Özlem Yalım
ÇAĞIN EN BÜYÜK TASARIMI: VERİ
Çevrimiçi yaşam, iş dünyasında, alışverişte, eğlencede ve eğitimde olmak üzere her koldan yaşamlarımızı ele geçiriyor. Teknoloji ile bu kadar iç içe olduğumuz bu dönem pek geçecek gibi de değil. Birileri fişi çekinceye kadar ekranlara ve çiplere bağımlı yaşamaya devam edeceğiz derdim ama, enerji meselesi artık sadece kablonun ucunda da değil. Ülkeler rüzgarı, okyanusu ve güneşi enerji kaynakları olarak kullanıma sokmak için büyük yatırımlar gerçekleştirirken, asıl dertlendikleri küresel iklim krizi ve dünyayı korumak değil; insanlığın bağımlı olduğu çevrimiçi yaşamın sürekliliğini sağlamak; bir başka deyişle yer yüzündeki en büyük güç olan veriyi korumak.
Aldoux Huxley tarafından 88 yıl önce yazılan, Cesur Yeni Dünya’yı lise çağımda okuduğumda, o yıllardaki yaşama biçimim ve henüz pek toy olan hayat görüşüm içerisinde bu satırları şimdilerde olduğu gibi yorumlayamamıştım. Doğa, endüstrileşme, mekanik yaşamın dikte edildiği totaliter bir rejim, dinin çöküşü, politikaların toplumları nasıl yönlendirdiği gibi kavramlar etrafında gelişen, zamanının çok ötesindeki bu distopik hikaye bugünlerde sanırım hepimize çok daha anlamlı geliyor. Yine de aynı Huxley’in burada anlatmaya çalıştığı gibi, asla kendi kendimizin yöneticisi olamadığımız bu düzende, “Kendi köleliklerimizi severek büyüyor ve asla bir devrimi hayal edemiyoruz”.
BÜYÜK ENGİZİSYONCU
Teknoloji en büyük köleliğimiz ve onu seviyoruz; daha fenası, salgın sonrası artık nerede ise onsuz var olamıyoruz.
Harari, büyük veriyi (big data), teknolojiyi insanlığın yeni dini olarak tanımlamıştı kitabında. Bu yeni dini anlamaya çalışırken, din üzerine gerçekleştirilmiş en önemli eleştirileri içeren Karamazov Kardeşler’i, Dostoyevski’nin başyapıtını anımsamadan geçemiyorum. Kitabın “Pro ve Kontra” isimli beşinci bölümünde kilisenin sunduğu değerleri savunan engizisyoncu kardinal, insanların özgürlüklerini yitirmesinin kendi mutlulukları yararına olduğundan dem vuruyor ve ekliyor: “İnsan bir asi olarak dünyaya geldi, fakat asiler nasıl mutlu olabilir? ” Dostoyevski’nin satırları, içinde bulunduğumuz çağda, biraz da günümüze uyarlanarak okununca dehşet verici:
“(topluluklar) Özgür kaldıkları sürece hiçbir bilim onlara ekmek vermez. Sonunda özgürlüklerini ayaklarımıza serecekler ve bize “Bizi kölen yap, ama doyur!” diyecekler. Özgürlüğün ve herkese yetecek kadar ekmeğin bir arada sağlanamayacağını sonunda anlayacaklar, çünkü asla, asla aralarında paylaşamayacaklar. Zayıf, gaddar ve asi oldukları için, asla özgür olamayacaklarına da ikna olacaklar “
İşte tam da burada ifade edilen gibi, bizi çeşitli doyum noktalarına ulaştıran teknolojiye, gönülden ikna olmuş bir biçimde köleliğimizi ilan ettik. Ekranların karşısında özgürlüklerimizi bile isteye yitirdik. Mecburiyetlerin haricinde eğlenmek için, vakit geçirmek için, sevmek ve sevilmek için bile artık ekranların başındayız.
YARDAN VAZGEÇERİM; FACEBOOK’TAN GEÇMEM
Bu gerçeğin en ironik göstergesi, her türlü olumsuz yoruma, gençler arasında başka uygulamalara göre daha az tercih edilmesine rağmen kuruluşundan bu yana hızla büyüyen Facebook platformu. Dünya üzerinde bugün 2.2 milyardan fazla Facebook kullanıcısı var. İçende Whatsapp, Instagram gibi ortamları da barındıran bu hacim, şirketi en büyük sosyal medya kuruluşu yapıyor.
Günde bir milyon gigabyte data işleyen bu platformu kullanan insanlar günde en az bir saatlerini bu çok eleştirdikleri platformda geçirmeyi ihmal etmiyorlar. Kullanıcıların %51 inin siteyi günde birkaç kez ziyaret ettikleri kayıtlara geçen başka bir istatistik. Uzmanlar, Facebook ‘un bırakması en zor olan teknolojik bağımlılık olduğundan da söz ediyorlar ve bunu yaratıcısı Zuckerberg’in iyi bir programcı olmasının yanında psikoloji üzerine aldığı eğitime bağlıyorlar. Gerçekten de Facebook, ürün ve hizmetlerini yıllar içerisinde insanların ihtiyaçlarına yönelik olarak ve onların ilgisini çekecek biçimde geliştirmeye devam ediyor.
Bu alanda bana en yaratıcı gelen hizmetlerden birini örneklemem gerekirse, Facebook vasiyetimiz derim. Mesela artık, biz öldükten sonra platformdaki hesabımızın ne şekilde devam edeceğini site üzerindeki ayarlarımızdan vasiyet edebiliyoruz!
İsmi, manipüle edilmiş veya hatalı bilgilerle, insanların oylarını etkileyen türlü skandallarla, yasa dışı örgütler ve insanlarla, satılan veya izinsiz kullanılan kişisel bilgilerle hemen her gün yeni bir gelişme çerçevesinde yan yana gelen ve bu sebepten milyonlarca insanın her dakika protesto mesajları yayınladığı bu ortamda, nedense kimse arkasını dönüp gitmeyi seçmiyor. Aksine her 60 saniyede ortalama 400 yeni kullanıcı platforma üye oluyor, ortalama 4 milyon “like” tıklanıyor ve 200.000’e yakın yeni fotoğraf yükleniyor.
İnsanlardaki duygu dalgalanmaları, kıskançlık, narsizm, kişilik sorunları, depresyon gibi pek çok bozukluğu da tetiklediği bildirilen Facebook, namı diğer yüz kitabı, Harari’nin değindiği bu yeni teknoloji dininin kutsal kitabı gibi.
VERİ SUNUCULARI
Şirket her dakika bu hızda büyüyen datanın bir kısmını Hive denilen bir ekosistemde depoluyor. Netflix, Google, Amazon gibi teknoloji devlerinin de başvurduğu bu depolama ortamlarının ardında onlarca tescilli yazılım markası ve veri sunucu merkezleri yer alıyor. İşin görünmeyen bu mutfağı tasarımın, teknolojinin, rekabetin, inovasyonun ve elbet paranın döndüğü asıl yer.
Amerika‘da 13 yerde bulunan ve dev sunucuları içinde bulunduran veri merkezlerine ilave olarak, Danimarka, Malezya, İsveç ve İrlanda da mevcut veya planlanan toplam 5 merkezi daha var Facebok’un. Toplamda 15 milyon metrekarelik alanın üzerinde bulunan bu 30.000 sunucu, 80 milyar fotoğrafı depolarken, her saniye içerisinde yaklaşık 600.000 adet görsel işlem gerçekleştirilmesini sağlıyor.
Dünyanın en büyük sosyal platformu olan Facebook’un geliri sadece reklam olarak bilinse de, sahip olduğu, stokladığı ve her ay nerede ise yenisinin inşasına başladığı bu dataya dayalı çeşitli alanlardaki ticaretinin onu dünyanın en zengin ve güçlü kuruluşları arasına yerleştirdiği gözümüzün önündeki bilinen bir gerçek. Verinin yarattığı güç ve zenginlik söz konusu olduğunda Facebook’tan başka, örneğin dünyadaki en büyük sunucu şirketinin Çin’in Langfang bölgesinde yer alan Range International Information Group olduğunu not düşelim. İnsanların bireysel özgürlüklerinin ihlallerinin ve toplumun gözetlenme oranlarının en yüksek oranda Çin’de olması tesadüf mü sizce?
İletişimin ve dolayısı ile gezinen, saklanan bilginin 0 ve 1 lerden ibaret bir “çift hane”den, yani Binary Digit tanımının kısaltması olan “bit”lerden, sırası ile bir karakteri (1 byte), bir kelimeyi (10 byte) tanımlamak için gereken bytlara, oradan da kilobayte, megabyte, gigabyte, terabyte, petabyte, exabyte, zettabyte ve son olarak yottabyte’larla tanımlanan hacimlere ulaştığı çağımızda, veri ile ilgili her türlü teknoloji ve tasarım dünyadaki tüm ama tüm meselelerin özünü oluşturuyor.
Dostoyevski ekmek ile doymaktan söz ediyordu, biz ise artık kişiliğimizi, arzularımızı, benliğimizi doyurmanın peşine düşüyoruz. Facebook her ne kadar alımlı sürdürülebilirlik raporları hazırlasa da, sunucu merkezlerindeki ısıyı geri dönüştürerek enerji kullandığını duyursa da asla yeterli olmadığını bildiğimiz halde, bu bilgiyi doyumlarımız uğruna göz ardı ediyor, sosyal medyadan iklim krizi kampanyaları paylaşıyoruz.
Boynumuz, omzumuz, bileğimiz, parmaklarımız, gözlerimiz, beynimiz sağlığını yitirse bile ekranların karşısındaki bağımlılığımız; ister yanlış ister doğru olsun bilgiye olan merakımız ve düşkünlüğümüz, paylaşarak var olma telaşımız bir an olsun hız kesmiyor.
Birileri fişi çekinceye kadar, bilginin bu gelişen tasarımı bizi kendi gönüllü müridi yapmaya devam ediyor. İlkel halimizin asiliğini unutalı çok oldu; zayıflıklarımızla, zayıflıklarımıza teslim olarak yeni çağı karşılıyoruz.