Tayfun Atay
Dijital dünyada televizyon ‘monitör’den ibaret artık!
Matbaa kapitalizmi çoktan bitti, “televizüel kapitalizm” de bitti bitiyor, gitti gidiyor!.. Bunlar zararına çalışan endüstriler ve “dijital kapitalizm” çağında her an vazgeçilebilir, yetersiz ve dezavantajlı etkinlik alanları artık. Baksanıza Sedat Peker bile son videosunda bas bas bağırmıyor mu televizüel olanla dijital olan arasında, birincinin aleyhine ve ikincinin lehine artık kapanması hayli zor olan fark hususunda?!..
Geçen hafta Sedat Peker’in dijital ortamda muazzam izlenme rekorları kırarak devam ede gelen videografik macerasını değerlendirirken bir yan-tema olarak değinmiştik dünyada ve Türkiye’de televizüel medyanın bir çaptan düşme, sönümlenme, tükenme sürecinde olduğuna… Ve demiştik ki dijital yeni-normal, televizüel işleyişi ıskartaya çıkarma yolunda amansızca ilerliyor. Dolayısıyla matbuat medyasından sonra televizüel medya da sonbaharını yaşıyor.
Bu yan-temayı bugün ana-tema halinde açmak istiyorum.
Pencere’den Bidebunuizle’ye, yeter de artar bile!
İşe kendimden örneklerle başlayayım. Kâğıt gazete almayı bırakalı çok oldu. Bugün matbu gazeteciliğin kâğıt, ağaç ve doğal kaynak israfından öte bir şey olmadığını düşünüyorum. Hele Türkiye gibi, matbuat medyasının ezici ağırlığı itibarıyla iktidar yaranı haline geldiği bir zaman ve zeminde çifte kavrulmuş mahiyette böyle bu israf.
Gazeteleri, sadece internetten yayın yapanlar yahut Birgün, Evrensel gibi kâğıt baskının yanı sıra internet sürümü olanlar olarak online takip ediyorum.
Daha da açık ve hiç tevazusuz söyleyeyim: Güne sabah 8 dolaylarında elimdeki mobil ekrandan SMS yoluyla bana ulaşan Gazete Pencere’yi açarak başlıyorum. Ardından gün boyu memlekette ne olup bitiyor, Twitter’da TT akışa bakarak izlemek mümkün zaten. Sonra akşam saat 17:30’da yayına giren Bidebunuizle ile haberlerde ne var ne yok öğrenerek günü tamamlıyorum ki bu fazlasıyla doyurucu oluyor. Televizyon ekranını ise sevimli mi sevimli bir ciddiyetle akıp giden programında Yavuz’u (Oğhan) daha iyi, akça-pakça görmek ve keyiflice izlemek üzere monitör olarak devreye sokuyorum, o kadar!..
Herkes her yerde çevrimiçi!
İşte böyle, memleketimizde matbuat medyasının iktidar yaranı olması gibi, televizüel medyanın da iktidar borazanı olmuşluğu karşısında haber izlemek için televizyon ekranına yüklenecek işlev, dijitale monitör olmaktan ibarettir artık. Ayrıca, koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali, sureti haktan görünürken iktidarın gazını almakta da onun omuzlarına masaj yapmakta da gayet maharetli olan o “tilki kurnazı” mecralara da hiç mi hiç itibar etmiyorum.
Sonra Youtube yayınlarına dalıyorum. Bakıyorum “Nevşin Reis” DW Türkçe’de ne yapmış. Özgürüz.com’da Can (Dündar) nasıl bir bilanço çıkarmış. Faruk Bildirici en son neyi yorumlamış. Ve Turgay Yıldız, siyaseten sözünü esirgemeksizin yine milleti nasıl gülmekten kırıp geçirmiş.
Tabii bunlar benim başlıca tercihlerim ve başkalarının önereceği veya önceleyeceği farklı seçenekler elbette olacaktır. Ama şurası kesin: Çevremdeki herkese bakıyorum, herkesten duyuyorum, herkesin önerilerini alıyorum ve bunların hepsi, benim yukarıda sıraladıklarım gibi, siber uzaya, dijital aleme yönelikler.
Sonuçta matbuatı geçin, televizüel ortamın da esamisi okunmuyor. Kendi söyleyip kendi dinleyen bir saz ve söz heyeti, “meleklerin cinsiyeti”nden dem vururcasına konuşuyor da konuşuyor.
Şimdi bu sürecin bize özgü resmi-ideolojik empoze ve koşullamalarını geçip, genel tekno-kültürel evrimine ilişkin de bir şeyler söyleyerek devam edelim!..
Dijital başlangıcın sonu ve ‘yeni-normal’
17 Ocak 2013’te, artık çoktan tarihe karışmış Doğan TV Holding tarafından İstanbul’da düzenlenmiş ve medya-eğlence-şov endüstrisinin gidişatını tartışma hedefli “FRESH MESH” konferansının ilk gününde konuşan Entertainment & Media Practice PwC başkanı Marcel Fenez’in çarpıcı sözünü hiç unutmadım. Fenez bize “dijital başlangıcın sonu”nda olduğumuzu söylüyordu.
Ne demekti “dijital başlangıcın sonu”?
Sibernetik teknoloji doğrultusunda, hayatımızı 1990’lar ortasından itibaren etkilemeye başlamış bir tekno-ekonomik-kültürel dinamiğin, artık “başlangıç” olmaktan çıktığı ve insanlığın “yeni-normal”i olduğu gerçeğiydi bu.
Hakikaten, şöyle bir hafızamı yokluyorum, Londra’da doktora tezimi bir Macintosh Classic kullanarak yazdığım 1990’lar başında dahi henüz bir dijital iletişim ağının içine girmiş değildik. “E-mail” diye bir şeyle de 1990’ların ortasına doğru Hollanda’da bir sempozyuma gittiğimde oradaki akademisyen meslektaşlarla iletişimi sürdürme arzusunun hayli “pratik” bir karşılığı olarak ilk kez tanışmıştım. Birkaç yıl sonra Ankara’da çalıştığım üniversite bünyesinde ilk elektronik-posta adresime kavuştum.
2000’ler başı, internetin hayatımıza dahline ve dünya çapında bir iletişim ağı olan “World Wide Web”in (www) kitleselleşmesine denk geldi. O günden bugüne baş döndürücü bir hızla gelinen noktayı ise tarif etmek hacim ve ölçek itibarıyla kolay değil.
İşte 1990’ların ortalarına doğru hayatımıza girmeye başlayan dijitalleşme 2010’ların ortasına doğru artık bu “başlangıcının sonu”na gelip hepimizin “yeni-normal”i olmuştu Fenez’e göre; hepi topu 20 yıl içinde…
‘Gerçek-zamanlı-seyir’ artık yok
Fenez, adeta slogan gibi patlayan “dijital başlangıcın sonu” sözünü temellendirmek için, en tepe noktasındaki isimlerinden biri olduğu medya endüstrisi bünyesinde “ürün”ün artık “tüketici”ye sunumunda yeni medyanın, özellikle televizyon karşısında öncelik taşır hale geldiğini belirtmekteydi. “Tüketici”, artık bir televizyon programını, eğer yeni medya ikliminde beliriyorsa, söz gelimi Facebook, Twitter, Youtube, Instagram gibi ortamlarda kendisinin irtibat içinde olduğu kişiler tavsiye ediyorsa izliyordu. Zaman-mekân sınırlarını aşan bu “bağlantı kalitesi” nedeniyle kitle artık “gerçek-zamanlı” televizüel seyir yapmıyor, internetten istediği saat ve ortamda her içerik gibi televizyon içeriklerini de izlemeyi tercih ediyordu.
Bu şekilde, gerçek zamanlı seyrin sonu, henüz bir yüzyılı dahi tamamlamadan televizyonun da kültürel anlam ve bağlamda ömrünü tamamladığı anlamına geliyordu.
Z-kuşağının ‘mobil’izasyonu
Radyonun kültürel iktidarı 1920’lerden 50’lere kadar 30 yıl sürdü. Sonrasında, ilk ortaya çıktığında “resimli radyo” denilen televizyon devraldı bu iktidarı. Onun iktidarı da işte 20’nci yüzyılın sonunu zor gördü; toplasan 60-70 yıl…
Bugün “Mobil”in iktidarına, diğer deyişle Mobil Çağı’na, kültürüne, kuşağına ermiş durumdayız. Adına “Z-kuşağı” denen ve öncesi-sonrası ile 2000’ler eşiğinde dünyaya gelmiş bir kuşağın içerisine doğduğu çağın ve kültürün adı “Mobil”… Hayatı adeta “cep telefonu” olarak, yani “Mobil” yaşayan, sadece yüzde 9’u gazete okuyan bir kuşaktan bahsediyoruz. Onlar, bırakın radyoyu-televizyonu, evlerde bilgisayarların ve cep telefonlarında internete erişimin olmadığı zamanları dahi bilmeyen bir kuşak.
Ömrü “Cep başında” geçen bu kuşağa göre dizayn edilen medyanın geleceğinin “Mobil” olduğu da işte o 2013’teki FRESH MESH buluşmasında söylenmişti ve o “gelecek” öyle çabuk geldi ki, şaşırmamak elde değil!..
Dünya artık ‘Dijital’
Nihayetinde artık “dijital normal”de yaşıyoruz ve bunun ekonomik anlamı, bilgi, düşünce, haber, hayal (kurgu) ve eğlence olarak ürünün artık dijital ortamda yani “Mobil” yaşayan bir tüketici kitlesine ulaştırılmak durumunda oluşu… Düşünme, akıl yürütme, yorumlama, eleştirel çözümleme süreçlerimizi ne ölçüde besliyor ne ölçüde engelliyor, gemliyor, sınırlıyor; bunu tartışabiliriz, o ayrı ama tartışılmaz gerçek şu ki “Pazar”, artık “dijital” oldu.
Tabii nüansa dikkat etmeli! Yaşadığımız dünya içinde bir “dijital pazar”dan söz etmenin ötesindeyiz. İnsan dünyasının, yani “kültür”ün dijitalleştiğini ve bu dijital dünyada pazarlama yapmak durumunda olunduğunu söylüyoruz. Ve elbette bu şekilde, “dijital bir dünya”da pazarlama yapma durumu, medyada çok daha belirgin ve yakıcı bir etkiye sahip. O yüzden “matbaa kapitalizmi” çoktan bitti, “televizüel kapitalizm” de bitti bitiyor, gitti gidiyor! Bunlar, zararına çalışan endüstriler ve “dijital kapitalizm” çağında her an vazgeçilebilir, yetersiz ve dezavantajlı etkinlik alanları artık.
Erişim engeli çare mi?
Baksanıza Sedat Peker bile son videosunda bas bas bağırmıyor mu televizüel olanla dijital olan arasında, birincinin aleyhine ve ikincinin lehine artık kapanması hayli zor olan fark hususunda:
“Bak, [Fethullahçıları kastederek] adamlar Youtube’da çok etkili oluyorlar. Sizin televizyon kanallarınızın 10 katı etkililer. Ya orada bir organizasyon yapın, Youtube’da onların karşısında dengeler oluşturun, dünya artık oralarda dönüyor. Siz geride kaldınız. (…) Netflix’te, artık işler nasıl yürüyor, gençlerin hepsi biliyor. Dünya değişti, dünya sizin bildiğiniz dünya değil. Siz artık fosil oldunuz. Ben de…”
Bu şekilde, hasmane mi dostane mi (!) olduğunu ayırt etmenin de hayli müşkül olduğu uyarının muhataplarının Peker’e verdiği karşılık, onun internet sitesine erişim engeli getirmek oldu!..
Peki bu neyi çözer? Elbette hiçbir şeyi…
Maddenin olduğu gibi iletişimin de üç halinden söz edilebilir: Matbuat medyasıyla karşımıza çıkmış katı hali; televizüel medyayla karşımızda olmuş sıvı hali; ve de dijtal medyayla karakterize edilebilecek gaz hali…
İktidar sahipleri tarafından katı haldeki matbu iletişimi kontrol çok kolaydı; kapatırdınız gazeteleri, olur biterdi. Sıvı haldeki televizüel medyayı da o kadar kolay olmasa da kontrol altında tutmak mümkündü. Ama gaz halindeki dijital medya için aynı şeyi söylemek teknolojik olarak mümkün değil; Twitter, Wikipedia yasaklarında bu görüldü, anlaşıldı. Gaz halinde akış içindeki dijital medyayı baskılamak, havayı zapturapta almak gibi bir şey.
Dolayısıyla Peker’e erişim engelinin teknik olarak pek mümkünü yok, politik olarak da kitleler nezdinde bu onun elini güçlendirmekten öte bir sonuç vermez. Kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şey bu yani…
Siz Peker’e erişim engeli getireceğinize memlekette hukuka-adalete erişim engelini kaldırın yeter ama o da siyasi fıtratınızda yok, ayrı konu!..