Eğlencenin tasarımı ve arenaları

Romalılardan Vegaslılara eğlence kültürü temelde değişmiş gibi görünse de, pek çok noktada kitlesel eğlencenin içeriği, kurgusu, yani tasarımının temelleri aynı. Eğlencenin teknolojisi ve estetiği değişiyor ve çağımızda üzerimizdeki hegamonyası artıyor.

Antik Roma kentinin kalıntılarını karış karış gezip, sona sakladığım Kolezyum’dan içeri girdiğimde Sezar’ın bir seferinde burada tam 320 çift gladyatör ile birlikte düzenlediği oyunları ve coşku ile barışan kalabalıkları düşlemiştim. Roma İmparatoru, bu büyük eğlenceyi 20 yıl önce, kendi henüz 16 yaşındayken ölen babası anısına düzenlemişti. Bu oyunlar Sezar’ı Romalılar arasında epey popüler hale getirmiş, asıl ismi Flavianus Amfitiyatrosu olan Kolezyum’u da dünya çapında ünlü hale getirmişti.

Antik Roma'da devlet, toplumu bir arada tutmak, ortak değerlerde buluşturmak amacı ile iki geniş kategoride eğlence düzenleme geleneğine sahipti.

Bunlardan ilki tiyatro gösterileri, danslar ve savaş arabası yarışları gibi oyunları kapsayan ludi, diğeri ise gladyatör dövüşleri, vahşi hayvan gösterileri ve diğer olağandışı gösterileri kapsayan munera idi. Ludi ve munera, hemen hemen her zaman dini törenler ve ayinlerle birleştirilir böylece Tanrılara olan sadakat ve adanmışlık hissi tüm izleyiciler ve katılımcılar üzerine yayılırdı.

BÜYÜK VE ETKİLİ BİR KAMUSAL EĞLENCE MERKEZİ: KOLEZYUM

Mimarı bilinmeyen, tasarımında çok büyük yaratıcılık öğeleri içermeyen bu devasa yapının en önemli özelliği büyüklüğü ve yapımının mühendisliği. O dönem için betonarmenin en geniş çaplı kullanımı bu yapıda ilk kez sağlanmış. Sulak zemindeki yapının böylesi bir hacimde ayakta tutulabilmesi için atılan temelinde ciddi bir mühendislik başarısı sergilenmiş. Yapı bu özellikleri ile neredeyse 2050 yıldır ayakta.

İnşaatında Kudüs’ten getirilen yüz bine yakın kölenin çalıştırıldığını öğrendiğimde dehşete düşmüştüm. Yapının yapılma sebebi ideolojik bir ironi içeriyor.

İnşa edildiği alan aslında önceden suni bir göl alanı. Bu gölü, eski Roma imparatorlarından Nero kendine inşa ettirdiği büyük ve görkemli sarayının bahçesine kondurmuş. Bu ihtişamlı saraya ihtişamından ve girişine yerleştirilmiş olan, Nero’nun devasa büyüklükteki bronz heykelinden ötürü Domus Aurea ismi verilmiş.

Takdir edersiniz ki bu yakışıksız ihtişamdan ve parıltıdan Roma halkı hiç de memnun değilmiş. Nero’nun gösteriş merakının yanında başarısız ve acımasız bir imparator olması, çöküşün sebeplerinden biri olarak görülmesine sebep olmuş. Bu nedenle

Nero, İtalya tarihinde “hafızadaki lanet” terimi ile anılır. (damnatio memoriae)

Nero bir keresinde düzenlediği bir kitlesel eğlencede ahşaptan bir kulübe inşa ettirmiş; içine de altınlar ve değerli hazinelerden oluşan eşyalar koydurmuş, sonra bu kulübeyi ateşe verdirmiş. Kölelerin arenanın ortasında yanan bu kulübeden dilediklerini alabileceğini söylemiş; zavallı insanlar yanarak buradan bir şeyler almaya çalışırken tahmin edebileceğiniz üzere pek çoğu alevler ve acılar içinde can vermiş. Bütün bunlar olurken kimi Romalılar bunu eğlence olarak izlemiş ve alkışlamış; kimileri ise bu insanlık dışı gösteriden tiksinip bu imparatordan daha da fazla nefret etmiş.

Nero ile ilgili her şey o kadar kötü ki, inşa ettirdiği görkemli saray imparator ölür ölmez bilinçli olarak unutulmaya terk edilmiş. Kimi yapıtları parçalanmış; malzemeleri başka yapılarda kullanılmış, kimileri sadece tahrip edilerek ortadan kaldırılmış. Sarayın girişindeki devasa heykel ise tam bir muamma. Rivayetlere göre 36 metre yüksekliğinde olan bu parıltılı heykelin akıbeti, tarihteki en büyük gizemlerden biri.

Kimileri kentin uğradığı yağmalarda, kimileri de depremde yok olduğunu savunuyor. Bronzunu eritip kullandığı iddia edilen bir Papa var. Bir başka bilgi Nero'un halefleri tarafından imparatorun çöküşünün bir sembolü olarak görülen bu imparatorun heykelinin, kasıtlı olarak büyük bir toprak yığınının altına gömüldüğünü belirtiyor. Heykelin kendi yok ama kaidesi sonradan bulunuyor. Bu kaide sonradan burada inşa ettirilen ve Romalıların eğlence merkezi olan Kolezyum'un adı haline dönüşüyor..

Unutulmuş sarayın kalıntıları ise günümüzde gezilebiliyor.

Kolezyum bir bakıma Nero'un kendisine ait olduğunu iddia ettiği arazinin kamunun kullanımına geri verilmesinin zaferini temsil eden kamusal bir yapı. İdeolojisi de ironisi de burada.

Yapımı 16 yıl süren Kolezyum’daki gösterilerin tümü ücretsizdi ve düzenlenen gösteri ister ludi ister munera olsun halk buna kayıtsız kalamazdı. Gladyatörleri ile ünlü Roma tarihinde eğlencenin büyük bir kısmını munera, yani çekişmeli ve şiddete dayalı gösteriler oluşturuyordu. Savaştırılan köleler, kurban edilen canlar, kan, yarışma, rekabet devasa amfi tiyatroyu dolduran yaklaşık yetmiş bin kişinin coşkulu naraları arasında gözler önüne seriliyor, bu coşkulu paylaşım anı insanları birbirine kenetliyordu.

Burada olup biten, daha önce ele aldığım oyun temasından oldukça farklı. Oyun içgüdüsel ve yaratıcı bir eylem. Devlet tarafından düzenlenen kamusal eğlencede oyunun saflığını görmek pek mümkün değil. Oyun içten gelen bir dürtü ile oynanıyor; eğlence ise belli bir amaç için tasarlanıyor.

ÇAĞIMIZDA HALA BOĞA GÜREŞLERİ DEVAM EDİYOR

Kolezyum ve orada düzenlenen gösteriler tarihte kaldı belki ama, örneğin devasa arenalarda düzenlenen boğa güreşleri halen düzenleniyor. İspanya’daki birkaç şehir bu gösterileri yasaklasa da halen Madrid, Sevil ve Valensiya’da veya Meksika, Portekiz, Peru, Kolombiya gibi Latin ülkelerinde bu gösteriyi izlemek mümkün. Daha şaşırılacak bir bilgi ise, Güney Fransa’da da halen boğa güreşinin yapılıyor olması! Napolyon’un İspanyol kökenli eşi vesile ülkeye giren ve gelenekselleşen bu vahşi gösteri halen Arles gibi güney şehirlerinde düzenleniyor ve yılda iki milyona yakın izleyici karşılıyor. Fransızların %77’si bu güreşleri istemediği için gelecekte durum ne olur bilmem. Boğa güreşleri için yapılmış arenalarda her defasında binlerce insan bu eğlenceyi izlemeye toplanıyor!

Kitlesel gösterilerdeki şiddet unsurunu bir yana bırakıp kitlesel eğlenceye odaklanmak istiyorum.

HER GÖSTERİ SEYİRCİ İSTER

Tarihin hemen her coğrafyasında sayfalar, icra edenler ile izleyenlerin hikayelerini yazar. Hemen hemen tüm uygarlıklarda bu gösterilerin gerçekleştirildiği yapılar mevcuttur. Bu yapılarda icra edilen her ne olursa olsun her zaman zafer hikayeleri ile örülüdür. Zafer, seyircisiz bir işe yaramaz. Düşüncemi tersinden ifade etmem gerekirse, erkin zaferini ilan etmesi, pekiştirmesi ve bununla tatmin olması için seyirciye ihtiyacı vardır. Benlik ve güç zayıfladıkça zaferi ilan etme açlığı ağır basar; heybetli görünme ve gösteriyi abartma eğilimi belirginleşir. Bu erk, ister bir sporcu, ister bir müzik grubu, ister bir sanatçı isterse de siyasetçi olsun; sahnesinde büründüğü rol kitleleri etkilemek ve izleyicisi ile zaferini ilan etmek içindir.

İzleyicideki durum da farklı değil. İçinde hissettiği eksiklik, boşluk, kafasında cevap arayan sorular ve kalbindeki özlemler fazlalaştığı müddetçe her birey müritleşir ve fanatikleşir. Gruplaşmak ve toplu eylemler bu duyguların tümüne dermandır. Başkalarının zaferlerini izlemek, bu duygulara derman olur; eğlence böylece alanın da verenin de razı olduğu, çift taraflı fayda üreten fonksiyonel bir tasarıma dönüşür.

Fanatikler, yani izleyiciler, bu bağlamda düşünceleri somutlaştıran bir görev üstlenirler. Sahnede oynanana gösterilen coşkulu destek veya olumsuz tepki, bir nevi belirli bir düşüncenin takdiri/reddi, aynı zamanda icracıya olan bağlılık veya ret anlamına da gelir.

Günümüzde milyon dolarlık spor kulüplerinin maçlarından, büyük müzelerde açılan sergilere, pop konserlerinden devasa sergilere kadar tüm etkinlikleri bu çizgide kurgulanmış birer tasarım olarak düşünmememiz için hiçbir neden yok.

1966 yılından bu yana Amerikan NFL’inin final maçı olan Super Bowl turnuvasını, 2023 yılında 70.000 bin kişi yerinde izledi. İçindeki spor karşılaşması dışındaki gösterilerle ve konserlerle birlikte dünyadaki en önemli eğlence etkinliklerinden biri olarak konumlandırılan Super Bowl’un dijital teknolojiler aracılığı ile 113 milyon izleyiciye ulaştığı rapor edilmiş. Bu nicelik sadece etkinliğin anında izlenmesi ile ilgili. Bu tasarımın, viral olan videoları, sosyal medya yansımaları, yarattığı reklam hacmi, oluşturduğu tasarıma dayalı iş hacmi, turizme etkisi ile bu gösterinin “görüntülenme” hacmi 192,9 milyon Amerikalıya ulaşmış (Ref: MarketingCharts ve NRF) Dünya çapındaki yansımasını sanıyorum ölçmek pek mümkün değil.

Açık bir gerçek var: İnsanların mobil ve dijital erişimi artıyor, bu erişim reklam verenler başta olmak üzere bu teknolojilerin içinde var olan herkese ve markaya fena halde yarıyor.

EĞLENCE ARTIK TEKNOLOJİ İLE KARDEŞ

Eğlencenin tasarımı teknolojiden bağımsız düşünülemiyor. Aslında eğlencenin teknolojiye dönüşümü, radyo, televizyon ve sinemanın ortaya çıkışı ile sağlandı. Kaynaklar eğlencenin teknoloji ile buluşmasını Edison’un ilk ses kaydını yaptığı fonografa köklendiriyor (1877) Sesin kayıt edilebilmesi ve dinletilebilmesi ile başlayan bu teknolojik yolculuk görüntünün yayılması ile günümüze dek gelişerek devam ediyor.

Yüz yıldır insanlığı ekran karşısına bağlayan bu teknolojiler, eğlencenin formatını değiştirmiş olsa da aslında içerik antik çağlardan farklı değil. İmparator Nero’nun köleleri yanan kulübedeki altın eşyalara koşturan gösterisinin icra edenler, içerik ve izleyenlerde yarattığı etkiler bakımından aslında televizyonda yayınlanan herhangi bir realite şovdan farkı yok. Eğlence yüz yıldır bizim aynı yerlerimizi dolduruyor veya boşaltıyor. Birileri tarafından tasarlanarak, artık kolayca yatağımıza dek sızabiliyor.

Varoluşumuza kafayı fazlası ile takmış olan Heidegger, 1954 yılında yayınlanan ve teknolojiyi sorgulayan metninde, o günün teknolojileri doğrultusunda felsefi bir sorgulamaya girer. Bu sorgulama bireyden modern insana ve yaşama, tarihin başlangıcından tanrının varlığına ve insan ile tanrı ilişkisine dek uzanır. Heidegger’in buradaki amacı teknoloji için bir tanım yapabilmek ve etkileşimde olduğu alanları sorgulayabilmektir. 20.yüzyılın yetiştirdiği bu önemli felsefeciye göre bilimden ve sanattan ayrı düşünülemeyecek olan teknoloji, aslında gerçeği arama yolunda bir açıklama getirme işidir. Teknoloji, salt gerçek olanı açıklayabilmek için yapılan aksiyonların tümüdür. Teknoloji bir araç değil; dünyayı anlamanın bir yoludur. Teknoloji bir insan faaliyeti de değildir; insan kontrolünün ötesinde gelişir. Son olarak teknoloji tehlikelidir; eğer dünyaya sadece teknoloji penceresinden bakarsak varlığımızı tehlikeye sokar.

Heidegger, 1954 yılından bize seslendiği bu yaklaşımında -sorgulama kavramına verdiği önemi pekiştirircesine- bizi her zamanki gibi sorularla baş başa bırakıyor:

Gerçeklik yaratmak üzere bilimsel arayışlarla kol kola gerçeği arayan teknolojiler, zaman içinde nasıl da evrilip gerçekliği manüpile eden, şaşırtan ve bazen de tümü ile ortadan kaldıran bir şeye dönüştü peki?

EVERYTHING YOU KNOW IS WRONG (BİLDİĞİN HER ŞEY YANLIŞ)

Çağımızda bildiğimizi sandığımız her şey yanlış. Benim de fanatiği olduğum göstericiler var. Bunlardan en belirgini ve sabiti, 14 yaşımdan beri takibinde olduğum ve kişisel gelişimime, dünyaya bakışıma çok büyük etkisi olduğunu bildiğim İrlandalı müzik grubu U2’dur. Buna bu satırlarda birkaç kez değindiğim gibi, bana yeterince yakın olan hemen herkes de U2 fanatikliğimi bilir. Başlığa taşıdığım bu cümle, “Bildiğin her şey yanlış”, grubun 90’lı yılların başında gerçekleştirdiği ve benim de Paris’te izleme ayrıcalığına eriştiğim ZOO TV turunda, günün teknolojisi ile dev ekranlara yansıyan bir slogandı. ZOOTV, çağın ötesinde bir turdu ve bu özellikleri ile dünya tarihinde yerini aldı.

Sıradan müzik gruplarına göre fazlası ile dünya sorunları ile ilgili olan aktivist U2 grubu, bu turunda teknolojiye gönderme yapıyordu. Bunu turun ismi olan “Hayvanat bahçesi Televizyonu” tanımından da anlamak mümkündü. Bono sahnede politikacıları yeriyor, savaşı kınıyordu. Bütün bu gerçeklerin, televizyon başta olmak üzere ana akım medyada nasıl da çarpıtılabildiğine dikkat çekiyordu.

Aradan geçen otuz yıl sonra, teknoloji insanlığı daha da içinden çıkılmaz bir ağ gibi sardı. Eğlence kültürü insanlığın büyük bir çoğunluğu için yaşamın kendisi haline dönüştü. Eğlence araçları daha kısa süreli dikkat gerektiren ve böylece yüzeyselleşen bir formatı dayattıkça insanların sorgulama ve derinleşme becerileri de dört koldan yok olmaya yüz tutuyor. Sistemin dayattığı zor yaşam koşulları içerisinde, birtakım güçlerin tasarlayarak sunduğu eğlence, kitleleri ekran başında birleştirirken, tahmin edilemeyecek ölçü de de bireyselleştiriyor ve yalnızlaştırıyor. Ortak idealde buluşulan temalar daha da çeşitlendi ve bu çeşitlilik gittikçe daha fazla bir parçalanmışlığa işaret ediyor. Heidegger’ın teknoloji tehlikelidir savı, sanki gittikçe daha da değerleniyor gibi.

ÇAĞIN KOLEZYUMU: SPHERE VEGAS

Tekrar U2’yu anmamın bir sebebi var. Pek çoklarınızın bildiği gibi, bir süre öce açılan dev gösteri merkezi Sphere Vegas, geçtiğimiz hafta bir U2 konserine ev sahipliği yaptı. 2.3 milyar dolara mal olan Sphere, küre formunda tasarlanan ve hem içinde hem de dış çeperinde teknolojinin son ürünü LED ekranlarla (16Kx16K) donatılmış bir gösteri merkezi. Amerika’nın son Kolezyumu da denilebilir.

Amerika’nın hemen hemen tüm kentleri bir makinanın fonksiyonel parçaları olarak tasarlanmış ve markalaştırılmıştır; Çölün ortasında sıfırdan yaratılan Las Vegas kentinin işlevi de ülkenin eğlence endüstrisinin sıcak para merkezi olmaktır. Sphere, eğlence kültürün en son teknolojileri barındıran yapısı olarak, bu nedenle burada konumlandı.

Küre’nin hacimsel boşluğuna ses 168.000 hoparlör ile veriliyor ve formun doğal akustiği ile birleşince bu ses deneyimi de bu sürükleyici (immersive) deneyimi destekliyor.

U2’nun konseri bu son çağdaş arenada 29 Eylül gecesi gerçekleştiğinden bu yana, pek çok alanda yankılandı. Yenilik ve farklılık her zaman bunu sağlar. Canlı performans ve eğlence kavramının tümü ile değişeceğini savunanlar oldu; haksız da sayılmazlar. Diğer yandan teknolojiye ve yapıya övgüler yağıp duruyor, ki bunlar da oldukça haklı tepkiler. Grubun ikonik gitaristi Edge Wired dergisine verdiği röportajda ise icracı tarafından farkı bir konuya değiniyor. Konser süresince izleyicilerin yükselen seslerinin müziğin ritmi ile örtüşmediğini fark etmişler çünkü izleyici grubun arkasındaki görüntülerle büyülenmiş bir biçimde bu performansı izlemekteymiş. Edge: “Artık durum tam olarak grup ile ekran görüntüsü arasındaki yumruk yumruğa bir savaş halinde” diyor.

Yerinde deneyimlemek için şimdilik ancak hayaller kurabileceğim bu yeni gösterinin pek çok videosunu ben de pek çoklarınız gibi elimdeki eğlence araçlarından izledim ve rastladıkça izlemeye devam ediyorum. İzleyicilerin durumu izlediğim her görüntüde Edge’in yorumunu destekliyor. Grup sahnedeyken arasındaki görüntü, kenti yok edip, sizi çölde bir gün batımına götürebiliyor veya hemen ardından kendinizi bir fantastik dünya içinde yüzerken bulabiliyorsunuz. Tüm bunlar izleyicilerin ekranlarına kaydediliyor; o sırada canlı performans sergileyen grup zeminde bir yerlerde minicik görünüyor.

Immersive ekran, tam kelime karşılığı Türkçe’de sürükleyici olarak çevrilse de daha fazlasını ifade ediyor. Üçüncü boyut ile ekran yüzeyinden dışarı çıkan görüntüleri ifade eden bir terim. Bu terime dünya da biz de ilk kez sevgili Refik Anadol’un sanat eserleri ile yakınlaştık. Las Vegas’taki Sphere‘in ilk sunduğu görüntülerden biri zaten Refik’e aitti. Exosphere programının ilk sanatçılarından biri olan Refik’in işi 1 Eylül’den itibaren yıl sonuna dek bu yapının dış çeperinden izlenebiliyor.

AKIŞKAN DÜNYAYA HOŞ GELDİNİZ

Yapının büyüklüğü, bu görüntüyü, kentin göz ardı edilemez bir parçası haline getiriyor. Refik’in işlerinde oldukça dominant olan akışkanlık, böylece yapının çeperinden yansıyarak kentsel tasarımı değiştiren bir müdahale olarak da algılanmalı.

Yeni yüzyılın akışkan olacağını daha önce sizlere Akışkan Dünya isimli eski bir yazımda bahsetmiştim. Ellerimizdeki ve evlerimizdeki ekranlardaki görsellik kentsel tasarıma Sphere Vegas ile giriyor. Yapıyı ve bu teknolojiyi sadece eğlence kavramı etrafında irdelemek böylelikle yetersiz kalıyor. Konumuz eğlencenin tasarımı olduğundan, Sphere in kentsel tasarıma olan etkisini bir başka yazının konusu yapmak üzere erteliyorum.

Son olarak teknolojiden, gösteriden, yapıdan ve tüm bunların tasarımından konuşurken, burada gündeme gelen çağdaş kitlesel eğlencedeki asıl protagonistin ekran görüntüleri olduğunu biliyoruz. U2 konserinin görüntülerinin ardında, dünyanın en önemli sahne tasarımcılarından Es Devlin ve sanatçı John Gerrard vardı. Görüntülerin bir bölümünde Elvis Presley’e yer verilmesinin ardında, Elvis’in dünyadaki ilk uydu ile yayınlanan konserin sanatçısı olması yatıyormuş. Görüntüler arasında yer alan turn table ise Brian Eno tasarımı imiş. Es Devlin hayranı olduğum mucizevi bir tasarımcı. Önümüzdeki haftalarda mutlaka onu bu sayfalarda sizlere aktaracağım. Şimdilik yerim kalmadığından burada son veriyorum!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi