Tayfun Atay
Darwin, Beagle, Evrim:Küçücük ama insanlık için çok büyük bir adım
Charles Darwin’in 189 yıl önce bugün, 27 Aralık 1831’de Beagle Gemisi ile denize açılmasıyla başladığı beş yıllık gezinin sonucunda ortaya çıkan Türlerin Kökeni adlı kitabı, insanı, kâinatın etrafında döndüğü bir “özne” olmaktan çıkarıp onu, canlı-cansız diğer varlıklarla aynı/ortak kökten gelen ve değişime uğrayarak farklılaşmış bir organizma olarak “mütevazı” konuma oturtmuştur
Bugün 27 Aralık, evrimsel düşünce tarihinde çok önemli dönüm noktalarından birinin fitilinin ateşlendiği gün… İngiliz doğabilimci Charles Darwin, “doğal seçilim yoluyla türlerin kökeni” başlığı altında çerçevelenen biyolojik evrim kuramının temellerini atacağı beş yıllık doğa-tarihi araştırması için 189 yıl önce bugün, 27 Aralık 1831’de Britanya’nın Davenport limanından “Majestelerinin Gemisi” Beagle (HMS Beagle) ile Güney Amerika açıklarına doğru seyahatine başladı.
Bu beş yıllık araştırma için Darwin’in Beagle güvertesine attığı ilk adım, aynen Neil Armstrong’un Ay’a ayak bastığında kullandığı, bugün artık herkesçe malum o popüler deyişi hak edercesine, kendisi için küçük ama insanlık için çok büyük bir adımdır. Kabaca, canlı türlerinin ortak bir kökten çıkıp basitten karmaşığa doğru doğal seçilim sürecinde değişmelere uğrayarak bugünkü çeşitliliklerini kazandıkları şeklinde tanımlanabilecek evrim teorisinin olgusal verilerini Darwin bu gezide topladı. Bunun sonucunda canlı dünyası da insan dünyası da düşünce dünyası da bir daha hiç eskisi gibi olmadı.
O yüzden lirik şekilde “Darwin bir dokundu, tüm dünya akraba oldu” (“One touch of Darwin makes the whole world kin”) diyen meşhur İngiliz yazar ve hiciv ustası George Bernard Shaw’a hak vermemek elde değildir.
Eldeki “Kitap”, yoldaki “Doğa”ya uymayınca!..
Darwin bir dokunmuş pir dokunmuştur da bu dokunuşa vesile olan gezi baştan sona çarpıcı ve çapraşık, daha doğrusu insanı “ne umduk ne bulduk” diye düşündürecek gelişmelerle doludur. Sadece bilimsel-biyolojik açıdan değil, toplumsal-kültürel ve daha spesifik olarak dinsel-ideolojik bağlamlarda da dikkate değer, ilginç, hatta fantastik boyutlar vardır Darwin’in 1831’den 1836’ya dek sürmüş ve Britanya Adaları’ndan Güney Amerika’nın Galapagos Adaları’na açılan uzun seyrüseferinde…
Bir kere Darwin bu geziye doğabilimci olmanın ötesinde inançlı bir Hristiyan olarak başlamış, ancak (inancını topyekûn yitirmemekle birlikte) inancının “Yaratılış”a ilişkin açıklamaları karşısında kaçınılmaz bir kuşkuya varacak şekilde, ruhsal bakımdan da sarsılmış olarak geziyi noktalamıştır. Çünkü Beagle yolculuğu, “evdeki hesabın çarşıya uymadığı” bir sonuç çıkarmıştır ortaya…
“Evdeki hesap”, din, Tanrı ve İncil, hesaba uymayan “çarşı” da Doğa, doğal seçilim ve “Türlerin Kökeni”dir. Darwin, “Kitap”ta yazanın karşılığını “Doğa”da bulma hevesiyle bu araştırmaya koyuldu. Ama bulgular “Kitap”ı doğrulamak yerine yanlışladı. Kutsal Kitap’taki Yaratılış (“Genesis”) anlatısı ile çelişen sonuçlar çıktı ortaya. Söz gelimi canlı türleri “Kitap”ta kaydedildiği üzere öyle bir kerede ve bugünkü halleri ile yaratılmayıp ortak bir canlılık özünden zaman içerisinde ve doğanın belirleyici etkisi altında değişmelere uğrayarak bugünkü çeşitliliklerini kazanmışlardı.
Sonuçta da Darwin, inancıyla bulguları arasında sıkışıp kaldı.
“Yoldan çıktım, beni bağışla Kaptan!”
“Sukutuhayal” sadece Darwin’le, onun zihniyle-kalbiyle sınırlı değildi. Darwin’i içtenlikle, büyük beklentiler ve heyecanla gemisine davet eden Kaptan Robert FitzRoy cephesinde de sonuç, büyük hayal kırıklıklarına yol açacak cinsten oldu.
Bir aristokrat ve sıkı bir Protestan olan Kaptan FitzRoy, Darwin’in gemiye kabulü için yapılan seçimden başlayarak onun araştırmasının ilerleyişi, çalışmasının ortaya çıkması, gidişatı ve sonuçlarına kadar her aşamada sürecin içinde olan bir gizli özne, bir isimsiz kahramandır.
Ancak “sonuç” itibarıyla da tüm yaptıklarından bir pişman bir kahraman!..
Gezinin başlangıcında söz konusu olan ve İncil’i doğrulayacak, kutsal kitabı bilimsel bulgularla destekleyecek bir araştırma ortaya çıkarma hususunda Darwin, beş yıl boyunca gemide aynı kamarayı paylaşacağı kaptan Robert FitzRoy ile tam bir “hayırlı” mutabakat içinde oldu. Konuya ilişkin kayda değer bir kaynaktaki şu satırlara dikkat yöneltelim:
“Böyle bir yolculukta gemiye bir doğa bilimci almak olağan bir şeydi ancak FitzRoy’un kafasında başka bir amaç daha vardı; dinsel bir amaç. Ona göre bu yolculuk, İncil’i, özellikle de Yaradılış Kitabı’nı kanıtlamak için çok iyi bir fırsattı. Bir doğa bilimci olarak Darwin, kolayca, Büyük Tufan ve canlıların ilk ortaya çıkışlarına ilişkin birçok kanıt bulabilir, bilimsel bulgularını İncil açısından yorumlayarak çok yararlı bir iş yapabilirdi. Genç rahip adayı Darwin hemen razı oldu. O sıralarda, İncil’deki her şeyin harfi harfine gerçek olduğuna o da inanıyordu; İncil, kabul ettiği, sevdiği dünyanın bir parçasıydı. Bu yönde yararlı bir şeyler yapma olanağı, yolculuğu daha da heyecan verici kılıyordu” (Alan Moorehead, Darwin ve Beagle Serüveni, 1999, s. 20).
İnançlı gidiş, kuşkucu dönüş…
Evet gerçekten Darwin bir süre doğa bilimlerine yönelme ile rahip olma seçenekleri arasında gidip gelmiştir ve doğabilimci olarak gelecek tercihinde bulunduğunda da yukarıda belirtildiği üzere dinsel bir hareket noktasına sahiptir. İşte bu bakımdan Beagle yolculuğu, insanlık tarihinin akışında çok şey değiştirmenin yanı sıra esas Darwin’in hayatının akışında son derece radikal, sarsıcı, yakıcı değişimlere yol açmıştır.
Darwin, beş yıla yakın süren gezi boyunca yaptığı gözlemler, topladığı örnekler doğrultusunda inancıyla çelişen noktalara geldiğinde, buna bağlı olarak ciddi ve sarsıcı düşünsel-ruhsal muhasebelere yöneldiğinde hep “Kaptan” tarafından “dizginlendi”. FitzRoy, Darwin’in kafasını dinsel açıklama bağlamında kurcalayan her soru ve sorunda İncil adına yanıtlar üreterek onun kuşkularını gidermeye çalıştı.
Ama olmadı, yetmedi. 1936 Ekim’inde Beagle, Falmouth limanına yanaşıp Darwin tekrar Britanya’ya ayak bastığında artık bambaşka biriydi. Belki inanç, hâlâ orada bir yerde (kalbinde) idi. Ancak aklı/zihni alabildiğine (bilimsel) kuşkuya açıktı.
“Kitap” kavgası,
maymun davası!..
Darwin’in 1831’de HMS Beagle ile denize açılmasıyla başladığı beş yıllık gezinin sonucunda ortaya çıkan Türlerin Kökeni (1859) kitabı, tanrı-merkezci varoluş ve insan-merkezci yaşam anlayışının ve inancının yıkılmasının önünü açtı. İnsanı, kâinatın etrafında döndüğü “özne” olmaktan çıkarıp onu, diğer (canlı-cansız) varlıklarla aynı/ortak kökten gelen ve değişime uğrayarak farklılaşmış bir organizma olarak “mütevazı” konuma oturttu.
Bu bakımdan evrimsel düşünce Kaptan FitzRoy’a çok şey borçludur ama o, günümüzde “evrimin babası” addedilen zata 189 yıl önce bugün açtığı kapıdan, sağladığı olanaklardan alabildiğine pişman bir ruh haliyle Darwin’in en ateşli karşıtlarından biri olarak hayata gözlerini kapamıştır.
Fitzroy, Darwin’in kuramsal katkısının dinsel öğretiye meydan okuma aracına dönüşmesi karşısında hep kendisini suçladı ve suçunu telafi etmek için her fırsatta İncil’in büyüklüğünü, yüceliğini vurgulayan tavırlar sergiledi. Bunlar arasında en iyi bilineni, Darwinist bilim insanlarıyla kilise papazlarını karşı karşıya getiren Britanya Bilimler Akademisi’nin toplantısında aniden ortaya fırlayıp elindeki İncil’i havaya kaldırarak “Kitap! Kitap!.. Gerçek burada ve başka hiçbir yerde değil” diye bağırmasıdır.
Beagle’ın kaptanından geriye baki kalan kubbede, bu hüzünlü sedadır!..
Darwin ise söz konusu toplantıya dahi katılamayacak derecede ürkekti ve onu savunmak dönemin önde gelen diğer bilim insanlarına düşmüştü. Bunlar arasında biri, Thomas Huxley, Piskopos Wilberforce’un şu hakaretamiz sorusuna muhatap oldu o toplantıda: “Baba tarafından mı yoksa ana tarafından mı maymundan geliyorsunuz?!..”
Onun bu soruya verdiği cevap da baki kalan kubbede, insanlık adına müthiş bir sedadır:
“Hayatın gerçeklerini ortaya sermek için durmaksızın uğraşıp didinen insanları böylesi söz oyunlarıyla karalayan insanların soyundan gelmektense kendini-haddini bilen gerçeğe saygılı bir maymun soyundan gelmeyi yeğlerim!..”