Bülent Vardar
Doktorluktan siyasete ve sinemaya ulaşan bir yolculuk: Nasipse Adayız!
Ercan Kesal bir koltuğa iki karpuz sığdıran çok yönlü bir sinemacımız. Aynı zamanda yazar da olan Kesal’ın yayınlanmış kitapları var. “Nasipse Adayız” da Ercan Kesal’ın bir kısa romanı (novella). Kesal, ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesinde kısa romanının sinemaya uyarlamasıyla karşımıza geliyor
Ercan Kesal, sinemamızda son yıllarda üretken bir sinemacı kimliğiyle dikkati çekmekte. O da Cüneyt Arkın, Mustafa Altıoklar ve Ahmet Boyacıoğlu gibi doktor kökenli. Tıp fakültelerinden doktor hariç her şey çıkar sözünü doğrularcasına, Kesal da yaşamının içine sinemayı da katarak, Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği “Uzak” filmiyle oyunculuğa başladı. Daha sonra Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan ile senaryosunu yazdığı “Bir Zamanlar Anadolu’da” Muhtar rolünde oynadı. Yönetmenliğini Mahmut Fazıl Çoşkun’un yaptığı “Yozgat Blues” (2013) isimli filmdeki oyunculuk performansıyla 20. Altın Koza Film Festivali (2013) ve 32. İstanbul Film Festivali’nde (2013) “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerini aldı. Bu süreci, senaryo yazarı olarak da sürdürüp en son “Nasipse Adayız” isimli filmle kendi çıtasını bir üst aşamaya koyarak şimdi yönetmenliğe yelken açma noktasında Kesal…
İçinde bulunduğumuz olağandışı pandemi koşullarında, bir yandan “yeni-normal”leşme süreciyle birlikte her şey yolundaymış gibi yaşam devam etmekte gibi görünse de en azından sinema sektörümüz için bu normalleşme henüz başlamış değil. Vizyona girmesi beklenen dünya sineması örneklerinin de vizyona giriş tarihlerinin ötelendiği şu günlerde, sinema sektörümüz gerek yeni projeler, gerekse de vizyona girecek filmler açısından benzer süreçleri yaşamakta. Bu bağlamda online sürdürülen film festivalleri aracılığıyla olsa da yeni filmleri izleme olanağının bulunması önemli…
Bir Koltukta İki Karpuz
Ercan Kesal, bir koltuğa iki karpuz sığdıran çok yönlü bir sinemacımız. Aynı zamanda yazar da olan Kesal’ın, yayınlanmış kitapları var. “Nasipse Adayız” da öyküyle roman arasında tanımlanan, Ercan Kesal’ın bir kısa romanı (novella). Kesal, Altyazı sinema dergisine verdiği mülakatta (04.02.2020), 2000’lerin başında henüz sinemaya adımını atmamışken, doktor olarak atıldığı siyaset yolculuğunu Nasipse Adayız ismiyle romanlaştırdığını belirtmiş. Onun sinemamızın önemli yönetmeni Metin Erksan hakkında “Kendi Işığında Yanan Adam: Tanıdığım Metin Erksan” isimli bir kitabı da var. Kesal, ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesinde, yaşamından izler taşıyan romanı Nasipse Adayız’ı sinemaya uyarlamış…
“Nasipse Adayız”, ülkemiz siyasetçilerinin ana hedefi iktidar olma mevzusunu anlatıyor; aynı zamanda toplumsal zihniyetimizin ipuçlarını da yansıtan minimalist bir sinema örneği olarak dikkati çekiyor. Yönetmen Kesal aynı zamanda filmde canlandırdığı, belediye başkanlığına aday olan Dr. Kemal Güner gibi, benzer bir geçmişten geldiği için, karakterini canlandırmada yabancılık çekmemiş. Hatta oyuncu arayışı sürecinde çok bildiğim birini, neden kendimi oynamıyorum demiş.
Çok Partili Yaşam ve Demokrasi Süreci
Ülkemizin çok partili yaşama geçmesinin üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. Bu süre Batı ülkelerine kıyasla kısa sayılsa da Ortadoğu coğrafyasında, zengin ve güçlü bir deneyim anlamına gelmeli!.. Ülkemizde siyasi mücadeleye, iktidar olma hırsına Ercan Kesal bir aydın sıfatıyla bu filmiyle önemli bir parantez açıyor. Özellikle 1950’den sonra çok partili yaşama geçiş ve aslında 2.Dünya Savaşı sonrasında ekonomileri bozulmuş ülkelere Sovyetler Birliği’nin komünizm ihraç etmesini önlemek amacıyla ortaya çıkan ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı’nın adını taşıyan Marshall Planı bağlamında başlayan “sanayileşme hamlesi”, ülkemizde köyden kente göçün de önünü açmıştı. Bu göç salt iç-göçü değil aynı zamanda başta Almanya olmak üzere yabancı ülkeleri de kapsamaktaydı. Nüfusumuza oranla istihdam olanaklarının kısıtlı olması, tarım ve hayvancılık bağlamında kırsal coğrafyalardaki yaşamın ekonomik olarak yetersizliği, insanları arayışlara sürükledi. Göç olgusu azalmak bir kenara günümüzde de ulusal ve küresel düzeyde önemli sorunların başında geliyor.
Orta Çağ sonrasında egemen bir sınıf ve üretim ilişkilerinin belirleyicisi olan burjuvazinin ve kapitalizmin dünya sahnesine egemen olmaya başlaması, kentleri yeryüzünde modern yaşamın sembolleri haline getirdi… Göç olgusuyla şehirlere hücum, şüphesiz bir kültürel transformasyon içinde gerçekleşmediğinden, ülkemizde çoğu şehir ve başta İstanbul, iri kasabalara dönüştü; hemşerilik ilişkileri, taşranın dünya görüşü kent yaşamını da şekillendirdi.
İktidar Hırsı
“Nasipse Adayız” filminde Ercan Kesal, yukarıda özetle aktardığımız süreçten beslenen ilişkilere objektifini çevirmiş. Ana karakterin doktor olması sanatçının biyografik geçmişinden kaynaklanmakla birlikte toplumsal yaşama katılım açısından dinamizmleri yüksek olan doktorların da iktidar virüsünün bulaşıcılığından nasibini aldıklarına gönderme de yapılıyor sanki…
Seçilen semt ve toplumsal yaşamın örüntüleri öykünün gerçekçiliğini oluşturmakta öne çıkan argümanlar olmuş. Ercan Kesal, hafızanın önemli olduğunu vurgulayarak yıllar önce kendisinin siyasete soyunduğu semtteki düğün salonunu bulmuş ve onu gerçekten takdim eden kişiyle, ilgili sahneleri çekmiş. Doktor olarak ana karakter Kemal Güner, sınıf atlasa da yaşamın kodlarından sıyrılamamış biri. Kesal, bu sürecin çok zor olduğunun altını çizmiş Altyazı’daki söYleşisinde:
“İnsan sadece bilmem nereye başkan olmak için, ‘halkına hizmet etmek’ gibi ulvi bir sebebin arkasına sığınarak bu kadar aşağılanmaya razı olamaz bence, olmamalı. Oluyorsa başka bir derdi vardır. Ben o derdin iktidar olduğunu düşünüyorum…
“Nasipse Adayız”, sınırlı mekanlarda çekilen ve siyasi mücadele içine girmiş bir doktorun belediye başkanlığına adaylığının ilan edilmesiyle ilgili bir gününü anlatan ve kimi zaman belgesel lezzetinde, insan ilişkilerine seyirciyi davet eden bir film. Bu bağlamda bir belediye başkan aday adayının yaşamının en kritik gününü anlatmak gibi zor bir işe, ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesinde soyunmuş Ercan Kesal… Diğer yandan, tek güne yoğunlaşan olay örgüsü tekrar duygusu yaratarak sarkma hissi uyandırsa da bu duygunun uyanmasında filme hâkim olan plan sekansların payı olduğunu da vurgulamak lazım.
Yönetmen, kendisiyle derdi olan insandır
Oyunculuk açısından ise özellikle Ercan Kesal’ın yarattığı Dr. Kemal Güner karakterinin altını çizerken Kemal’in eski eşi Figen karakterini ise, Kesal’ın oyuncu eşi Nazan Kesal’ın canlandırdığını ekleyelim. Daha önce filmi minimalist olarak tanımlasak da Ercan Kesal Altyazı dergisindeki söyleşisinde Berke Göl’e, filmin yapım süreciyle ilgili şunları söylemiş: Mevlüt sahnesini, dayanışma gecesini ve sünnet düğünü sahnesini üç büyük prodüksiyon olarak düşünebiliriz. Toplamda 840 figürasyon kullanmışız. Aslında dev bir iş!..
Filmde anlatılan öykünün ve olguların gerçeklik duygusunu pekiştirmekte, görüntü yönetmeni ve yönetmen iş birliğinin payı da çok büyük. Ercan Kesal, Altyazı’ya verdiği mülakatta bu iş birliğinden de şöyle bahsediyor:
“Romen görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu’yla çekimlerden önce dört hafta aralıksız çalıştık, yani en az set süresi kadar ön hazırlık yaptık. Bütün mekânları tek tek gezdik. Nasıl bir resim istediğimi, nasıl bir kamera hareketi istediğimi, nerede hangi ölçeğe başvuracağımızı önceden uzun uzun konuştuk. Özellikle karakterin kendine döndüğü, kendiyle hesaplaştığı anlarda yakın planlara, benden vazgeçmeyen bir kamera kullanımına başvurduk. Kalabalığın ortasında yalnız olduğu, onu diğerleriyle birlikte görmek istediğimiz zamanlarda ise geniş planları tercih ettik. Beni en iyi anlayanlardan biri Barbu Balasoiu oldu…”
Ercan Kesal, Altyazı söyleşisinde neden sinema yaptığını da şöyle açıklamakta:
“Yönetmenin kendiyle ilgili bir derdi olduğu için sinema yaptığına inanlardanım. Ama ‘ben kendim için sinema yaparım’ ifadesi bunu açıklamaya yetmez bence. Kendi yolculuğumun, kendi sıkıntılarımın, kendi çabamın kendimle sınırlı kalmayan evrensel bir şey olduğu inancıyla sinema yapıyorum…”
Kolaylıkla teatral anlatım tuzağına düşebilecek bir film olan Nasipse Adayız’da, ana karakteri ve anlatacağı öyküyü görselleştirme açısından oldukça başarıyla irdeleyen görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu’nun, gündelik yaşamın sıradan mekanlarını, sinematografik mekanlara ve atmosfere dönüştürme başarısını gösterdiğini ekleyelim.
Filmin, dünya prömiyerini 49. Rotterdam Film Festivali’nde (2020) yaptığını anımsatalım. Ayrıca geçtiğimiz günlerde İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde online gösterilen “Nasipse Adayız”, 28 Temmuz 2020 gecesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde yapılan ödül töreninde “En İyi Yönetmen”, “En İyi Kurgu” ve “Fipresci Ödülü Ulusal Yarışma” ödüllerini aldı. Bunlar, Ercan Kesal’ın ilk uzun metrajlı yönetmenlik çalışmasıyla dikkatleri üzerine çekmiş olduğunu ve fark yarattığını düşündürmeye yetiyor.