Seyit Tosun
Geççek Gitçek, Parası Değil Operası Olan Kazancak
“Düştük evet ama kalkmadık mı?
Biz hep hayata meydan okumadık mı?
Sen ferah tut içini
Biz neleri atlatmadık ki
Geççek, geççek elbet bu da geççek
Gör bak umudun gününü gün etçek
Oh, oh zilleri takıp oynıycaz o zaman
O çiçekten günler çok yakın inan...” (Tarkan - Geççek)
9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu etkinliklerinde Tarkan konser verdi. İki milyon insanın katılımı ile Cumhuriyet tarihinin en kalabalık; dünyanın ise en yoğun katılımlı beşinci konseri oldu. Neredeyse tüm Türkiye, televizyon veya internet üzerinden konseri ve katılan kalabalığı izledi. Bir kısım ise tırnaklarını sinir içinde yerken bu konserin neden yasaklanmadığını düşünüyordu. Öyle ya, aylardır konser ve festival yasakları yağmur gibi geliyordu. Gericiler, zorbalar, siyasal İslamcılar, Ortaçağ kaçkınları, kültürel hegemonya inşa edemeyenler; hepsi bu konserin de iptal edilmesini istiyordu ama bu imkansızdı. Bu, hepsinin boyunu aşıyordu. Konu sadece 9 Eylül ve Tarkan konseri değildi.
YAPAMIYORUM O HALDE YASAKLIYORUM!
Kültürel iktidar kuramayanların çözümü de gayet kendilerine uygun biçimde yasak koymaktır. Faşizmin kılcal damarlarında her an gezen bu çözüm modeli, gericiler için de pek kullanışlıdır. Siyasal İslamcılar içlerinden bir yazar, şair, bilim insanı, gazeteci veya sanatçı çıkaramadı. Kendi ideolojik yapılarına uygun modeli de ülkede inşa edemediler. En tepeden bile bu ara ara itiraf edildi. Onlar da “Madem biz kültürel bir dünya yaratamıyoruz, o zaman var olanı yıkarız” dediler. Bu amaçla da önünü açtıkları gruplara propaganda yaptırıp valilik, kaymakamlık kararlarıyla festival ve konserleri yasakladılar. Anadolu Fest, Milyon Fest, Çağdaş Fest, Zeytinli Rock Festivali başta olmak üzere son üç ayda on dörtten fazla festival yasaklandı.
YASAKLIYORUM O HALDE VARIM!
Konu yasaksa profesyonel olanlar iş evrensel kültürel aktivelere gelince çaylağa dönüşüverirler. Her türlü iktidar gücü, para, yargı sopası, medya trollüğünü elinde bulunduranlar ne kadar ‘güçlü’ olduklarını zannetseler de yıkmak istedikleri kültürel davranış kalıplarının yerine bir alternatif üretemezler. O nedenle heykeli yıkmak, müziği yasaklamak ve sanatın da içine tükürmek bunlar için neredeyse farzdır. Çünkü bu konuda başka bir şey bilmemektedirler. Ama onlara verilmesi gereken daha kötü bir haber var. Kendi yetiştirdikleri ‘kindar nesiller’ içinden hiç de azımsanmayacak sayıda genç, bizzat kendilerinden rahatsız! Türkiye’de özgürlüğünü talep eden gençlere karşı yapılandırılmak istenen, yaratılmak istenen Siyasal İslamcı gençlerin ciddi bir bölümünün talepleri Tarkan konserine katılanlardan pek farklı değil. Kendilerine dayatılan kimliksel siyaset yerine; kendilerini yaşadıkları bir kimlik isteyen milyonlar yarattılar. Siyasal İslam hayallerini, siyasal İslamcıların kendisi tamamen yıktı. Bunun büyük telaşı karşısında var olmanın da tek yolunun yasaklar olduğunu düşünüyorlar. Oysa iş, işten geçmiş durumda...
Çok büyük bir insanın söylediği gibi "Efendiler!. Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız.”
Kendi sanatını, kültürel inşaasını ve evrensel potasını yaratamamış hiçbir ideoloji, fikir ve iktidar asla kalıcı olamaz. Cumhuriyet ve Laiklik fikrine karşı olanların ellerinde her türlü maddi ve manevi imkan vardı. Ancak olması gereken en büyük güç yoktu: Sanat...
HALK RESMİ BAYRAMLARI GERİ ALDI
Özellikle 12 Eylül darbesi sonrasında Resmi Gün ve Bayramlar, devletin ve kamu kurumlarının titizlikle kutladığı kendilerine “özel” günlerdi. Öğrenciler, kamu çalışanları yarı gönüllü, yarı isteksiz bu bayramlara katılır. Resmi geçidi izler, bürokratik kutlama telgraflarını alkışlardı. Bazen de alkışlatılırdı. Cumhuriyet Bayramı, 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 10 Kasım ve 9 Eylül’lerde kutlama devletindi. Bu hem meydanlarda hem okullarda hem de ekranlarda hissedilirdi. Cumhuriyetin sahibi halk, kendi bayramını uzaktan izler, ona sarılamaz; anlamaz hatta bu resmi baskı sonrası uzaklaşırdı. Dışı çok gösterişli ama içinde yurttaşı olmayan kutlamalarla yıllar geçti. Halkın kendi iradesini saraydan geri aldığı 23 Nisan ve 29 Ekimlerin kutlamalarında her şey oluyor; bandolar, uçuş gösterileri, şarkılar, marşlar ve resmi geçit törenleri tüm ihtişamıyla gözlerimizin önünden geçiyordu. Tek eksik vardı; o da halk...Bugün ise geldiğimiz noktada bu bayramların bile kutlanılmaması, örtülü yasaklanmaya; hatta daha ileri giderek genelge ile iptalleri karşısında halkla, kendi bayramlarındaki ‘küslük’ son buldu. Toplum, herkesi aradan çıkartarak aslında kendsinin olan bayramları yine kendisinin yaptı. O yüzden Cumhuriyet Bayramları artık sevinçle kutlanıyor, 10 Kasım’da Anıtkabir dolup taşıyor, 9 Eylül’de İzmir’de milyonlar umutla, neşeyle ve coşkuyla alanları dolduruyordu. Hem de kızlı erkekli! Bu anlamda Siyasal İslamcılara bir teşekkür borçlu olduğumuzu da not etmek gerek.
OPERAN YOKSA YIKILIRSIN
Mustafa Kemal, 1913 yılında Bulgaristan’da genç bir askeri ateşeyken Şakir Zümre ile operaya giderler. Verilen arada Bulgaristan Kralı Ferdinand, Mustafa Kemal ve Şakir Zümre’yi locaya davet eder. Sahnede Georges Bizet’in Carmen Operası var...
Mustafa Kemal, operadan çok etkilenir ve o gece gözüne uyku girmez. Dayanamayarak Şakir Zümre’nin kapısını çalar. İçeriye girer girmez “Şakir kim ne derse desin, Balkan Savaşı’nda neden yenildiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Oysa baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatçıları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş; opera binası bile yapmışlar. Bizim de bir gün operamız olacak mı?” der.
Burada dikkat edilmesi gereken çok büyük bir vizyon var. Daha sonra Mareşal ve Başkomutan da olacak çok başarılı bir subay; Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, yenilmesi, çökmesinin nedenini silah, top, uçak, gemi veya asker olmadığını görüyor. Daha fazla silahlı insanın değil; en büyük kuvvet olan sanatın, sanatçının ve kültürel yapıların yokluğunun bir ülkenin çökmesi ve dağılmasının nedeni olabileceğini fark ediyor. O yüzden daha savaşın ortasında, 1921’de işgal tehlikesi devam ederken, yani Cumhuriyeti bile kurmamışken bizzat Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni kuruyor. Sonrası malumunuz... Daha devlet kurmadan, müze kuran bir anlayışı hangi güç yıkabilir?
Çünkü kültürel inşasını yapamamış hiçbir iktidar ve güç ayakta kalamaz. İşin ÖZ’eti; bugünler geççek, gitçek; geldiği gibi gitçek ve bu çile bitçek! Parası, kanalları, gücü, trolleri, müteahhitleri olanlar değil; Operası olanlar kazanacak!