Tayfun Atay
Euro 2020’de ‘Hamaset’ 5-0 mağlup ‘Allah Allah diye gidersen Yallah Yallah dönersin!’
Adeta cenge gidercesine ülkeyi topyekûn hamasi bir duygu sarmalıyla milliyetçi ve “bizmerkezci” doğrultuda motive eden bir şarkı-marş eşliğinde “Haydi Haydi Haydi” diye Avrupa Şampiyonası seyrine koyulduk. Fakat işte, kapitalist işleyişin genelinde de onun bir parçası olan futbol endüstrisi özelinde de duyguya, hele ki böylesi abartılı ölçüde yer yok. Futbol duyguyla değil akılla, bir sistem, plân-program dâhilinde oynanıyor. Ve bakın geçen hafta sonundan bu hafta sonuna Türkiye A Millî Futbol Takımı turnuvada ne hale geldi!..
Önceki hafta sonu Kıraç’ın Avrupa Şampiyonası/Euro 2020’ye katılan ve İtalya ile başlama vuruşu yapacak Türkiye A Milli Futbol Takımı için düzenlediği şarkı/marş videosunu izlediğimde yıllar öncesine gittim ve 2006 Dünya Kupası’ndan hiç unutamadığım bir başka klipi hatırlayıp acı acı güldüm.
O dönem de ayrıntılı bir çözümleme ve değerlendirmesini yaptığım klipin akışı şöyleydi: Girişte, “Ladies and Gentlemen: Please stand for the national anthem!” anonsuyla yüzlerde gayet ciddi ve saygılı bir ifade ile bütün stat ayağa kalkıyordu. Dünyanın hemen her yerinde insanların “ulusal marş” karşısında ortalama hassasiyeti neyse, o görüntü yani… Türkiye’de de lig maçları öncesinde birbirine diş bileyen taraftarların kutsal bir görevi yerine getirircesine İstiklal Marşı için ayakta hizaya gelerek birleşmesinde olduğu gibi.
Aynen bu şekilde, yukarıdaki anons uyarınca, modern zamanların bu en bilindik, en yaygın ve en aşılamaz ritüelini icra etmek üzere bir tribün dolusu insan ayağa kalkıyor, hareketsizleşiyor, sessizleşiyor, sahada da hakemler aynı şekilde, ulusal marşın okunması için “hazırol”a geçiyorlardı.
Sonra birden santra yuvarlağının başlama vuruşu yapılan noktasında bir kıpırtı fark ediliyor, saygıyla hareketsizleşmiş toplulukta da şaşkın kıpırdanmalar baş gösteriyordu. Ardından müziğin yavaş yavaş başlayan ve yükselen ritmi. Nihayet Christina Aquilera’nın “Da Da Da” diye patlayan sesi… Ve, ulusal marş beklentisindeki kalabalığın gevşeyip şenlenerek hep bir ağızdan Christina’ya, Alman Trio grubunun 1980’lerde hayli popüler olan şarkısında, “Da Da Da” diye eşlik etmesi…
Tribünde “top”un starları, Thierry Henry, David Beckham, Roberto Carlos, sahanın ortasında “pop”un starı Christina Aquilera ve onları tamamlayan bir kitle, geç-kapitalizmin “top ve pop çağı”nda ulusal marşa, ulusal duyguya, kısacası ulusallığa gerçekte ne değer verildiği üzerine düşündürücü bir temsili performans içinde seyrimize düşüyorlardı.
‘Geç-kapitalizm’in küresel mantığı
Pepsi’nin 2006 Dünya Kupası için hazırlanıp tüm dünyada dolaşıma sokulmuş reklam filmiydi bu. Şirket, reklamı yerkürenin bir ucundan diğerine pazarlarken format çeşitliliğine de gitmişti; mesela klipin Arap dünyasına sunumunda o dönem büyük çıkış yapmış Lübnanlı kadın şarkıcı Elissa, Aquilera ile düet yapıyor ve reklâm o dünyada kitleleri Elissa’nın yumuşak, romantik, ama hepsinden önemlisi “arabesk” sesiyle yakalıyordu. Uzak Doğu’da dolaşıma sokulan versiyonda ise Güney Koreli genç aktör ve şarkıcı “Bi Rain” (Jung Ji Hoon) eşlik ediyordu Aquilera’ya ve reklâm Vietnam’da, Çin’de böyle geliyordu ekrana.
Reklâmın vurgusunun, küreselleşmenin ulusallıkla sorunlu ilişkisi üzerinde toplandığını söylemek mümkündü ama bu, ulusallığı topyekûn reddeden veya hiçe sayan bir yaklaşım değildi. Sadece ulusallıktan günümüzde daha “ılımlı” bir konum kazanmasını isteyen ve onu amaç olmaktan araç olmaya çekmek isteyen bir motivasyonun reklâmın altyapısında bulunduğu hissediliyordu. Küresel kapitalizmin, ulusallığın sınırlayıcı çemberinin ötesine geçme yolunda duyduğu ihtiyaç ima edilmeye çalışılıyor, bu bakımdan en uygun zemin olarak da “yeşil saha” tepe tepe kullanılıyordu.
Futbolun uluslarüstülüğü
Çünkü futbol, medya ve eğlence endüstrisinin gözbebeği sektör olarak, ulusal sınırların ötesine taşan küresel, yani (uluslar-arası olmaktan öte) “uluslar-üstü” yaşantının en etkin işlerlik kazandığı alanların başında gelmekte. Öyle ki pek çok ülkenin “millî” takımında oynayan futbolcular, futbol kariyerlerini kendi ülkeleri dışında sürdürmekteler. Bakın mesela Türkiye takımına, kadronun çoğunluğu Türkiye dışında Avrupa’da ve başka kıtalarda top koşturuyor.
Bununla bağlantılı olarak, Dünya Kupası da Avrupa Şampiyonası da uluslar-arası bir futbol rekabetinin ötesinde esasen uluslar-üstü bir futbol pazarı işlevine dönük olarak organize ediliyor. Mücadeleye katılan ama favori olmayan ülkelerin oyuncuları için bu şampiyonalar dünyanın dev kulüplerine transfer olmak için en büyük fırsat. Hâlihazırda dünya “topstar”ı durumundaki şöhretli futbolcular için ise paralarına para katacak reklâm imkânları demek. Tabii seyir-eğlence (entertainment) endüstrisi açısından da muazzam hareketlilik ve dinamizm kazanma şansı…
Millî liglerin ‘gayrimillîliği’
“Küresel-futbol madalyonu”nun öbür yüzünde de millî liglerin “gayri-millî”leşmiş dokusu var. Yani Dünya Kupası, Euro 2020 gibi ülkeler-arası futbol turnuvalarında ülke millî takım oyuncularının çoğu kendi milliî liglerinde değil de yabancı ülke liglerinde futbol oynarken, millî liglerdeki takımların oyuncuları da çoğunlukla yabancı oluyor. Burada da örneklemek için Beşiktaş’ın şampiyonlukla kucaklaştığı Göztepe maçına bakalım ve görelim ki sahaya çıkan 11 futbolcunun 9’u yabancıydı. Tablo üç aşağı beş yukarı Fenerbahçe’de de Galatasaray’da da diğer takımlarda da aynı.
Sözün özü, futbolun nabzı hem ekonomik hem de kültürel bakımdan küt küt küresel atmakta. Onda “vatan-millet-sakarya” retoriğini çok öne çıkarırsanız komik olursunuz. Yine bir başka maç, bir şampiyonlar ligi müsabakası hatırlıyorum mesela, İstanbul’da oynanıyor ve “3 büyükler”den birinin taraftarları maçın “millî-manevî” yönüne binaen “Dağ başını duman almış…, yürüyelim arkadaşlar” diye coşkuyla Gençlik Marşı’nı söylüyorlar. Sahada “yürüyen arkadaşlar”a bakıyorum, yine 11’de 8’i, 9’u yabancı. Yürüyorlar, koşuyorlar, saldırıyorlar ama “vatan aşkı” ile değil, para aşkıyla yapıyorlar ne yapıyorlarsa!..
“Da Da Da”dan “Haydi Haydi Haydi”ye…
Bu şekilde, ekonomik-endüstriyel bakımdan da kültürel-eğlencelik bakımdan da aslî belirleyeni küresellik-evrensellik olmuş futbolda şimdi gelelim Kıraç’ın Türkiye’nin Milli Takım’ını Euro 2020’ye uğurlayan videosu ve marş niteliğindeki şarkısına… Onda, yukarıda söz ettiğimiz Aquilera’lı “Da Da Da” videosundaki neşeden, espriden, eğlenceden eser yok. Dibine kadar ciddiyet, hamaset ve evet, siyaset var.
Kıraç, “Haydi Haydi Haydi” diye coşkuyu çatıkkaşlıca verdiği videosunda diyor ki:
“Dört koldan her yanı ateş sarsa da
Ateş dokunmaz sana sen çık meydana
Yalnız değilsin sen, Türkiye’mizsin
Dünyaya haykıran gür sesimizsin.
Sen de askersin sen de Mehmet’sin
Kalbinde en derinde hissedeceksin
Haydi haydi gün bugün
Tüm dünyayı titreteceksin.
Kora kor dişe diş dağ gibiyiz biz
Tarihlerden fışkıran kaplanların biz
Hep onurlu hep cesur tüm hikâyemiz
Ay yıldızlı bayrağın neferleriyiz.”
Adeta cenge gidercesine ülkeyi topyekûn hamasi bir duygu sarmalıyla milliyetçi ve “bizmerkezci” (etnosantrik) doğrultuda motive eden bu şarkı-marş eşliğinde Avrupa Şampiyonası seyrine koyulduk.
Fakat işte, kapitalist işleyişin genelinde de onun bir parçası olan futbol endüstrisi özelinde de duyguya, hele ki böylesi abartılı ölçüde yer yok. Futbol duyguyla değil akılla, bir sistem, plân-program dâhilinde oynanıyor. Ve bakın geçen hafta sonundan bu hafta sonuna Türkiye A Millî Futbol Takımı turnuvada ne hale geldi!..
“Haydi” bir haftada bitti gitti!
Kıraç, “Haydi Haydi Haydi” diye tempo yükselttiği şarkısına gelen eleştirilere de sıkı çıkış yapmış. Kendisine “Olmamış Kıraç, olmamış kardeşim” diye tweet atan şair Nevzat Çelik’e cevabî mesajında diyor ki “Olmayan ne? Müziği mi? Asker mi? Mehmet mi? Bayrak mı? Nedir gerçekten olmayan?”
E, hadi bakalım, şimdi sıkıysa bir şey de!.. “Asker”, “Mehmet”, “Bayrak”… Bunların karşısında lâf etmek mümkün mü, akan sular durur.
Durmasın, durmayalım, konuşmaya devam edelim: Bir futbol turnuvası için, adeta maça değil de savaşa gider gibi bir ruh hali yaratırsanız, hepi topu bir hafta içinde karşınıza çıkan mütevazı hezimet de devasa bir savaş yenilgisi gibi, bir Sarıkamış Faciası, bir Balkan Savaşı yıkımı, Cihan Harbi çöküşü gibi alımlanır, gelir yüzünüze çarpılır.
Hamasi şarkınız-videonuz da böylece bir haftada kadük hale gelir.
Elbette yukarıda aktardığımız 2006 Dünya Kupası için hazırlanmış Pepsi reklam filmi de allanıp pullanacak bir şey değil. Küresel kapitalizmi meşrulaştıran ideolojik mahiyeti ve motivasyonuyla o da sorunlu ve eleştiriye-sorgulamaya fazlasıyla açık.
Ama sizin yaptığınız sorunlu olmaktan öte, şu bir haftada olup bitene bakıldığında komik ve başta söylediğimiz gibi ona yönelik acı acı gülmekten başka yapılacak bir şey de yok.
Futbol bahane, ‘Saray’ şahane
Yukarıda belirttik ya, Kıraç’ın videosunda bol bol ciddiyet, hamaset ve de siyaset var; şimdi “siyaset”e gelelim.
Şarkı, dinbaz-faşizan bir iktidar pratiğinin havaya hâkim ve hayatın hemen her alanına müdahil olma arzusunda olduğu Türkiye’de bu pratiğin politik-kültürel isterleriyle gayet uyarlı ve uyumlu bir ürün olarak karşımızda bulunuyor.
Nasıl ki dizi piyasasında Payitaht Abdülhamid’le, Diriliş/Ertuğrul’la, Uyanış/Büyük Selçuklu, Kuruluş/Osman ve daha nice ürünle iktidarın nabzına göre şerbet veriliyorsa, burada da “Haydi Haydi” nidaları eşliğinde yine iktidarın nabzına göre şerbet verildiğini düşünmek mümkün.
Dolayısıyla belli ki futbol bahane, ama “Saray” şahane!..
Sonuçta an itibarıyla Euro 2020’de “Hamaset”, akıl-iz’ân-feraset karşısında 5-0 geride… Bakalım maçın son 90 dakikasında farkı biraz olsun kapatabilecek mi? Akşam öğreneceğiz!..