Memetcan Demiray
Ekranda bir 'şey' eksik!
WhatsApp mesajları, son dakika haberleri, hava durumu uyarıları ve ille de kampanyalar, reklamlar, reklamlar... Sürekli "bildirim"ler yağdıran cep telefonumuz, bizden tüm dikkatimizi talep ediyor! Çağımızın önemli filozoflarından Byung-Chul Han, doğadan kopan insanlığın "enformasyon"a bağımlı hale geldiğini ve bir tür gönüllü kölelik yaşadığını söylüyor.
Lâmı cimi yok, hepimiz "akıllı" telefonlara bağımlı yaşıyoruz ve bu uzun süredir biliniyor. "Eli işte gözü oynaşta" çağı bitti, şimdi parmaklarımız fıldır fıldır Instagram'da, Tik-Tok'ta geziniyor! WhatsApp mesajlarıydı, Candy Crush'tı derken aletin en az kullandığımız özelliği "sesli arama" haline geldi bile!.. Telefon, "telefon etmek" dışında her işe yarıyor!
Ve şimdilerde bu çılgınlığa bir de "bildirimler" eklendi. Anlık hava raporu, son dakika haberleri, fatura hatırlatma servisi... Karnın mı acıktı? İşte sana Gırtlakyol'dan %30'luk akşam indirimi!.. Dur! Hafta sonuna özel 300 liralık market alışverişinin 30 TL'si bedavaya geliyor! Haydi, hemen sipariş ver! Sanki başka işimiz kalmadı, sabahın köründen gece yarısına, her an "fırsat" takip etmemiz isteniyor.
Nitekim mobil dünyanın nabzını tutan App Annie firması da geçen hafta açıkladığı 2021 raporunda, bir kişinin günde ortalama 4,8 saati cep telefonuna bakarak geçirdiğini duyurdu. Yani "uyanık" olduğumuz sürenin üçte birinde gözümüz ekrandan ayrılmıyordu! Korkunç bir istatistikti bu... Beş saat dediğimiz neredeyse bir "mesai" süresiydi ve karşılığında maaş falan da yoktu! Böylesi bir esaret... 21. yüzyılda nasıl olabiliyordu?
'ŞEY'LERİN ÇAĞINA VEDA...
Günümüzün en önemli filozoflarından Byung-Chul Han'a göre yaşadığımız şey aslında bir tür kölelik haliydi. ArtReview ile yaptığı son söyleşide dijitalleşmenin dünyayı getirdiği noktadan söz eden Han, "Artık 'şey'lerin çağı bitti" diyordu. 'Şey'ler, kalıcı formları ile insanlara istikrarlı ortamlar sunardı. Masamız ve sandalyemiz örneğin... Hep yerli yerinde, tanıdık biçimdeydi. Ama düşünsenize mobilyalarınızın sürekli değiştiğini?.. Yenileri çok daha güzel olsa dahi alışmak zaman isteyecekti.İyi de zaten yorgun argın eve gelen biri, bu "sürekli değişim" karşısında kendini nasıl huzurlu hissedebilirdi?
Byung-Chul Han'a göre akıllı telefonların ürettiği de tam olarak bu istikrarsızlıktı. Dakika başı bir "yenilik" bildiren cihazımız, böylece dış dünyayla bağımızı koparıyor, tüm dikkatimizi üzerinde topluyordu. Peki sonuç?.. Beş dakika sonra geçerliliği kalmayacak, sabun köpüğü "bilgiler" dört koldan saldırıyor, "şey olmayanlar" insanı ele geçiriyordu.
HER 'LIKE' BİR 'AMİN'!..
"Şey olmayanlar", yani "undinge" (un-thing), aynı zamanda Han'ın yeni kitabının adıydı. Hoca bu kavramla "enformasyon"u kastediyor ve "Artık gökyüzü ile yeryüzü arasında değil, Google Earth ile Cloud arasında ikamet ediyoruz" diyordu. "Şey olmayanlar", sanal âleme dair aklımıza gelebilecek her ögeydi... Fotoğrafımıza gelen bir beğeniden Youtube'da izlediğimiz reklama, Twitter'da okuduğumuz bir cümleden mütemadiyen güncellenen internet gazetelerine kadar ne varsa hepsi "sürprizler"den besleniyor, dinamizm sayesinde hayatta kalıyordu. Bunun için de bilişsel sistemimizi rahatsız etmesi, sürekli yeni "uyaran"lar üretmesi şarttı. Peki hangi bilgi "yanlış", hangisi "doğru"ydu? Sonunda cismani dünya belirsizleşiyor; nesnesini, bedenini ve hatta "gerçek"liğini yitiriyordu.
Öyle ki hatıralarımızın yerini bile veriler almıştı. Bir doğum günü partisinin fotoğrafı cep telefonumuzda ya da Instagram'da yoksa ne kadar anlamlıydı? Cep telefonu şimdi bizi hem gözetleyip hem yönlendiren bir enformasyon cihazı (infomat!), bizlerse info-manyaklardık! Bir tür yeni "din"e boyun eğmiştik. Ekranlar tespih, her "like" bir "amin"di. Ve "günah çıkarma"daki amaç artık bağışlanmak değil, sosyal medyada görünür olmak, "dikkat çekmek"ti.
ASLINDA KENDİMİZİ KIRBAÇLIYORUZ!
İşin ilginci, kimsenin zorlaması olmadan, bilakis seve seve girmiştik bu boyunduruğun altına... Byung-Chul Han için Foucault'nun yasalar ve yasaklara dayanan "disiplin toplumu" gerilerde kalmıştı. Neoliberalizm çağında interneti "özgürce" kullanıyor, ne yiyip ne içtiğimize kadar her bilgiyi kendi rızamızla paylaşıyorduk. Düşünsenize, bir yakınımız bize telefonunu bir saatliğine emanet etti. Ne kadar ilgilenebilirdik? Ama kendimizinkine 7 / 24 zaman ayırıyor, hiç yorulmuyor, yüksünmüyorduk! İsyan etmek ne kelime, biz bu köleliğe bayılıyorduk!
Han hoca bu durumu Kafka'nın bir paradoksuyla açıklıyordu. Sahibinin elinden kırbacı kapan bir hayvan, kendi kendini kırbaçlamaya başlıyordu! Böylece artık "efendi" oydu!
Akıllı telefonlarla dünyaya yön verdiğimiz hissi bundan farksız mıydı? O ekranda her "şey", "kullanımımıza" hazırdı. İnsanlar bile... Tinder'dan tanışılıp belki sadece "bir gecelik aşk yaşanacak" kişi örneğin... Geçici bir "seks objesi"ydi. "Şey olmayanlar"ın evreninde "öteki" de hızla tüketilmeye müsaitti. "Şey"lerin ardından birey de "hiperenflasyon"a kurban gitmiş, erimiş, sahneden silinmişti.
MUCİZE TOPRAKTA, MUCİZE İNSANDA!..
Görüldüğü gibi Han hoca, içinde bulunduğumuz şartlar hakkında pek iyimser konuşmuyor. Ama ne yapılabilir? İpuçları veriyor. Toprakla ilgilenmek mesela... "Bir mucizedir ve ondaki mucizeyi görmeyen kördür!" diyor. İnsanî faaliyetlerin yeryüzünü yok ettiğini hatırlatıyor, bu gezegenin bir "kaynak" olmadığını vurguluyor. "Hayatı stabilize eden 'şey'ler, yaşamımızın dinlenme yerleridir" diyor, tüketim çılgınlığı yerine sahip olduklarımızın değerini bilmeyi öneriyor. Ve (varsa) bir "kutsal ruh"u ancak ve ancak "öteki"nde bulabileceğimizi belirtiyor.
Yani?.. Hepimizin bir durup düşünmesi, soluklanması gerekiyor. Yataktan kalkar kalkmaz ötmeye başlayan "bildirimler" bize ne kazandırıyor? Her yemek siparişiyle gelen plastik çatallar, bıçaklar çevreyi nasıl etkiliyor? Ve hani o yarım saat geçerli market indirimi var ya... Neden her gün başka adlarla yeniden ve yeniden veriliyor?!
Yıl 2022... Kırbacı derhal elimizden bırakmazsak daha çok iklim krizleri, ucuz yağ kuyrukları, artan enerji fiyatları ve Covid-23'ler, 24'ler, 25'ler bizi bekliyor.