Tayfun Atay
‘Dikili ağaç’, yahut sözde ‘irşat’tan özde ‘Kürşat’a AKP dinbazlığı
Kürşat Ayvatoğlu, aralarında alâka ve aşinalık da bulunan iki dinamiğin, kişileştirmek gerekirse, “Erdoğan Türkiye’si” ile “Acun-Ilıcalı Türkiye’si”nin kültürel-ruhsal-zihinsel birleşiminden doğuş bulmuş bir genç… Çalışmak yerine güce yanaşarak, düşünmek yerine kendini göstererek, emek vermek yerine nüfuzlu kişiler tanıyıp hızlıca çevre edinerek var olma yolunu seçmiş o. AKP’li görünerek “yırtma”yı hedeflemiş.
Tayyip Erdoğan’ın özellikle CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklenirken ağzından hiç düşürmediği bir söz var, biliyorsunuz, “Bunların bir dikili ağacı bile yok” şekilde.
Bu söz, maddi bakımdan yapılıp edilenlere, yani yollar, köprüler, tüneller ve benzeri betonarme kalkınma göstergelerine vurgu amacıyla kullanıma sokulur gibi görünse de ben AKP liderinin bu lafzının aslında hem kendisine hem de temsil ettiği ekonomi-politik iktidar ağının niteliğine ilişkin çok şey anlattığını da düşünüyorum.
İkide bir gayet rahatlıkla sarf edilen “Bunların bir dikili ağacı bile yok” sözü sadece muhalefete dönük küçümseyici-aşağılayıcı bir eleştiri olmanın ötesinde, toplumun büyük çoğunluğunu da bağlayan acı, yakıcı ve elbette yargılayıcı bir çınlamaya yol açıyor benim kulağımda-zihnimde.
Dindarlıkta üstüne toz kondurmayan, ömrünü İslam’a referansla siyaset üretmeye adamış bir şahsiyetin dilinden hiç düşmeyen bu söz, o şahsiyetin hakikatine, özüne, iç yüzüne vakıf olma açısından önemli bir ipucu kanaatimce.
Çünkü “dikili ağaç” sizin için bu kadar mühimse, bir değer kriteri ise ve “dikili ağacı olmayanlar”ı da bu kadar hiçe sayıyor, meydanlarda değersizleştiriyor, olumsuzluyorsanız, sizin yoksulu gözettiğinize inanmak hayli zordur.
Dikili ağacı olanlardır kıymetlileriniz… Elbette en çok gözetecekleriniz, kollayacaklarınız, üzerine titreyecekleriniz de dikili ağacı olanlar olacaktır.
Yoksula “Rabb”, zengine rant
Memleketin emeğiyle, alın teriyle, helal lokma peşinde gece gündüz çalışanlarının büyük kısmının dikili ağacı yok. Ya da varsa da bir ömrü, hayatlarının en güzel yıllarını tükettikten sonra hasbelkader var.
Ve siz onlardan “Allah’ın selâmı üzerinize olsun” diyerek; “Rabbim yâr ve yardımcınız olsun” temennisinde bulunarak; Kur’an tilavetiyle, “Aşr-ı Şerif” okumalarıyla, “Şefaat ya Resulullah” dokundurmalarıyla oy devşireceksiniz…
Amma ve lakin, dışı ne derse desin içten içe adeta “Şantiye ya Resulullah”, “Rantiye ya Resulullah”, “Sermaye ya Resulullah” dercesine memleketin hemen her yanında betondan dikili ağaçlarını kat be kat artırma derdinde olanlara; milletin orasına burasına tasallutu dillerine şen-şakrak dolayanlara ve “Bakara-makara”cılara hizmet, terfi, fırsat sunacaksınız!..
Özcesi, yoksulluğu yönetecek, onu gidermek yerine regüle edecek, buna mukabil zenginliği gözetecek, ona gözünüz gibi bakacaksınız.
Çözümlenmesi yolunda anahtar kelimeyi “dikili ağaç” olarak önerdiğimiz bu iktidar pratiğini Kürşat Ayvatoğlu çok iyi kavramış ve bu kavrayış doğrultusunda 21 yaşında Kastamonu’da AKP’li belediyeye kapağı atmış. Oradan da Ankara’ya Genel Merkez’e “yürümüş”, kendi deyişiyle, güçlü insanlarla tanışıp daha hızlı bir şekilde ilerlemek için…
İrşat dediler, “Kürşat” yetiştirdiler
Lüks arabada “pudra şekeri” çekerken basılmasıyla gündem olan Ayvatoğlu, DW Türkçe’de Nevşin Mengü’ye 28 yıllık hayatında ikbal arayışında gerçekleşmiş AKP etiketli dönüm noktalarını anlatırken “Ben başarı hikayesi olan biriyim” diyor.
Dinlediklerimizden anlaşılan o ki Kürşat, makûs talihinden mamur mu mamur bir tarih yaratmış kendine…
Burada Marx’ın unutulmaz sözünü hatırlamak ve hatırlatmak gerek: “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar” (K. Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, Çev. T. Bora, İletişim, 2010).
Kürşat da tarihini kendisi yapmış. “Verili koşul” ise AKP.
Elbette hemen itiraz kaydıyla sorulacaktır, peki AKP’yi kim yaptı diye…
AKP de hiç kuşkusuz kendi tarihini kendisi yaptı ve/fakat dolaysızca önünde bulduğu, geçmişten devreden verili koşullarda yaptı. “Verili koşul” yine belli: Sermaye/Pazar/Para.
Bu yüzdendir ki AKP “İrşat” diye diye koyulduğu yolda “Kürşat”lara vardı, onları var etti.
İrşat, bir maneviyat reçetesidir. “Kürşat” ise maddiyat nişanesi.
İrşat, takva gereğidir. “Kürşat”, masiva (yalan-dünya) ereği.
İrşat, zühdî istikamet, “Kürşat” nefse teslimiyet.
Ve irşat, 2000’ler başında yola koyulmuş AKP kervanının sözüm ona ütopyasıyken, “Kürşat” onun “distopik” hali pürmelali.
AKP-MESH sentezi: “Kürşat”
Kürşat Ayvatoğlu DW Türkçe’de ayrıca diyor ki “Ben bir lider sevdim ve onun yolunda hizmet etmek istedim. Ama yaşamayı da çok seviyorum, sigara da kullanıyorum, alkol de kullanıyorum”.
Art arda şu iki cümle bile 2000’ler dönümünden itibaren bu toprakların ekonomi-politik ve kültürel-ideolojik gidişatında öne çıkan iki dinamiğin, aynı dönemin gençliği Y-kuşağının bir temsilcisi olarak Kürşat’ta nasıl bir senteze uğradığına iyi bir örnek oluşturmakta.
2000’ler başı bu topraklarda karşımıza bir siyasi dinamik olarak AKP ve Erdoğan’ı çıkardı. Onları var eden verili koşullardan da yukarıda söz ettik.
Diğer dinamik ise yine 2000’ler başından itibaren sade vatandaşı da “vitrin”e, ekranın anaforuna, görünme arzusuna-tutkusuna çeken bir “matriks” olarak görsel kitle kültürüdür. Onun verili koşulu da “MESH” (Medya-Eğlence-Show) endüstrisi dolayımıyla elbette yine Sermaye/Pazar/Para.
1990’larda özel televizyonlarla önü açılan kitle kültürüne endeksli gündelik hayat akışı, 2000’ler başından itibaren televizüel çerçevede “sıradan insan”ı şöhret yanılsamasına sokan realite-şov” çığırına evrildi. Oradan da 2010’lar dönümünde internet ortamının başatlaşması ve “dijital yeni normal” marifetiyle sosyal medya ve “mobil kültür”e rota kırıldı.
İşte Kürşat, böylesi bir siyasal-kültürel iklimde nefes alıp verdi, gürbüzleşti, yetişti ve kendi kuşağının ortalamasında hayli yaygın “Of, ne yapsak da yırtsak” sorusuna cevabı, yukarıda kaydedilen iki dinamiği sentezlemekte buldu.
O yüzden hem “Ankara’da hızlı bir şekilde ilerlemek, insan tanımak için [AKP] Genel Merkez’e geldim” diyor; hem de diyor ki “Ankara’ya geldiğimde büyük siyasi liderlerle daha fazla temas ettiğim için Instagram’da oluşturmuş olduğum imaja inanılmaz teveccüh artmaya başladı; 30 bin takipçim var; hepimiz sosyal medyada kendi imajımızı yaratıyoruz; ben de sosyal medyada kendimi olduğumdan çok farklı gösterdim…”
Dindar değil, “cindar” nesil!..
Gayet açık: Kürşat, aralarında alâka ve aşinalık da bulunan iki dinamiğin, kişileştirmek gerekirse, “Erdoğan Türkiye’si” ile “Acun-Ilıcalı Türkiye’si”nin kültürel-ruhsal-zihinsel birleşiminden doğuş bulmuş bir genç. Çalışmak yerine güce yanaşarak, düşünmek yerine kendini göstererek, emek vermek yerine nüfuzlu kişiler tanıyıp hızlıca çevre edinerek var olma yolunu seçmiş, AKP’li görünerek “yırtma”yı hedeflemiş o…
Ve içine düştüğü hazin durum karşısında parti teşkilatını, “büyükleri”ni üzmemek adına kokaine “pudra şekeri” dediğini söylüyor! Nasıl da hoş ve o ölçüde hicap verici, ne kadar komik ve aynı zamanda trajik!..
Ne yapsın, “Reis”i çok seviyor, ama yaşamayı da seviyor. O yüzden kuvvetle muhtemel ki alenen Cuma’ları hiç kaçırmıyor ve gayet aşikâr, mahreminde “Koka”yı eksik etmiyor.
Kürşat, AKP’ye dair tam ve taptaze bir örnek olay. İslamcılığın hikâye olduğunu, dindarlığın yalan olduğunu, “Hz. Ömer adaleti”nin lafügüzaf olduğunu, tüyü bitmemiş yetim hakkının hak getire olduğunu, yoksulluğun haram, zenginliğin helâl olduğunu bizi acı acı gülümseterek sahneleyen bir figür.
Dindar nesil diyorlardı, kindar nesil de diyorlardı.
İkisi de değilmiş.
Dindarlık kisvesi altında dinbaz mı dinbaz bir “cindâr” (cin tutan) ve de “maldâr” (mal-mülk tutan) bir nesil yaratmışlar.
Baksanıza, maşallah şu yaşta Kürşat’ın dikili ağaçlarına!..