığı veya günümüzde gittikçe artan uyuşturucu madde kullanımı geçmiş yüzyıllardan hafızamıza kazınmış kavramlar. Tümünün ortak noktası, gerçeklerden hayal dünyasına kaçış. Bunu çağımızda sağlayan ise teknoloji ile gelen çeşitli platformlar. Oyun endüstrisi, sosyal medya platformları, metaverse ortamları, insanlığın yeni kaçışları. Burada gerek birey, gerekse mekan ve nesne yeniden tasarlanıyor; güzelliğin kodları baştan yazılıyor. Kapital sistemin bu yeni açılımında büyük bir fark var, bu kez ipler sadece birkaç şirketin elinde ve bu ipler hiç olmadığı kadar güçlü bir biçimde beynimizin tam içine dek uzanıyor.