Özlem Yalım
GELECEKLER
İtiraf ediyorum: gelecek düşkünlüğüm var. Tasarım ile ilgili iseniz gelecekten bağımsız bir düşünce yapısı kurmanız zor. Tasarım gelecektir. Olmayan bir şeyi ortaya koymak, şehirleri, yapıları, eşyaları, giysileri, yazıyı, çevremizdeki nesnelliği yaratmak geleceğin ta kendisidir. Bugünlerin geleceğimiz olduğunu bilerek yaşarım. Yeniliklere olan düşkünlüğüm hep bu gelecek merakı yüzünden.
Gelecekler başlığını, çok sevgili hocam John Heskett’in yazdığı onlarca kitaptan birinin son bölümünden aldım. Tasarım dünyası için çok önemli isimlerden biri olan ve ne yazık ki 2014 yılında yaşama gözlerini yuman değerli hocam ile yollarımız ODTÜ’deki üniversite yıllarında kesişmiş; sonra da birlikte iş ve düşünce üretecek ortamları karşılıklı olarak yaratabilmiştik. Onun tasarım tarihi ve düşüncesi üzerine olan ifadelerinin berraklığını, aradan yıllar geçtikçe çok daha değerli buluyor ve öğrencisi olabildiğim için her defasında “iyi ki!” diyorum; muhtemelen tasarım yolculuğumda başıma gelen en önemli kesişmelerden biriydi.Saygıyla.
Heskett, 2002 yılında sunduğu gelecekler hayalinde, bilgisayarlaşmanın gittikçe hüküm süreceği bir gelecekte, tasarımın rolünün ürün üretmekten daha çok stratejik bir pozisyon olacağından dem vuruyordu. Bu öngörüsü, sadece mesleğim olarak değil hayatım olarak gördüğüm tasarım yolculuğumda kariyerimi değiştiren bir manevra yaptırmıştı bana. Tasarım, 21. yüzyıl ile birlikte bir önceki yüzyılda olduğu gibi nesnelere şekil veren bir profesyonel alan olamazdı. Tasarımın stratejik ve yönetimsel alanlara etki eden bir bakış açısı ve bir iletişim dili olabileceği, açık konuşmam gerekirse 90lı yıllarda aldığım aşırı teknik ve kapitalist eğitim gerçekleri sırasında pek açabileceğim bir pencere değildi; Heskett o camı açtı ve ciğerlerime temiz bir hava böylece doluverdi.
Sevgili hocamın değindiği diğer bir gelecek öngörüsü ise, tasarımcının bilgi ve iletişim çağında üsteneceği roldü. Açıkça bugünün kullanıcı deneyimi profesyonellerini işaret ettiği bu görüsünde, günümüzde UX (User Experience) ara yüzlerini tasarlayan tasarımcı kitlelerin varlığını bizlere sunuyordu.
REKABETİN GÜÇLÜ ARACI TASARIM
Tasarım ilk gününden bu yana rekabetin güçlü bir lokomotifi konumundadır. İster form veren bir unsur olarak, isterse yönetimsel boyutta olsun, yaratıcı fikirler ve yenilikler fark yaratır. Heskett bunu yüzyılın başında, yani 20 yıl önce berrak bir biçimde şöyle dile getiriyor:
“Ticari dünyada görüntü ile gerçeklik arasındaki uçurum, hiçbir yerde müşterilere nasıl davranıldığı konusunda görünenlerden daha belirgin değildir. Bir yanda piyasaları kontrol altında tutmaya çalışan üreticiler ile diğer yanda yeni teknolojiler aracılığı ile bilgiye erişme ve onu denetleme potansiyeline sahip kullanıcılar arasında doğal bir gerilim giderek artmaktadır”
Heskett’in 20 yıl önceki bu tesbiti, bugün rekabetin ön koşulunun sadece farklı ürün, yapı ya da her ne ise o, onu üretmek değil, onun kullanıcı ile buluştuğu tüm noktaların ve ilgili süreçlerin de kusursuz olması gereksinimi olduğunu ortaya koyuyor.
Burada bahsedilen gelecek öngörüsünün bugün dört bir yandan içinde yaşıyoruz. Tasarımcılar, bugün sadaca teknolojik ara yüzleri, kullanıcıların deneyimlerini tasarlayanlar değiller. Rekabet artık tasarımın, inovasyonun ve yaratıcılığın kurulacak girişimlerin ve mevcut şirketlerin genetiğinde bile olmasını gerektiriyor. Bu yazdığım cümle sanıyorum ülkemizde son 20 yıldır zaten hemen hemen her ortamda tekrar ediliyor da, bu düşünceyi hayata geçiren örnekler nedense hala çok az bulunuyor.
Dünyadan iyi bir örnekle geleceği tanımlayan bir girişimi sizinle paylaşmak istiyorum:
NOTPLA-YENEBİLEN PLASTİK
İngiltere’de RCA’den okul arkadaşı olan Rodrigo Garcia Gonzales ve Pierre Passiler, Skipping Rocks Lab isimli bir girişimde ortak olup Ooho isimli bir video çektiler. Plastik su şişesine karşılık, yenebilen bir su küresinden su içme deneyimini sunan bu videonun 2013 yılında viral hale gelmesiyle birlikte, ikili Avrupa İklim Komisyonu’nun ilgisi çekti ve pek çok davet aldı.
Bu yaratıcı fikirlerini 2017 yılına dek yaygınlaştırmak için pek çok girişimde bulundular. Amaçları bu yenebilen plastik ile sarmalanmış su kürelerini, alışılagelmiş plastik şişeler yerine örneğin restoranlarda, spor karşılaşmalarında kullandırtmak ve elbet artan talebe yönelik olarak da üretimlerini makineleştirerek, seri hale getirebilmekti. 2018 yılında Sky Ocean Ventures, ikilinin laboratuvarına yatırım yaptı. Çalışmalar bu fonla derinleştirildi ve ilk fikir olan Ooho’yu geride bırakan Notpla böylece doğmuş oldu.
“Yaptığımız işi tanımlamamız zor çünkü daha önce yapılmadı” diyerek bizleri karşılayan Notpla, sürdürülebilir bir ambalaj şirketi olarak gittikçe büyüyor. Artık ekiplerinde tasarımcıların yanında kimyagerler ve mühendisler de var.
Firma, tek kullanımlık plastiğe alternatif olarak başta deniz yosunu ve diğer doğal malzemelerden yenebilir ambalaj çözümleri sunuyor.
Yenilebilir ve tamamen biyolojik olarak çözülebilir bir malzeme ile ürettikleri Ooho ile bir girişimci olarak başladıkları maceralarını aralarında Innovate UK, Ellen MacArthur fonu gibi önemli kuruluşlardan gelen desteklerle, ödüllerle ve hibelerle gelişerek sürdürüyorlar.
Bugünden geleceğe bakarsak ambalaj atıklarının nasıl da büyük bir sorun oluşturduğunun bilgi ve belgelerine her ortamdan ulaşabiliriz. Bu gerçeği sadece rakamsal olarak yaşamıyoruz. Devletler aralarında sağladıkları anlaşmalarla, çöp pazarlıklarına oturuyor. Gelişmiş ülkelerin yasal mevzuatları icabı kendi coğrafyalarında bulunduramadıkları ambalaj atıkları, bu mevzuatların olmadığı üçüncü dünya ülkelerine satılıyor. Ülkemiz de bu ”alıcı” lardan biri. Devlet bu kirli ticareti yaparken, kendi ülkesindeki insanların sağlıklı yaşam, sürdürülebilir tarım, temiz hava ve gıda hakkı gibi temel özgürlüklerini, sormadan gasp ediyor. Bir coğrafya zehirli atıklarından arınırken, diğerinin geleceği bu atıklarla tıka basa doluyor.
İki tasarımcının bugünden küçük bir girişim gibi görünen bu yaratımları ve yıllardır peşini bırakmadan devam ettirdikleri çabaları belki de gelecekler adına bugünden önem vermemiz ve anlamamız gereken en çarpıcı örneklerden biri. Emin olun bu tür örneklerden onlarcası bugün dünyanın her yerinde tomurcuklanıyor. Yeter ki sistem onları bezdirmesin veya bile isteye yok etmesin.
GEÇMİŞ-BUGÜN-GELECEK
Pek çok bilimsel yayın bize öyle olmadığını söylediği halde, zamanın doğrusal bir biçimde bir noktadan diğerine doğru ilerlediğini düşünüyoruz. Geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz olarak ayırmayı seviyoruz yaşamı. Doğum, gelişim ve ölüm gerçeğimiz bize bunu düşündürtüyor. Gerçeklerin öyle olmadığını, satırlarında sık sık dile getiren yazar Carlo Rovelli, insan düşüncesinin en iyi tasarımlarından biri olan “zaman” olgusunu, bilimsel açıklamaları hatırlatarak alt üst ediyor. Pek çok yazarın, felsefecinin ve sanatçının romantize ettiği zaman kavramı bir yanda dursun, Ratti bize evrende “an” dan bile bahsedemeyeceğimizi, bunun da saçma bir şey olduğunu söylüyor. Dünyanın düzeninin, diğer canlıların yaşamlarının nasıl da bir döngüsellik içerisinde olduğunu, sık sık hatırlamak gerek, biz de bu evrenin bir parçasıyız; ve kim bilir nerede nasıl bir dönü içindeyiz.
Ratti’nin sözleri ile ifade etmem gerekirse, aslında hepimiz zamansızlığı özlüyor ve geçen zamana bir bakıma katlanıyoruz. Bu çerçeveden bakınca, aslında geleceğin olmadığını, çizgisel olarak sürekli ileri olarak hareket ettiğini düşündüğümüz yaşamlarımızın bir sarmal olarak katmanlar halinde evrende uzandığını söyleyebiliriz.
Geçmiş, bugün ve gelecek olguları ile koşullandığımız bu geleneksel bakış açısından özgürleşebildiğimizce yaratıcılığımız ve duyarlılığımız artıyor. Kalıplar böylece kırılıyor ve insan aklı, evrensel deneyim ile doğayı bir potada birleştirip hep yeni bir yaşam idealini tasarlıyor.
Aslında bunların tümü gelecekte değil, bugün (!) bir yerlerde oluyor!