Özlem Yalım
DÖNÜŞTÜREN TEKNOLOJİ, DÖNÜŞEN İNSAN
Dijital teknolojilerle dijital olarak dönüşüyor muyuz? Yoksa dijital olarak çakışıyor muyuz?
Yunanca tekhne kelimesi sanat ve zanaat anlamına geliyor. Logia kelimesi ise sistematik düşünme biçimi anlamında kullanılan, kökleri çok eskilerde log yani yük anlamında bir kelime. Yapılan bir işin aktarımı, anlatılması, sisteme oturtulması, bilgi birikiminin ifadesi anlamında. Bu iki kelimenin bir araya gelmesi ile oluşan ve Türkçe’de aynı biçimde kullanılan teknoloji kelimesi, pratik veya bilimsel bir bilginin, metodolojinin uygulaması ve yaygınlaştırılması anlamına geliyor.
Teknoloji kelimesi ilginç, çünkü insanlığın gelişimine paralel olarak kelimenin karşılığı da değişip dönüşüyor. İlk çağlarda el üretimleri yapan zanaatkar insan, bir şeyi nasıl yaptığını anlatırken o üretimin teknolojisini ortaya koyuyordu. Endüstri devrimine kapı açan sanayi üretiminin ilk yıllarında pek çoğu analog olan makineler muhtemelen çok büyük teknolojiler olarak görülüyordu.
İçinde bulunduğumuz bilgi ve internet çağında ise, teknoloji denilince aklımıza nerede ise bu tür şeylerin hiçbiri gelmez, doğrudan dijital teknolojileri anlarız. Böyle düşündüğümüzde örneğin bir yüz yıl sonra, teknolojinin ne anlama geleceğini merak etmekten kendimi geri alamıyorum.
Teknoloji kimilerinin sevmediği bir kavram. Yaşamımız bunca dijital teknolojilerle örülürken, bazı kitleler teknoloji ile ancak mecbur kaldığında buluşmayı tercih ediyor.
Dijital dönüşüm herhalde hepimizin en çok duyduğu kavramlar arasında yer alıyor.
Evet hayatlarımız dijital olarak dönüşüyor ama bunların ne kadarına insanlık olarak entegre olabiliyoruz?
Değişim ve dönüşüm, ortamdaki tüm değerler aynı ölçüde değişim ve dönüşüm göstermediği zaman tam olarak gerçekleşemiyor. Bir ortamın seviyesi her zaman o ortamdaki değerlerin en alt düzeyde olanına eştir. Tüm dünyada eş zamanlı bir dijital dönüşüm gerçekleşemeyeceğine göre, aslında pek de dönüşmüyor, sadece dijital olarak çakışıyoruz.
Örneğin dünyanın en son model bilgisayarını kullansanız ve o bilgisayarda en yüksek kalitedeki görüntülü sunumu hazırlasanız da, bu sunumu paylaşmaya kalktığınız anda bu bilginin aktarımını sağlayacak kablonun ve ara bağlantıların, ortamdaki projektörün veya ekranın teknolojik seviyesi ne ise, sonucu belirleyen faktörler de bunlar.
Son iki yıldır hayatımıza giren çevrimiçi buluşmalarda da benzer bir durum söz konusu. En hızlı internet erişimi ile bağlantı kursanız da, o buluşmada herkes kendi internet kalitesi ve hızı oranında kalite ile bilgiyi alabiliyor; ses ve görüntü bilgisinin kendisine ulaştığı ortam sonucun kalitesinde belirleyici rolü üstleniyor.
AI-Artifical Intelligence yani yapay zekanın önümüzdeki beş on yıl içerisinde insanlığın hayatını tamamen kaplayacağı iddia ediliyor. Açıkçası tüm göstergeler de bu gerçeği gösteriyor. Makineler hızla öğreniyor, dayanıklılık kazanıyor ve hareket etme kapasiteleri artıyor. Veri 5G hızında seyahat ediyor.
Belirli bir bilginin analiz edilmesi, ona karşı sav geliştirilmesi ve bunun uyarlanması için gerekli süreçleri, hamleleri tanımlama ve aksiyon alma hızı yapay zeka ile insanın erişemeyeceği bir seviyeye ulaştı. Bu teknolojileri uygulayan sektörler ve işletmeler, artık ar-ge, tasarım, ürün geliştirme, mimarlık, uygulama, üretim ve bu üretimlerin pazarlanması alanında daha önce akla hayale gelmeyecek ölçüde fark yaratabiliyorlar.
Yazar Timothy Wilson’un belirttiğine göre aslında insan beyninin tek bir anda 11 milyon farklı bilgili algılama kapasitesi var. Beynimiz bu kapasiteyi algılarken, bilincimiz ise bunlardan sadece 40 tanesini algılayabiliyor. İnsan ile yapay zeka arasındaki fark tam da bu noktada. İnsanın bilinci, bedeninde sahip olduğu donanımının kapasitesi ölçüsünde zeki olamıyor; makineler olabiliyor.
İnsan bu kapasitesi ile gelişen teknolojileri algılamakta, onları kullanmakta ve onlardan fayda sağlamakta da güçlük çekiyor. Belirli sistemler, örneğin en basit XRM denilen kullanıcı/ müşteri yönetim sistemleri bile birer teknolojik gelişim olmasına rağmen, ancak bu sistemin kullanıcılarının kapasitesi kadar verim sağlayabiliyor.
Çok severek takip etiğim John Maeda, teknolojinin kolay kısım olduğunu, asıl zorunun insan olduğunu bu nedenle belirtiyor.
Dijital teknolojilerin gelişimi ile mesleklerin tanımı değişti. Bu durum hemen hemen her meslek için geçerli. Salt el üretimi gerektiren bir zanaatkar veya sanatkâr değilseniz, yaptığınız işe dokunan bir teknoloji mutlaka var. Teknoloji dokunduğu her şeyi dönüştürürken, bir yandan da insanın sahip olduğu pek çok özelliği kaybettiriyor. Buna telefon numaralarını hafızamızda artık tutamıyor olmamızı veya klavye kullandığımız için el yazımızın gittikçe bozulmasını en basit ve yaygın örnekler olarak gösterebiliriz. Makinenin akıllanırken insanın aptallaşıyor olması asıl büyük trajedi.
Her dijital dönüşüm bu bağlamda aslında insanın dönüşümü demek. Bu nedenle belki de insanları makinelerden daha çok irdelemeli. Teknoloji büyük adımlar atarken insanlar fakirleşiyor, hayatları onlar fark etmeden yönlendiriliyor ve erdemleri bakımından da yozlaşıyor. İnsanlık makineleri zeki hale getirmek için çalıştığı ve çabaladığı kadar, kendi ırkını ve sistemlerini iyileştirmeye, etik ve ahlaki bakımdan kalkındırmaya, adil ve yaşanabilir düzenler kurmaya yönelseydi, kuşkusuz bugünkünden daha verimli, daha gönençli ve daha zeki bir varlık olurdu. Oldukça heyecanlı bir çağ. Gelecekte neye dönüşeceğimizi merakla bekliyorum.