Dinbazlığın Seyir Defteri: İstanbul Sözleşmesi’nden ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ne

Kanadalı yazar Margaret Atwood’un aynı adlı romanından uyarlanmış ve edebiyatın 21’inci yüzyılda yoluna dizilerde devam ettiğinin nadide bir örneği olarak kaydedilebilecek “Damızlık Kızın Öyküsü” (The Handmaid’s Tale), şu ara yayınlanmakta olan 5’inci sezonunun ardından seneye 6’ıncı ve final sezonuyla noktalanacak. İzlemediyseniz, çok daha geç olmadan bir an önce izlemeye başlayabilirsiniz. Ya da isterseniz onun “hakikî”sini bulunduğunuz topraklarda izlemeyi, yaşamayı, deneyimlemeyi de tercih edebilirsiniz!..

“Ve Raşel, Yakub’a çocuk doğurmadığını görünce Yakub’a dedi: Bana çocuklar ver, yoksa ölürüm. Ve Raşel'e karşı öfkesi alevlenip Yakub dedi: Ben, rahmin semeresini senden esirgeyen Allah’ın yerinde miyim? Ve Raşel dedi: İşte, cariyem Bilha, onun yanına gir; ta ki dizlerinin üzerinde doğursun da, ondan çocuklarım olsun. Ve cariyesi Bilha’yı karı olarak ona verdi; ve Yakub onun yanına girdi. Ve Bilha gebe kaldı ve Yakub’a bir oğul doğurdu. Ve Raşel dedi: Allah davamı gördü ve sesimi de işitip bana bir oğul verdi. Ve Raşel’in cariyesi Bilha yine gebe kaldı, ve Yakub’a ikinci bir oğul doğurdu” (Tekvin, 30/1-7).

Kanadalı yazar Margaret Atwood’un aynı adlı romanından uyarlanmış ve edebiyatın 21’inci yüzyılda yoluna dizilerde devam ettiğinin nadide bir örneği olarak kaydedilebilecek “Damızlık Kızın Öyküsü” (The Handmaid’s Tale), yukarıdaki şekilde Eski Ahit'te yer alan anlatıdan çıkış bulmuş bir totaliter din devletinin distopik-trajik hikayesi...

Kurguda izlediğimiz, çok yabancısı olduğumuz bir şey değil: Yakın zamanda yayımlanmış kitabıma* referansla söylersem, yeryüzüne ölüm, “insan marifeti” ile inmiş ve çevre kirliliği sonucu yaşanmaz hale gelen dünyada kısırlık insan soyunu kuruma noktasına getirmiştir. Elbette sebep, “kâr-büyüme-kalkınma” zehriyle gözü de aklı da kalbi de kör olmuş ekonomi-politik işleyiştir, ama hep olduğu üzere “Çoğunluk” için bu büyük resmi görmek pek mümkün değildir. Dolayısıyla “suçlu” olarak işaret edilenler, tarihte benzeri felaket dönemlerinde hep olduğu üzere “en lanetli öteki” sayılanlar, yani kadınlar ve eşcinsellerdir.

“Yakub’un Oğulları”nın tohumlama ayini

Bu doğrultuda kendilerine “Yakub’un Oğulları” adını vermiş fundamentalist-fanatik bir kült örgütlenmesi, ABD’de bir iç savaşa yol açar, ardından yönetimi ele geçirir ve hükmünü icra etmeye başlar. Artık kadınlara özgürlük, eşitlik, iş ve kariyer hak getiredir. Uysal-ezik varlıklar olarak erkeğe, domestik bir eş olarak kocaya ve en trajiği, hâlâ doğurgan iseler de “damızlık” olarak tecavüz ve tecavüzcüye tâbilik, onların “mutlu” yazgısıdır. Akış içinde vurgulandığı üzere onlar için “huzurla yaşayabilecekleri biyolojik kader”, çocuk yapmaktır.

Böylece hâlâ doğurgan olan kadınlar yakalanıp, “önceki zaman”daki konumlarına bakılmaksızın, işlerinden, ilişkilerinden, eşlerinden ve evlatlarından koparılıp “damızlık” köleler olarak düzenin kurucu-yönetici seçkinlerinin evlerine dağıtılırlar. O evlerde yöneticiler tarafından, onların kısır eşlerinin dizlerine yatmış vaziyette ve kutsal kitaptan yukarıda aktardığımız “Yakub, karısı Raşel ve Raşel’in hizmetçisi Bilha”ya dair bölüm okunarak, “ayinsel” çerçevede döllenirler.

Cinsiyete ihanet edenler

Ayrıntılara daha fazla girerek diziyi izlememiş olanlara haksızlık yapmak istemiyorum, ama kaydetmeden geçmemek gerekir ki yeni düzende okkanın altına en çok gidenler, kadınlardan öte eşcinsellerdir. Eski Ahit’teki anlatıya dayalı yeni tanrısal düzen, yeryüzünü kıyamete çeviren gidişatın faturasını esas onlara kesmiştir. Dolayısıyla kadınlara eş, damızlık ya da sıradan hizmetçi olmak reva görülürken eşcinseller “cinsiyet-haini” (gender traitor) sayılarak ölüme mahkumdurlar ve onlara yönelik nasıl korkunç bir temizlik harekâtı yürütüldüğünü bölümler boyunca sık sık izleriz.

Yine de bu yeni dinî ve arî düzen içinde bile “ayrık otları” vardır ve bir yeraltı direniş hareketi içinde yer alan, “eski zaman”da seçkin kariyer sahibi  (biyoloji profesörü) lezbiyen bir kadın, ifşa olup “cinsiyete ihanet”ten ölüm cezasına çarptırıldığında “damızlık” olması nedeniyle idam edilmez. “Çünkü Tanrı onu çocuk doğurmak için göndermiştir.”

Dolayısıyla bu “doğurgan cinsiyet-haini”ne yardımcı olunur. Onu dürtülerine yenik düşüren sorunu, hem de gayet “ufak” olan sorunu çözülür. Cerrahi müdahale ile klitorisi alınarak…

İzlemek ya da yaşamak… Mesele bu!

“Damızlık Kızın Öyküsü” beş yıldır devam eden bir dizi ve şu ara yayınlanmakta olan 5’inci sezonunun ardından seneye 6’ıncı ve final sezonuyla noktalanacak.

İzlemediyseniz, çok daha geç olmadan bir an önce izlemeye başlayabilirsiniz.

Ya da isterseniz onun “hakikî”sini bulunduğunuz topraklarda izlemeyi, yaşamayı, deneyimlemeyi de tercih edebilirsiniz!..

Erdoğan’ın tahriki, Kılıçdaroğlu’nun teklifi

Türkiye’de geçtiğimiz haftaya damga vuran gündemi şu başlık altında özetlemek mümkün: “Başörtüsüne özgürlük Gökkuşağına yasak…” (Tabii bunlara bir de “Alevi’ye denetim”i eklemek mümkün ama o, bu yazının konusunun dışında.)

Her şey Kemal Kılıçdaroğlu’nun pazartesi günü “Başörtüsü özgürlüğünü kanunla düzenleyelim” önerisi ve ertesi gün bu hususta CHP’nin kanun teklifi ile başladı. Ama tabii bunun da bir öncesi olduğunu unutmamak lazım. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun bu önerisinden tam bir hafta önce Tayyip Erdoğan AKP kadın kollarına hitap ettiği bir toplantıda CHP’ye yönelik şu sözleri sarf etmişti:

“İşte şimdi CHP ne yapıyor? Bakıyorsunuz, sembolik olarak her zaman yaptığı gibi istismar… Birkaç tane başörtülüyü işte nereden buluyorsa buluyor, gidiyor yakasına bir rozet takıyor, bak işte biz sizden yanayız. Buradan ben o kardeşlerime de sesleniyorum: gelmeyin bu oyuna!..”

Bu sözlere Kılıçdaroğlu hemen bir sosyal medya mesajıyla mukabelede bulundu ve Erdoğan’ı başörtülü kadınları “tane”, “iş”, “sembol”, “konu mankeni” diye aşağılamakla, daha genel olarak da onları siyaseten kullanmakla itham etti. Sonra araya hafta sonu “Altılı Masa” buluşması girdi ve hafta başında da CHP liderinin başörtüsü özgürlüğüyle ilgili kanun önerisi geldi.

CHP başörtülü aday gösterecektir

Dolayısıyla zamanlaması doğru muydu yanlış mıydı diye hâlâ tartışılan Kılıçdaroğlu’nun çıkışını asıl tetikleyenin Erdoğan’ın bir hafta önceki sözleri olduğu tahminini yürütüyorum. Gündemde çok daha önemli-öncelikli nice konu varken yapılan bu çıkışın ise yersiz olup olmaması bir yana, etkisiz olduğu kanısındayım.

Çünkü söz değil, eylem ikna edicidir. Bugün böyle bir çıkış yapmak yerine seçim yaklaşıp milletvekili listeleri belirlenme aşamasına gelindiğinde CHP’ye üye başörtülü kadınlardan (elbette liyakat temelinde) aday göstermek, CHP’ye yönelik muhafazakâr kamuoyunda var olduğu söylenen kaygıları çok daha etkili şekilde bertaraf ederdi. Daha doğrusu, edecektir.

Çünkü ben hâlâ CHP’nin bu doğrultuda bir yönelimde bulunacağını ve seçim sürecinde başörtülü milletvekili adayı çıkaracağını kuvvetle tahmin ediyorum.

Başörtüsüne yasal güvence, ‘Gökkuşağı’na yasal yasak

Her neyse, olan oldu ve kimilerince gol pası olarak değerlendirilen bu teklif karşısında Erdoğan, amiyane tabirle “madem öyle-gel böyle” dercesine düzenlemeyi anayasa düzeyinde yapma önerisi patlattı. Üstelik araya, “Gelin, aile kurumunu güçlendirmek için de ilave değişiklikler yapalım”ı da sıkıştırdı.

Bunu duyar duymaz eyvah dedim, iş başörtüsüne özgürlüğe yasal güvenceden “Gökkuşağı”na yasağa yasal garantiye gitti gidiyor.

Öyle de oldu. Cuma günü Prag dönüşü AKP reisi baklayı ağzından çıkararak partisince hazırlanan anayasa değişikliği teklifine ilişkin bakın neler dedi:

“Aile filan, hepsi bu işin içinde. Öyle bir şey yapıyoruz ki hadi bakalım görelim seni. Bu işte ne kadar samimisin, değilsin!.. (…) Aile kavramı bizim olmazsa olmazımız. Çünkü son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular. LGBT’yle birlikte de bizim aile yapımızı bunlar dejenere etmenin gayreti içerisine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız. Biz kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz zaten. Burada da çıksın bakalım neresinden savunacak onu da görelim.”

İşte buyurun, seçim sath-ı mâilinden “Damızlık Kızın Öyküsü”nün sath-ı mâiline!..

LGBTİ+ hakları, insan haklarıdır!

LGBTİ+ kimlik ve kültür ne yazık ki bu memlekette muhafazakârından modernine, sağcısından solcusuna, Türkçüsünden Kürtçüsüne hak ve özgürlükler meselesinin yumuşak karnıdır.

Ataerkil, maşist, homofobik ve heteroseksist kültürel basınç altında özellikle siyaset sahnesinde gür sesle “LGBTİ+ hakları, insan haklarıdır” diyebilen azdır.

“Altılı Masa”nın sağ bileşenlerini hiç konuşmaya gerek yok, sosyal demokrat bir kitle partisi için dahi hareket serbestisinin çok fazla olmadığı, bahsi açıldığında ya da görüş beyan etmek gerektiğinde o cenahta da paralize olunan bir konudur bu.

Dolayısıyla “gollük pas” mıdır değil midir, bunu tartışacak değilim, ancak Erdoğan, elbette her halükârda gündeme getireceği bu meşum mevzuyu Kılıçdaroğlu’nun başörtüsünü gündeme taşımasını fırsat bilerek öne çekti.

Başörtüsü hakkını yasallaştırma teklifini “Gökkuşağı” hakkını yasaklama hedefine evriltti.

“Kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz” sözüyle de laik-özgürlükçü-demokrat muhalefete önümüzdeki süreçte nereden vuracağını ayan-beyan belli etti.    

Cadılaştırılan LGBTİ+

Her daim böyle olmuştur. Avrupa’da Orta Çağ’dan Yeni Çağ’a giden yolda kokuşmuş-çürümüş feodalitenin iktidar sahibi Katolik dinbazlık, halk kitlelerinin içinde bulunduğu sefil-perişan koşulların ana sorumlusu kendisi olduğu halde insanların başına gelen bütün felaketlerin doğa ile sarmaş dolaş bir inanç ve hayat biçimine sahip Cadılar yüzünden olduğu propagandasını yaptı, yaygınlaştırdı. Böylece cadı avlarının önünü açtı, ezici çoğunluğu kadın yüzbinlerce masum insanın kanına girdi. Ve çoktan bitmiş iktidarını bir-iki yüzyıl daha sürdürdü.

Şimdi de kokuşmuş-çürümüş ve yeryüzüne ölümü indirmiş kapitalizmin güdümünde, “İnşaat ya Resulallah”** şiarıyla yol alan İslamcı dinbazlık bu topraklarda halihazırda insanların içine düştüğü derin yoksulluğun baş müsebbibi kendisi olduğu halde, dikkatleri dağıtmak için hiç kimseye zararı olmayan, kimseye yaşam biçimini dayatmayan LGBTİ+’ları “dejenerasyon” sebebi olarak işaret ediyor.

Onları cadılaştırarak hedef tahtasına oturtuyor.

Ve düşünmesi bile korkunç cadı avlarına ortam hazırlıyor.

Böylece İstanbul Sözleşmesi’nin feshinden sonra şimdi bir de olası LGBTİ+ izalesine doğru, hep beraber adeta “Damızlık Kızın Öyküsü”nün yerli sürümünün seyrine bakma noktasına geliyor gibiyiz.

Üstelik bu, orijinalinden de gerçek bir hikâye!..

­­­­_______________________

*Tayfun Atay, Yeryüzüne Ölümü İndirdik Gülüm: Homo Demonus Üzerine Antropolojik Serzenişler, Oğlak Yayınevi, 2022.

**Tanıl Bora (Der.), İnşaat Ya Resulullah, Birikim/İletişim Yayınları, 2016.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi